TÜRBAN ya da başörtüsü, kadınların başı üzerinden yıllardır süren siyaset oyunu, seçim sezonu açılır açılmaz yeniden gündeme geldi.
Ama yine polemiklerde, yine genç kızların ve üniversite hocalarının aklını karıştırarak, meseleyi karmaşıklaştırarak. Gerçi türban, AKP’nin sürekli mağduriyet stratejisinin en güçlü taktiklerinden. Çözümden çok, üzerinde konuşulması yeğlenen bir mesele. Öyle olmasaydı, kameralar önünde konuşmak yerine, Meclis’te hemen bir komisyon kurulur ve çalışmaya başlanırdı. Başbakan Erdoğan’ın yaptığı gibi mesele, içinden çıkılmaz bir “kamusal alan” tartışmasına yönlendirilmez, tartışmanın esas alanı olan “üniversite” sınırları içinde mesele çözülürdü. Bir konuda adım atmak istemiyorsanız, meseleyi büyütüp, dallandırıp budaklandırmak en iyi yoldur. Bizim sıkıntımız ne? Başlarını örten genç kızların, istedikleri kıyafetle derslerini takip edebilmeleri değil mi? Bu konuda kesin bir adım atmak varken, meseleyi kamusal alan tartışmasına çekmenin ne gereği var? Başörtülü, türbanlı kadınların Meclis’e ve Ordu evlerine alınmamaları zaten bana göre bir utanç. Bu uygulamalar da üniversite konusu çözüldüğünde, korkular ve endişelere yer olmadığı görüldüğünde normale dönecektir. . Laik devlet düzeninin bozulmasından endişe ederek türbana karşı çıkanların korkularının üzerine üzerine gidip, tartışmayı meydan okuma zeminine çekmenin, esas meseleye bir yararı olmadığı gibi halka da yok. CHP de bu konuya ciddi biçimde eğilmek zorunluluğunu hissediyor bugün. Kendi içindeki tartışmanın ciddiyeti bunu gösteriyor. Başörtüsü meselesi normalleşmeli ki, bu mesele kadın hakları açısından, özgürlükler açısından yeni baştan, devlet müdahalesi olmayan bir ortamda ve sosyal gerçekliği içinde tartışılabilsin. İKİ BAŞBAKAN VE BİR GOL ANI ÖNCEKİ sabah gazetelerdeki fotoğrafı gördünüz mü? Türkiye- Almanya milli maçı sırasında çekilen resimde her iki ülkenin başbakanı yan yanaydı. Ama bu sahne sanki VİP tribününde değil de, fanların tribünlerinde çekilmişti. Başbakan Merkel ayağa fırlamış, iki elini yumruk yapmış ve gırtlağının var gücüyle Almanya’nın golünü kutluyordu. Ama ne sevinç. Futbolda aşılmaya çalışılan maço kültürün, karşı tarafı ezmek için geliştirdiği vücut dili Almanya başbakanının coşkusunda kendini ele verirken, Başbakan Tayyip Erdoğan ise takımının yediği gol karşısında kahrolan taraftarın, tepeden tırnağa sinir ve küskünlük fışkıran “halet-i ruhiyesine” gömülmüş oturuyordu. Bana göre, Almanya Başbakanı sevincini daha ölçülü bir biçimde dile getirebilir, Başbakan Erdoğan da rakibin golünü ayakta olmasa da oturarak alkışlayabilirdi. Aklıma 1982’deki Dünya Kupası’nda İtalyan Cumhurbaşkanı Sandro Pertini geldi. İtalya, Almanya maçını izlemek için İspanya’ya gitmişti. Maç 3-1 biti. Ama İtalyan milli takımının 3’üncü golünden sonra Cumhurbaşkanı Pertini’nin ayağa fırlayarak çeşitli el kol hareketleri yapması dünya medyasında günlerce konuşulmuş, yazılıp çizilmişti. Devlet temsilcilerinin milli maçlarda hareketlerini kontrol etmeleri gerektiği konuşulmuştu. Çünkü devlet başkanlarının bir futbol maçını birlikte izlemelerinin, centilmenlik ve dostluk mesajı vermek amacı da var. Hele, Avrupa’nın en kalabalık Türk nüfusunun yaşadığı Almanya’da bu mesajın önemi daha büyük değil miydi?