Uzun ve gereksiz tutuklama zihniyeti değişecek mi?

Bir ülke düşünün ki, başbakan bile tutuksuz değil tutuklu yargılamanın kurala dönüşmüş olmasından şikayetçi olsun. O ülke Türkiye.

Haberin Devamı

Ama yine bir ülke düşünün ki, tutuklu yargılamaları ve uzun tutukluluk sürelerini bir sorun olarak gördüğü için bu konuda onlarca yazı yazmış köşe yazarı, bir başka sürmekte olan dava için ‘İçerde tek kişi bile kalmadıysa...’ diye başlayan cümle kurmuş olsun. O ülke de Türkiye.

Evet, burası çifte standartlar ülkesi.

Oysa olması gereken belli. Soruşturma veya kovuşturma aşamasında tutuklama istisnai bir tedbirdir ve sahiden istisna olarak uygulanmalıdır.

Şu an Türkiye’de durum eskiye göre düzelmiş durumda, cezaevlerindeki insanların bir zamanlar yarıdan fazlası hala hüküm giymemiş olan tutuklulardan oluşuyordu; bugün bu oran yüzde 25 civarında.

Ancak bu yetmez. Yüzde 25’lik tutuklu oranı Avrupa ortalamasını tutturuyor olsa bile yetmez; çünkü esas olan zihniyetin değişmesi. Tutuksuz yargılamayı beraat, tutuklu yargılamayı ise mahkumiyet karinesi görüp gösteren zihniyet değişmedikçe bir şey düzelmiş sayılamaz.

Bakın, bazı sembol davalar ve bu davalarda da sembol kişiler var. Mesela Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve Mehmet Haberal... Ergenekon davasının sembolüne dönüşen bu isimlerin hala neden tutuklu olduklarını anlamaya imkan ve ihtimal yok.

Aynı şekilde Başbakanın ismen söz ettiği eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un suçlanma biçimini ve tutukluluğunu içe sindirmek olanaksız.

Başka örnekler de var. Örneğin eski Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun’un cezaevinde olması onun sürekli olması gereken tedavisini aksatıyor ve ciddi bir ölüm riski doğuruyor. Mahkemeler nedense Saygun’u tahliye etmiyor, ellerindeki yasayı çok dar biçimde yorumluyor. O yüzden yeni yasa maddesi çıkıyor.

Ya Hanefi Avcı’ya ne demeli? Gerçekte tek suçu bir kitap yazmak olan bu eski polis müdürü, ‘yardım yataklık’la suçlandığı bir davada tutuklu. Ama işe bakın ki, Avcı’nın yardım ve yataklık ettiği öne sürülen kişiler tutuksuz, Avcı hala cezaevinde...

Böyle isim isim daha çok kişiyi sayabilirim.

Bu şikayetlerin hepsi de haklı şikayetler.

Geçen cumartesi sabajı Adalet Bakanı Sadullah Ergin, TRT 1’de Taha Özhan, Hatem Ete ve Mustafa Karaalioğlu ile birlikte yaptığımız Enine Boyuna programına konuktu. Bakan orada, ‘Tutuklulukları sona erdirmek için yeni yasal düzenlemeye bile gerek yok aslında’ dedi ama yine de 3. Yargı Paketi’nin çıkarıldığını, bu paketle birlikte de denetimli serbestlikten yararlanan 30 bin kişi olduğunu, bu rakamın bu yıl 40 bine çıkmasının beklendiğini söyledi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın giderek sesini yükselterek yaptığı şikayetler de kuşkusuz sonuç doğuracak, belki yeni yasal düzenlemeler de arkadan gelecektir.

Ama yasalarınızda ne yazıyor olursa olsun, sorun, Adalet Bakanı Ergin’in de söylediği gibi yargının zihniyetinde. ‘Ben devletin yargısıyım’ anlayışı yerini ‘Ben insan hakları evrensel bildirisinin yargısıyım’a bırakmadan bu işlerin düzeldiğini söylemek kolay değil.

Haberin Devamı

Hafızai beşer, nisyan ile...

Haberin Devamı

Bir başka tutuklu, 28 Şubatın en bilinen isimlerinden emekli tümgeneral Erol Özkasnak, aylardır hakkında yazılacak iddianameyi hapiste bekleyenlerden.

Geçenlerde bir TV programında, 28 Şubat 1997 günün ertesi sabahı, yani 1 Mart 1997’de yaptığım bir telefon konuşmasıyla ilgili hafızam beni yanıltınca yanlış şeyler söyledim, 28 Şubat’ı Özkasnak’ın ‘Post modern darbe’ olarak tanımladığını öne sürdüm.

Oysa doğrusu şu: O sabahki konuşmamızda Özkasnak bana ‘21. yüzyılın ordusu yaptı mı böyle yapar, darbeler geride kaldı’ demişti ve ben de bu sözleri 26 Nisan 2003’te Radikal’de çıkan bir yazımda böyle aktarmıştım.

Hafıza insanı kolayca yanıltabiliyor, olgusal şeylerin yerini varsayımlar, hatta önyargılar kolayca doldurabiliyor.

Yazarın Tüm Yazıları