Paylaş
Dolayısıyla, sorularıma da ‘Ilgın’ ve ‘Serhat’ olarak yanıt verdiler. Gelelim, “Onlar kim?” sorusunun yanıtına... Onlar plazalarda çalışmaktan, metrobüs çılgınlığından, şehir koşturmasından, içinde ne olduğunu bilmedikleri gıdalar tüketmekten bıkıp bundan tam 1 sene önce, yıllardır hayalini kurdukları köy yaşamının kapısını aralayan pırıl pırıl bir çift. Ve, o aralıktan gördüklerine daha fazla uzak kalamayacaklarını anlayıp derlenip toplanıp İstanbul’dan arkalarına bile dönüp bakmadan kaçan gencecik bir kadınla bir erkek.
Küçücük bir arabanın arkasına sığdırdıkları eşyalarıyla köy köy, o çiftlik senin, bu çiftlik benim gezip çapa sallayan, hasat yapan, salça kaynatan, özetle göçebe yaşamın tadını çıkardıktan sonra, “Arazi mi alalım, hayvancılık mı yapalım? Buğday mı eksek, yoksa zeytin bahçesi mi?” diye dolanırken, bu hikayede üretenin tüketiciye, tüketicinin üreticiye uzak kaldığını gören Ilgın ve Serhat Sayıcı... “Biz de dedik ki, madem durum budur... Üreticiyle ahbap olduk, eşimiz dostumuz da köyden gelirken getirdiğimiz yumurtanın yolunu gözlüyor, o zaman biz de aradaki köprü olalım. En sevdiğimiz, en çok zaman geçirdiğimiz, köylüsünü, üreticisini en çok tanıdığımız Çanakkale’ye yerleşmeye ve 15 günde bir heybemizi doldurup İstanbul’a getirmeye niyet ettik. Hayalimiz hem yerel tohum kullanan, toprağını ‘Nimet’ deyip kirletmekten korkan, kendi yemediğini kimseye yedirmeyecek olan yerel üreticiye destek olmak, hem de şehirde her lokmasında tuhaf bir endişe yaşayanların yüreğine su serpmek. Ne ticaretten, ne de paradan anlıyoruz. Daha şimdiden hesap yaparken yamulup eşe dosta sarılıyoruz. Elimizden pek güzel gelenler olduğu gibi, aklımızın almadığı iş de çok olacak biliyoruz. Aklınıza, fikrinize, eleştirinize, övgünüze ihtiyacımız olacak. ‘Bütünün hayrına’ diye yola çıktık. Bu yol hepimiz için güzel olsun” diyerek yola çıkan bu gerçekten ‘sıradışı’ karı koca kurdukları ‘Tohumdan Sofraya’ sitesiyle bir yandan doğala hasret kalanlara yardımcı oluyor, bir yandan da hayallerini gerçekleştiriyor. Ve de bunu yaparken çok ama çok eğleniyorlar. Öyle çok paraları, malları, mülkleri yok. Ama mutlular ve birilerini mutlu ediyorlar. Zaten gerisini de hiç mi hiç önemsemiyorlar. Bunu nasıl mı başarıyorlar? İşte o da minik kutularda gizli! Okuyun, inanın siz de en az benim kadar keyif alacaksınız.
HAYAT FELSEFESİ
Az tüket, çok üret. Üretemiyorsan türet.
OTOMOBİL
Küheylan’dan Teyyare’ye
* İlk arabamız beyaz renkte bir Renault Kangoo’ydu. İsmi ‘Küheylan’dı. İlk otomobilimizi aldığımızda ikimizde kullanmayı bilmiyorduk. Ve sadece 3 gün sonra yola çıkacaktık. Şimdi 2015 model beyaz Volkswagen Caddy’miz var. Onun adı ise ‘Tayyare’. ‘Küheylan’dan sonra gerçek bir uçak gibi olduğu için bu ismi seçtik. Aracı tohumdan sofraya projesini daha iyi yönetebilmek, ürünleri daha sağlıklı teslim edebilmek için aldık ve soğutucu taktırdık. Uzun yol yaptığımız için, otomobilden beklentimiz rahat, güvenli ve konforlu olması önemli. Ama aynı zamanda çevreye daha az zarar veren, daha az karbon salan özelliklere sahip olması da bizim için çok ayırt edici. Küçük şehirde sakin, mutlu, dikkatli; İstanbul’da ise akşam saatlerinde minik bir canavara dönüşebilen bir sürücüyüz.
BESLENME
3 ana, 3 ara öğünümüz var
* Kahvaltı en sevdiğimiz öğün. Mutlaka sıcak bir şey de pişirdiğimiz klasik olanı tercih ederiz. Cevizi bu öğünde neredeyse ekmek gibi kullanıyoruz. Bir başka vazgeçemediğimiz de közlenmiş biber, patlıcan ve domatesle yazdan kendi yaptığımız ‘Lutenitsa’. Bu bir Bulgar kahvaltılığı ve tereyağında biraz çevrilince gerçek lezzete dönüşüyor. Evden çalıştığımız için, öğlen saatlerinde de evde oluyoruz. Öğünümüzü akşam yemeği programımıza göre ayarlıyoruz. Akşam et yiyeceksek sebze tercih ediyoruz. Dengeyi gözetiyoruz. Akşamları hafif beslenmeye çalışıyoruz ve genellikle 19:00’dan sonra bir şey yememeye çaba gösteriyoruz. 3 ana, 3 de ara öğün şeklinde besleniyoruz. Ara öğünlerimizde kuru meyve, yoğurt, ceviz, badem gibi şeyleri tercih ediyoruz. Biz mezeciyiz. Yoğurtlu, sarımsaklı, otlu, deniz mahsüllü hiç ayırt etmeyiz. Ilgın pişirmeyi, Serhat yemeyi seviyor. Yemeyi ve pişirmeyi sevdiğimiz kadar yedirmeyi içirmeyi de çok seviyoruz. Ilgın’ın kurduğu çeşit çeşit mezeli sofralar meşhur oyup midyeli lahana sarması çok ünlü.
