Çocuklar ölmeden bulunabilecek bir çözüm yok mu gerçekten?
Delirdiniz mi siz? Çıldırdınız mı? Kışkırtılmış bir at sürüsü gibi, birbirinizin sesinden, gürültüsünden, dokunuşundan ürkerek, size kurulmuş bir tuzağa doğru dörtnala koşuyorsunuz...
Nereye koşuyorsunuz?
Ne yapmaya?
Durun biraz... Bir soluklanın.
Sakinleşin.
"Amok koşucusunu" biliyor musunuz?
Sıcak ülkelerde bir adam aniden elinde bir silahla koşmaya başlar, rastladığı herkesi öldürür, hiçbir ayrım yapmadan, görünür hiçbir nedeni olmadan...
Bu "amok koşusu"dur ve koşucu öldürülene kadar sürer.
Önceleri bunun tamamen nedensiz olduğu sanılırdı.
Daha sonra, bunun bir intihar biçimi olduğu, kimseye açıklayamadığı dertleri olan insanların kendi ölümlerine, başkalarını öldürerek koştukları anlaşıldı.
Bir "amok koşucusu" olmak istiyor musunuz?
Durup bir düşünün önce.
Siz mi koşuyorsunuz yoksa sizi mi koşturuyorlar?
Dünyanın en acıklı ve tehlikeli şeylerinden biri, bir başkasının planına uygun bir ruh halini benimsemek, başkasının kararına, bunun başkasının kararı olduğunu bile fark etmeden boyun eğmek, başkasının belirlediği bir hedefe doğru soru bile soramadan koşmaktır.
Durun...
Ve, sorun önce.
Ne oluyor?
Niye bu kadar çok ölüm var?
Kırmızı bayraklı tabutlarla evlerine gönderilen o genç askerlerin ölümünün Kürt halkına bir yararı yok, hiç kimse on genç çocuk daha öldü diye mutlu, özgür, zengin bir hayata kavuşmayacak.
Kim öldürüyor o zaman o genç askerleri ve niye öldürüyor?
Bütün sınırları, geçitleri, dağ yolları termal kameralarla denetlenen, uzun yıllardan beri silahlı grupların sızamadığı o bölgelerde askerlerin o kadar kolay ölümle kucaklaşmamaları gerekiyor.
Öyleyse niye o kadar çok asker ölmeye, niye bütün haber bültenleri cenaze görüntüleriyle açılmaya, bütün gazeteler ölüm manşetleriyle çıkmaya başladı?
Durun ve sorun...
Ne oluyor?
Gidip dağlardaki Kürt çocuklarını mı öldürmek istiyorsunuz?
Onlar da on yedi, on sekiz yaşında hatta on üç, on dört yaşında çocuklar, onlardan yüz tanesini, bin tanesini daha öldürmek sorunu çözecek mi gerçekten?
Kırk bine yakın genç insan öldü oralarda.
Sorun çözüldü mü?
Bu sorun, Kürt çocuklarının Türk çocuklarından ya da Türk çocuklarının Kürt çocuklarından daha fazla ölmesiyle çözülecek bir sorun mu?
Çocukların ölmesi sorunu çözmez.
Niye ölüyorlar o zaman?
Bunu sorun.
Niye ölüyorlar?
Ve, neden o ölümlerin acısıyla sizin bir at sürüsü gibi "amok koşusuna" çıkmanızı, kendiniz de yok olana kadar yok etmenizi istiyorlar?
Durun biraz.
Düşünün.
Ne oluyor?
Belki de Türklerle Kürtlerin ortak sorması gereken bir soru vardır.
Belki de şu soruyu ortaklaşa sormak gerekir.
"Dostum gözükenler gerçekten dostum mu, benden gözüken gerçekten benden mi?"
Yoksa bazıları kendi güçlerini sürdürebilmek, bizi acıyla beslenen bir çılgınlığa sürüklemek için birbirlerine düşman gözükerek elele mi veriyor?
Başkalarının cevaplarına, size sunduğu hazır kalıplara sarılmanız gerekmiyor.
Önce kendi sorularınızı bulun.
Yeni sorular bulun.
Unutun Türk olduğunuzu, unutun Kürt olduğunuzu.
Sizler, çocukları ölen insanlarsınız.
Çocuklarınızın niye öldüğünü sorun.
Ve şunu sorun.
Çocuklar ölmeden bulunabilecek bir çözüm yok mu gerçekten?
Tek çözüm daha fazla çocuğun ölmesi mi?
Çözümün bu olduğuna inanıyor musunuz?
İçinize doldurulan nefret, tek çözümün daha fazla çocuk öldürmek olduğunu düşündürse de size, siz kendinize şunu sorun:
Ben, sadece nefretten ibaret biri miyim?
Nefretten başka duygunuz kalmadıysa eğer, o zaman da diğer duygularınıza ne olduğunu, o duygularınızı kimin öldürdüğünü merak edin.
