Paylaş
ONLAR, tam 25 kişi...
Aralarında İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, İzmir Devlet Opera ve Balesi, İzmir Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nda görev yapanlar da var.
Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, Ege Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve TRT sanatçıları da var.
Topluluklarının adı, Turkish Brass Ensemble Orkestrası.
Genel sanat yönetmenliğini Kenan Gökkaya, sanat koordinatörlüğünü Hikmet Çokağır yapıyor.
Devlet Klasik Türk Müziği Korosu solist sanatçısı Derya Derin seslendirdiği şarkılarla...
İzmir Milli Kütüphane Vakfı Başkanı Ulvi Puğ da şiirleriyle onlara eşlik ediyor.
Traktör römorklarını sahne olarak kullanıyorlar.
Varil içinde yakılan odun ateşi ve gaz lambasının aydınlattığı meydanlarda konserler veriyorlar.
Öncesinde de çocuklar başta olmak üzere katılımcılara enstrümanları tanıtıyor, yaptıkları müzik ve bestecileri hakkında bilgi veriyorlar.
Bir anlamda, Zeus’tan ateşi çalıp insanlara veren Prometheus gibi, onlar da bilgi ateşini, çağdaş müzik kültürünü ve güzel sanatları kentten alıp köye getiriyorlar.
Çok da iyi yapıyorlar.
Eminim ki, imkanları olsa çok daha fazlasını büyük bir keyifle yapmaya devam edecekler.
Bu noktada sözü, projenin mimarı sevgili dost Kenan Gökkaya’ya bırakıyorum.
Bakın, ‘kültür’ün bir toplum için ne anlama geldiğini nasıl da güzel anlatıyor.
***
Annem 40 yıl önce beni eğitimim için köyden kente gönderirken yanaklarıma kocaman ve sımsıcak iki öpücük kondurup, kulağıma da küpe olacak şekilde, “Oğluuum oradan aldıklarınızı doğduğunuz topraklara da getirin” demişti.
Eğitim hayatım boyunca ve sonrasında uzun yıllar annemin bu sözleri kulaklarımdan hiç çıkmadı, ancak ne demek istediğini bir türlü anlamamıştım.
Ne zaman ki, köylerden kentlere büyük göçler yaşanmaya başladı...
Kentler bu büyük gelişe hazırlıksız yakalanıp, kent insanının yaşam alanını daraltıp, çarpık kentleşmeye dönüştü...
İşte o gün, annemin yıllar önce kulaklarıma küpe olsun diye söylediği ve beklediği şeyin ‘kültür’ olduğunu anladım.
Köylü hep çalıştı, çabaladı, üretti, ürettiği ürünün en iyisini, en güzelini kendisi yemedi-içmedi kente bizlere gönderdi.
Ancak kentten de beklentilerini hiç ama hiç eksik etmedi.
Kente eğitim için gönderdikleri, orada iş hayatına atılan çocukları aldıkları kültürü belki bir gün doğdukları topraklara, köylerine getirir, kentten köye ‘kültür köprüleri’ kurar, böylelikle yerelden ulusala, ulusaldan evrensele kültür geçişleri ve yolculukları başlar diye düşündü durdu.
***
Annemin ve köy halklarının bu anlamlı bekleyişine ilk adımı 2002’de çok sesli müzik alanında İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Müdürlüğüm zamanında, ‘Susuz Yaz’ filminin çekildiği Türkiye’nin ilk köy tiyatro salonuna sahip Urla’nın Bademler köyünde, İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü anısına dünyaca ünlü Rus viyolonsel sanatçısı Ivan Monigetti’nin solistliği ve şefliğinde gündüz çocuklara, akşam da halka açık olmak üzere, Türkiye’nin ilk senfonik konserini gerçekleştirerek atmıştık.
Konser sonrası hisleri sorulan çocuğumuzun, “Hani yaramazlık yaptığımda babam bana kızar, bağırır, çağırır; sonra annem gelir sırtımı, saçımı, başımı okşar, içime bir ılıklık düşer ya öyle hissettim” sözleri...
İmamın, “Yahu bunda şaşıracak ne var? Keşke daha önce dinleyebileydik bu orkestrayı, biraz da bizim ezgilerimizden olsun isterdim” gibi pozitif tepkileri evrensel kültürden yerel kültüre kurulmaya çalışılan köprünün doğruluğunu ortaya koymuştu.
Hele Salihli’nin Çamurhamamı köyünde Anadolu Filarmoni Orkestrası Kurucu Müdürü olarak görev yaptığım dönemde çoban ateşi önünde çoban Sabri Öztürk’e verdiğimiz konser olup ülkemizde insanla birebir kurulan kültür köprülerinin en önemli örneklemesini oluşturduğunu düşünüyorum.
Çobanımızın sanatçılara yerel enstrümanımız olan kavalı ile verdiği cevap da insanlığımızın ilk üflemeli enstrümanı olan kavalın kültür erezyonuna uğradığı, üstünün kaval, altının blok flütle birleştirildiğinin görülmesi bizlerde büyük şaşkınlık ve üzüntü yaratmıştı.
Kaval sanatçımız Halil Çokyürekli, bu kültürün korunması adına çobanımıza çok güzel bir kaval armağan etmişti.
Çoban Sabri Öztürk, İzmir Devlet Klasik Türk Müziği solist sanatçısı Derya Derin’in, Dede Efendi’nin ‘Gülnihal’ adlı eserinden etkilenerek, “Biz sizleri sadece televizyondan izleyip dinleyebiliyorduk. Şu an inanamıyorum, gerçek olamaz bu” diyerek hayranlığını ifade etmişti.
***
Bunlar gibi, başta Ordu Mesudiye, Kütahya Çavdarhisar, Menderes Çatalça, Bayındır Yakapınar, Edremit Mehmetelan, Buca Belenbaşı, Denizli Uzunpınar köy konserleri, ‘Kentten Köye’ kültür köprülerine önemli örneklerdir.
Bugün; Ankara başta olmak üzere, İstanbul, İzmir, Adana, Antalya, Bursa, Mersin, Samsun gibi büyük şehirlerimizde kurulan devlet sanat kurumlarımız halkımızın kültürleri tanıma sürecinde konserler ve eğitim etkinlikleri gerçekleştirerek topluma karşı sosyal sorumluluklarını yerine getirmeye çalışmaktalar.
Güzel sanatların mevcut olduğu ilimiz, ilçemiz ve köylerimizin tüm yaşayanlarını bugün evrensel kültürün en önemli enstrümanlarından olan bu güzide sanat kurumlarımızın etkinliklerinden faydalanarak, kent ve kentli davranış biçimini yakalamaya davet ediyorum.
Biz sanatçılar, ülkemiz insanlarını yerelden ulusala, ulusaldan evrensele oluşturulan kültür köprülerinden geçmeye; kültürler arası sevgi, saygı, hoşgörü ve kabul çerçevesinde hep hoş ve sanatla kalmaya çağırıyoruz.
Paylaş