Yazar olmanın reçetesi yoktur

CUMARTESİ günü TÜYAP Bursa Kitap Fuarı’nda ilgi çeken "Gerçek Edebiyata Çağrı" başlıklı bir açık oturum yönettim.

Oturumun üyeleri üç ünlü yazardı:

Selim İleri, Mario Levi, Hasan Ali Toptaş.

İyi, nitelikli edebiyatı vurgulamak için, gerçek sözü paranteze alınmıştı.

Yazarın olduğu yerde elbette okur da masaya, söyleşi gündemine gelecektir. Bizim toplantımızda olduğu gibi.

Ben oturumu açarken, yemek kitaplarının çokluğundan, herkesin ailesinden dinlediği en basit yemekleri bile özgün bir yemek tanımı gibi sunmasından yakınmıştım.

Selim İleri, her zamanki ince mizahıyla, benim bu eleştirimi kendisine bir gönderme olarak algıladığını, oysa bu yemek kitaplarıyla başka bir okur kitlesi kazandığını belirtti.

Bir derginin isteğini önce reddetmiş, sonra da kabul etmiş. Kendi deyimiyle yazılanlar uydur kaydır şeylerdi, "Kitabımı imzalarken, bunları yapıp zehirlenmeyin" uyarısında bulunmuştum, diyor.

* * *

MARİO LEVİ ,
romancılığının yanı sıra, reklamcılık, yaratıcı yazarlık dersi veren bir öğretim üyesidir.

Yaratıcı yazarlık bölümüne gelenlere söylediği ilk söz şuymuş:

"Buraya yazar olmanın reçetesini bulmak için geldiyseniz paralarınızı iade edelim.

Çünkü bunun reçetesi yoktur. Ancak buradaki derslerde, birlikte çalışmalarımızda kendinizi bulmak için çıktığınız yolculukta yardımcı olacağım."

Bu konu çok tartışmalıdır. Türkiye’de şu anda üniversitelerin bazılarında yaratıcı yazarlık çalışmaları yer alıyor, bu kursları gerçekten değerli yazarlar yürütüyor. Yaş sınırı tanımayan bu ilgiyi ben destekliyorum.

Mario Levi, Kemal Tahir’den bir anekdot nakletti.

Genç bir yazar, dosyasını Kemal Tahir’e getirmiş, Kemal Tahir genç yazara şu soruyu sormuş:

"Türk edebiyatında hangi eksikliği gördün ki, bir roman yazma gereği duydun?"

Yazmanın gerekçeleri arasında bence en geçerli olanı bu.

Hasan Ali Toptaş, konuya bir başka açıdan yaklaştı.

Okur çoğunluğunu beklemeyen, böyle bir talebi olmayan yazarlardan söz etti.

Sanırım en iyi örneği de buldu:

Vüs’at O.Bener. Bener, kalabalıklardan uzak durdu. Bir seçimdi, bir mizacın göstergesiydi.

Ben, bir yılda 400 romanın yayımlandığı ülkemizde, bugün yazar uzaklıklarından yana değilim. 1935 yılında Názım Hikmet’in, kitabın da bir meta olarak pazarlanması görüşüne katılıyorum.

* * *

FUARLARDA, Türkiye’nin çeşitli kentlerindeki üniversitelerde yaptığım/yaptığımız söyleşilerde, edebiyatın yükseliş çizgisine umutla bakıyorum. Hiç kuşkusuz okur dinleyicileri görerek.
Yazarın Tüm Yazıları