MEKAN
Arka sokak lezzetleri bizi daha cezbediyor
* Çok şatafatlı mekanlara gitmeyi tercih etmiyoruz. İç konseptinden çok menüsü bizi etkiliyor. Sadece deniz mahsülleri ya da kırmızı et üzerine servis veren yerler bizim için daha etkileyici. Arka sokak lezzetlerini, bazen de pis ama lezzetli kaçamakları seviyoruz. İstanbul’da yaşarken en sevdiğimiz mekan Cibalikapı Balıkçısı’ydı. Çanakkale’de ise Truva Otel’in restoranı ve yine balık konseptli Radika favorimiz. Bir mekanda en çok dikkat ettiğimiz şey sahipleri ya da çalışanlarıyla samimi ilişki kurabilmek. Sonrasında günlük, taze ürünlerin kullanılması. Ardından da servisin yiyeceğin usullerine göre yapılması.
SPOR
Her zaman bir bahane buluruz
* Spor yapmaya sürekli niyet edip, sonra da bir bahane bulup hızla uzaklaşanlardanız. Ama uzun uzun yürürüz. Ilgın takım tutmuyor, Serhat ise yalancıktan Beşiktaşlı. Daha maça gittiği, izlediği, taraf olduğu görülmedi. Bu arada yoga ‘yapılacaklar’ listemizin en tepesinde yer alıyor.
TATİL
Hayatımız tatil oldu
* Çanakkale’ye yerleştikten sonra hayatımız tatil oldu. 30 dakika sonra Kabatepe’de, 1 saat sonra Asos’ta ya da Kazdağları’nda olabildiğimiz için her boşluk küçük bir tatile dönüşebiliyor. Genel olarak doğada olmayı seviyoruz. Orman kampları, kamping alanları, ıssız koylar, sadece bizim olduğumuz, ağaçların ve denizin sesini dinleyebildiğimiz yerleri seviyoruz. Tatil bizim için ‘Tebdili mekan’ demek.
HOBİ
Tekila bardağı biriktiriyoruz
* Ilgın dikiş dikerken, Serhat film izliyor. Ilgın yazmayı, Serhat müzik dinlemeyi, özel listeler hazırlamayı seviyor. Birlikte yapmayı en çok sevdiğimiz şey ise yeni mekanlar keşfetmek ve yeni lezzetler bulmak. Tekila bardağı koleksiyonumuz var.
KARİYER
Biri sosyoloji okudu diğeri iklimlendirme
* Ilgın İstanbul Üniversitesinde sosyoloji, Serhat Tekirdağ Üniversitesi’nde iklimlendirme okudu. İstanbul’dan ayrılmadan önce Ilgın insan kaynakları müdürü, Serhat yazılımcı olarak çalışıyordu. Ilgın çocukken ne olmak istediğini hatırlamıyor, Serhat ise çatı ustası olmak istiyordu. Serhat ilk parasını pazarda su satarak, Ilgın da sokak sergisinde oyuncak satarak kazandı.
GÜNE BAŞLANGIÇ
Demek ki 9 saat uykuda geçiyor!
* Yatmak için gece 01:00’i, kalkmak için de sabah 09:00’u geçirmemeye çalışıyoruz. Evden köpeğimiz Gustav’ı gezdirmek için uyanır uyanmaz çıkıyoruz. Rutinimiz bundan sonra başlıyor. Tüm gün evde olduğumuz için ev ve iş rutinleri bir arada yürüyor.
MODA
Kendimiz dikiyoruz
* Moda çok takipçisi olduğumuz bir mesele değil. Bize daha fazla tüketelim diye yaratılmış bir oyunmuş gibi geliyor. Rahat giyinmeyi, sentetikten ziyade doğal malzemelerden dikişmiş parçaları seviyoruz. Yazın açık, kışın koyu renkleri tercih ediyoruz. Kendi kıyafetlerimizi dikmeye ya da eli dikiş tutan arkadaşlarımıza destek olmaya çaba gösteriyoruz. Dikiş makinemiz ve haftalık kumaşçı ziyaretlerimiz var.
TEKNOLOJİ
Zorunluluk gibi oldu
* Muhtaç olmasak çok mutlu olacağımız bir şey teknoloji. Artık hem iş için, hem de eş - dostla bağlantıda kalabilmek için zorunlu gibi. Özel Facebook adreslerimiz, bir de ‘Tohumdan Sofraya’ için açtığımız her mecrada profillerimiz var.
SEVİMLİ DOSTLAR
O bizim evin Fransızı
* Köpeğimiz var. Fransız bulldog. 2.5 yaşında. İsmi ‘Gustav’.
KİMDİR?
Ad ve soyadları: Ilgın & Serhat Sayıcı
Doğum yeri ve yılları: 1985 - 1982, İstanbul
Eğitimleri: İstanbul Üniversitesi Sosyoloji, Tekirdağ Üniversitesi İklimlendirme
İşleri: Tohumdan Sofraya’nın kurucuları
Burçları: Başak, kova
Paylaş