Paylaş
Bir hayvan dostu olarak köpek ve horoz dövüşlerine ne kadar karşıysam deve ve boğa güreşlerine de o kadar karşıyım.
Bu nedenle son yerel seçimler öncesinde Hayvan Hakları Federasyonu’nun (HAYTAP) başkan adaylarla seçilmeleri halinde yörelerinde benzer etkinliklerin bir daha yapılmayacağına dair imzaladıkları protokoller dikkatimi çekmişti.
Bunun üzerine, “Dostlar size minnettar” diye bir de teşekkür yazısı kaleme almıştım.
Söz veren isimlerden biri de CHP’nin Menemen adayı Serdar Aksoy’du.
Öyle ki, HAYTAP, bu duyarlı davranışı nedeniyle Aksoy’a teşekkür plaketi vermiş, bu da medyada haber olmuştu.
Gelin görün ki, geçen pazar günü Menemen Belediyesi, Türkelli’de deve güreşi düzenledi.
Tabii ortalık karıştı, taraflar birbirlerine deyim yerindeyse demedik laf bırakmadı.
HAYTAP Basın Sözcüsü Şule Baylan, Başkan Serdar Aksoy’u protokole uymamakla suçladı, “Sadece bizi değil, herkesi hayal kırıklığına uğrattı” dedi.
HAYTAP İzmir Temsilcisi Esin Önder de “Neden adaylık sürecinde ‘Deve güreşlerini kaldıracağım’ diye şov yaptınız? O dönemde imza atarken deve güreşleri için ‘barbarlık’, başkan olunca ‘gelenek’ demek size yakışıyor mu?” diye sordu.
Başkan Serdar Aksoy ise kültürümüzde deve güreşleri geleneğinin bulunduğunu savunarak, “Sonuçta yaşantımızın içinde olan şeyler” dedi.
Bununla da kalmadı, HAYTAP’ın geleneklerle uğraşmasının doğru olmadığını öne sürdü.
“Toplumun geleneği ve göreneği ile çatışmanın bir alemi yok. Doğru da değil. Hayvan hakları dernekleri, çözümler üreterek bizlere sunsun. Biz de gereğini yerine getirelim. Şu ana kadar hangi çözümü ürettiler de ‘Hayır’ dedik? Ama şu bir gerçek ki, deve güreşleri kültürümüzde var olan bir şey. Biz de bu kültürü yaşatacağız. Hiç kimse siyasal çıkar, rant peşinde koşmasın. Gelecek yıl çok daha görkemlisini yapacağız” diye noktayı koydu.
İyi de şimdi sormazlar mı:
O gün o imza atılırken bu güreşler bir gelenek değildi de, sonradan mı oldu?
Gelenekler sorgulanamaz, günümüz koşullarına göre gözden geçirilemez mi?
Deve güreşlerinden kim nasıl bir siyasi çıkar, rant sağlar?
Yoksa o meşhur söylemle dün dündür, bugün bugün müdür?
KFC’nin mutfağına girdim!
GEÇEN hafta cuma günü hayatta en zevk aldığım şeylerden birini yaptım, muftağa girdim.
Ama bu kez kendi evimizinkinin yerine KFC’nin mutfağında önlüğümü giydim, kendi ellerimle tavuk hazırladım, pişirdim ve yedim.
Bu deneyim tabii ki bir davet üzerine gerçekleşti.
Hikayesi 80 yıl önce Albay Harland Sanders’ın 11 baharatlı gizli tarif ve kendine özgü pişirme tekniğini geliştirmesiyle başlayan KFC’nin ‘Mutfak Ortada’ projesine konuk oldum.
İstanbul ve Bursa’da başlayıp Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Gaziantep’te devam eden etkinlik kapsamında iki meslektaşımla birlikte KFC’nin MaviBahçe’deki restoranında yerli üretim tavukların mutfağa ulaştığı ilk andan konuklara sunumuna kadar her anını keşfetme fırsatı yakaladım.
Turumuz, mutfak ziyareti ve tadım olmak üzere yaklaşık 1 saat sürdü.
Etkinlik boyunca en dikkatimi çeken nokta iş sağlığı ve güvenliği ile hijyene gösterilen azami titizlik oldu.
Önlüksüz, bonesiz mutfağa adım dahi atamıyorsunuz.
Girdiğiniz andan çıktığınız ana kadar en az iki kez (ki, çalışanlar her yarım saatte bir ve gerektiği durumlarda) ellerinizi mutlaka yıkıyor ve dezentefte ediyorsunuz.
Günlük olarak gelen tavukların saklama koşulları, hazırlanma ve pişirme teknikleri, mutfak teknolojisi vs. konularında en ince ayrıntısına kadar bilgilendiriliyorsunuz.
Tavuk seviyorsanız ve mutfağa meraklıysanız siz de parmakisirtanlezzet.com adresinden başvuru formu doldurarak KFC’nin Forum Bornova ve MaviBahçe restoranlarında benzer deneyimi yaşayabilirsiniz.
KFC Türkiye Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Zeynep Emre Manço da “Bu proje ile KFC’yi hızlı servis restoran markalarından ayıran ve dünyanın en büyük tavuk restoran zinciri yapan ustalığımızı İzmir’deki misafirlerimize de göstermeyi hedefliyoruz” diyor.
Benden paylaşması...
Arayı soğutmayalım
BAZI okurlarımın dikkatini çekmiş olacak ki, “Birkaç haftadır köşeniz çıkmadı, hayırdır?” diye mesaj atmışlar.
“Hayırdır, hayır”, yok bir sorun.
İzmir ve Ege’de kısır bir gündem olunca dolap beygiri gibi aynı konuların peşine takılıp kendinizi tekrardan öteye geçemiyorsunuz ne yazık ki...
Ve yazdıklarınızı hiç kimse üzerine almadığı için de kendinizi suya yazmış gibi hissediyorsunuz.
Dolayısıyla bir yazıp bir yazmamamızın en temel nedeni bu.
Örnek mi?
“İzmir mi pis, yaşayanlar mı?” diye sordum, ‘tık’ yok.
“İzmir’de bazı kişi, kurum, kuruluş, firma, eğlence, yeme-içme mekanları var ki, çok şanslılar. Ne söyleseler, ne yapsalar, hatta bazen sussalar ve hiçbir şey üretmeseler de haber oluyorlar. Haklarında köşeler yazılıyor. Yetmiyor, sanki onlardan bahsetmek için konular üretiliyor. Gel de çık işin içinden, çıkabilirsen!” dedim, ‘aynı tas, aynı hamam’ durumu devam ediyor.
“Mış gibi yapmasak, yapsak” diye yazdım, ama ne yazık ki hala birçok konuda ‘mış’tan öteye geçilemiyor.
“Belediyelerden ricam göstermelik iş yapmayın, yasak savmayın, sorumluluğunuzu hakkıyla yerine getirin” ricasında bulundum, ‘üç maymun’ misali kimse üzerine alınmadı.
“Şu çöp kutuları hiç yıkanmaz mı?” diye sordum, ‘yıkama’nın ‘y’sini bile görmedim.
Yine de söz veriyorum, arayı soğutmayacağım!
Minik bir not: Eleştiri ve önerileriniz için doğrudan bana ulaşırsanız sevinirim.
Paylaş