Bir düşünün.
Bizim ülkemizin eteklerinde başlayan kutsal Mezopotamya, Şii-Sünni, Müslüman-Hıristiyan, Yahudi-Müslüman kavgalarıyla, güç çekişmeleriyle, geniş topraklara yayılma planlarıyla, enerji kaynaklarına sahip çıkma hesaplarıyla, toprağından kan fışkıran bir cehenneme dönmüş.
Bu topraklarda yaşayan insanlar, yeni bir çağa ayak uyduramamanın, gelişmelere uyum sağlayamamanın bedelini değişik görünümlerdeki savaşlarla, ölümlerle ödüyorlar.
Birbirlerinin insan olduğunu unutmuşlar.
Başkalarının insan olduğunu unutmanın kaçınılmaz sonucunun, kendi insanlığını unutmak olacağını da unutmuşlar.
Bir kan bulamacının içinde daha çok, daha çok öldürmek için ölüyorlar.
Biz, böyle bir bulamaca batmak zorunda değiliz.
Derin bir tarihimiz, büyük bir nüfusumuz, etkileyici bir enerjimiz var, dünyada kendimize saygıdeğer bir yer bulmak için çok önemli adımlar atıyoruz, üretebiliyoruz, mutlu ve zengin olmak için önümüz açık.
Gelişmiş bir dünya bizi kabule hazırlanıyor.
Ve, sanki kolları her yerde bulunan, vantuzları her ırkın rengini taşıyan dev bir ahtapot bize sarılarak yolumuzdan çevirmeye, o korkunç bataklığa çekmeye uğraşıyor.
Bir Türk öldüğü için sevinen her Kürt, bir Kürt öldüğü için sevinen her Türk, kendini de toplumunu da çıkışı olmayan kanlı bir kuyuya atmak isteyenlere yardım ediyor.
Durun ve düşünün.
Bunu istiyor musunuz?
Bütün Türkler şunu bilmeli ki, ölen her Kürt çocuğu daha fazla ölü Türk çocuğu demektir.
Bütün Kürtler şunu bilmeli ki, ölen her Türk çocuğu daha fazla ölü Kürt çocuğu demektir.
Amacınız bu mu?
Başkalarının çocuklarını öldürerek kendi çocuklarınızı öldürtmek mi?
Bir Amok koşucusu gibi koşuyorsunuz.
Durun ve düşünün.
Sizden olan sizden mi gerçekten?
Bütün Türkler ve bütün Kürtler, bir düşünün, çocuklarınızın ölmesi gerektiğini söyleyenler "sizden" mi, dostlarınız mı onlar?
Dostlarınızı, çocuklarınızı ölüme gönderenlerin arasından mı seçiyorsunuz?
Size yalan söylüyor olabileceklerini hiç aklınıza getirmiyor musunuz?
Her ırktan çocuğun birlikte mutlu yaşama ihtimali olabileceğini hiç mi düşünmüyorsunuz?
Siz hayatınızı acı içinde geçirdiğiniz için çocuklarınız da mı hayatı acı içinde, ölümün kapısında geçirsinler?
Kendi hayatınızda çektiklerinizin intikamını kendi çocuklarınızdan mı alacaksınız?
Düşman mısınız siz çocuklarınıza?
Çılgın bir at sürüsü gibi kendi sesinizden, kendi gürültünüzden ürkerek size kurulmuş tuzağa dört nala koşuyorsunuz.
O tuzakta sizi neyin beklediğini biliyor musunuz?
Kendi ölü çocuklarınız bekliyor sizi orada.
Koşacak mısınız oraya?
Bir Amok koşucusu gibi koşacak mısınız?
Durun biraz ne olur...
Durun biraz.
Bir düşünün...
İlerde bir başka Nazım Hikmet de şöyle bir şiir mi yazsın istiyorsunuz.
"Kapıları çalan benim, kapıları birer birer
Gözünüze görünemem, göze görünmez ölüler
Güneydoğu’da öleli oluyor bir on yıl kadar
Yirmi yaşında bir çocuğum, büyümez ölü çocuklar"
Bu şiiri yazdıracak mısınız bir daha?
Şimdi kapınızın önünde oynayan şu yaramaz oğlanlar yarın "göze görünmez ölüler" mi olacaklar?
Çocukları kurtarmak mümkün...
Kurtarın onları....
Kapınıza gelenlere, ister Türk olsun ister Kürt, bir sorun, "çocuğumu ne yapacaksın" diye, onları yaşatacak olanlar dostlarınızdır, ölüme gönderecek olanlar düşmanlarınız.
İnsanın dostu çocuğunu öldürtmez çünkü.
Hele onları yaşatmak mümkünken.
Hiç unutmayın böyle çılgınca koştuğunuz yerde sizi bekleyenler ölü çocuklarınızdır.