Tayyip Erdoğan'ın etrafında devamlı negatif elektrik var

Aydın Menderes, geçirdiği trafik kazasından bu yana ilk kez Aydın'daki baba ocağı "Çakırbeyli Çiftliği"ne gitti, dolaştı ve Hürriyet'in sorularını yanıtladı.

Aydın-Muğla karayolu üzerindeki Çakırbeyli tabelasından içeri sapın, Çine Çayı köprüsünden geçtikten sonra solunuza bakın.

Traktörlerin koşuşturduğu eski bir garaj, tek katlı küçük bir ev, fıskiyeli havuzunda kurbağa kaynayan iki katlı büyük taş konak görüyorsanız, orası tarihi Çakırbeyli Çiftliği'dir. 27 Mayıs 1960'ta Yassıada'ya tıkıp 17 Eylül 1961'de boynuna ilmik geçirdiğimiz başbakan, siyaset adamı Adnan Menderes'in, ‘‘Has Bey’’in dillere destan çiftliği. Aydın Menderes, geçirdiği trafik kazasından sonra ilk kez bizimle girdi baba ocağına, hem de merhum babasının 104. doğum gününde. Kızgın güneşe aldırmadan, kendi yönettiği tekerlekli sandalyesiyle bahçede tur attı, babadan kalma traktörleri okşadı. Son oğul Menderes, atalarından kalma portakalları, erikleri, zeytinleri, kayısıları, limonları, mandalinaları, pamukları, zeytinleri, mısırları özlemişti. Yeni yaptırdığı tek katlı, rampalı, klimalı mütevazı evinin verandasında kuş korosu eşliğinde vefa abidesi sevgili eşi Ümran hanımla zeytinyağlı dolma, köfte, salatalık, domates, karpuz yemeyi de çok özlemişti. O gün her şey çok güzeldi; ta ki Aydın'daki Adnan Menderes Anıt ve Müzesi'ni görünceye kadar. Oraya gitmeyi teklif ettiğime bin pişman oldum ama iş işten geçmişti. Nereden bilebilirdim ki, Adnan Menderes adıyla bütünleşen Aydın ili, bir gün ‘‘Has Bey’’ini kaderine terk edecek... Kapısı zincirli, dumanlı kafaların duvarına yağlıboya ile ‘‘Çileli Çocuk Emo’’ yazdığı, giriş yolu bile belli olmayan Adnan Menderes Müzesi... Ve çevresi plastikler, pet şişeler, naylon torbalar, aklınıza gelebilecek her türlü pislikle dolu Adnan Menderes Anıtı...

Aydın Menderes, bu tabloyu görünce eminim içten yıkıldı ama, o sınırsız hoşgörüsüyle gıkını çıkarmadı. Bu tablodan isteyen istediği dersi çıkarsın, biz de kısa keselim Aydın havası olsun. Pamuğun, zeytinin fabrikalara deveyle çekildiği, toprağın çift öküzle sürüldüğü günlerden tarlanın lazerle sürüldüğü teknolojiye geçen Çakırbeyli'ye hoş geldik.

Erbakan’ı Erdoğan’a tercih ederim

- Ben Erbakan'ı Erdoğan'a tercih ederim, çünkü en azından neyin ne olduğunu bilir, tecrübesinden kaynaklanan vahim hatalar yapmaz. Ayrıca Erbakan dış ilişkiler açısından Erdoğan'a göre çok daha ulusçu ve Türkiye'nin bağımsızlığından yana. Tayyip Erdoğan'ın ise ne yapacağı belli değil, tam bir kapalı kutu. Kendisini hangi kişilerin, hangi fikirlerin nasıl yönettiğini bilmiyoruz. Herkes Erdoğan'a sormalı; ‘‘Ne idiniz, şimdi ne oldunuz?’’ diye. Bu sorunun cevabı verilmeden, ‘‘Bizim değiştiğimize inanın’’ demek dayatmadan başka bir şey değildir, son derece antidemokratik bir tavırdır. Tayyip beyi şahsen tanımam, uzaktan izlediğim kadarıyla etrafında devamlı bir negatif elektrik var. Üslubunda hep bir tehdit, bir meydan okuma kokusu var. Girdiği her yerde kavga çıkabilirmiş gibi geliyor bana. Kabadayılık ülke içine değil, gerekirse dışarıya yapılır. Benim Türkiye adına endişelerim var, herkesin de yüreği ağzında, şoför acaba bir terslik yapar mı diye. Mesela Tayyip Bey, o şiiri niçin Siirt'te okuduğunu bugüne kadar açıklamadı, bu toplum da ona bunu sormadı. Şiirin Ziya Gökalp'e ait olduğu söylendi, o da tam belli değil. Erdoğan'ın o şiiri bir daha okur mu, okuması kimisi için bir ümit, kimisi için endişe kaynağı. Erdoğan'ın başbakanlığına en çok Erbakan'ın hayret ettiğini zannediyorum. Herhalde Erdoğan başbakan olduğunda Hoca katıla katıla gülerek ‘‘Bana inat, başlarına getirdiklerine bakın’’ demiştir. AKP'nin bir merkez sağ partisi olmasının garantisi, eski Refah Partisi'nin devamı bir partinin kurulmasındadır, Saadet bu haliyle ne yapar bilemiyorum. Her ne olursa olsun, Türkiye'nin ışığını kimse köreltemez, AKP kendi ampulünü taktı. Patlarsa Türkiye ışıksız kalacak değil, başka bir ampul takıp yoluna devam eder.

Has Bey’in Çakırbeyli Çiftliği’nin tarihi

- Çakırbeyli Çiftliği rahmetli babama babaannesi Fıtnat Hanım'dan kalma. O zamanlar dağıyla, merasıyla, zeytinliğiyle, ovasıyla toplam 35 bin dönüm civarındaymış. Babam, 1946'ya kadar bunun çok büyük bir kısmını köylüye çok ucuza dağıtmış, kendisine 2200 dönümünü bırakmış. 1926'da Macar ustalara kendisi için bir çiftlik evi yaptırmış. Evin kulesi olduğu için yakın zamana kadar buranın adı semt olarak ‘‘Kule’’ diye geçerdi. Adnan Bey, çiftçilik yaptığı yıllar boyunca bütün ürününü TARİŞ'e vermiş, bir tek kilo pamuğu tüccara, çırçırcıya satmamış.

1950'de kuleli ev bütünüyle tadil edilip bu iki katlı ev yapılıyor. Bu arada makineli tarım için 9 traktör alınıyor. Tam o sırada Adnan Bey başbakan oluyor ve yeni evine yerleşemeden Ankara'ya naklediyor. 27 Mayıs'tan sonra buraları bütünüyle mühürlendi, Örtülü Ödenek Davası nedeniyle traktörlere kadar her şeye haciz kondu. Ben çiftliği ilk kez 1966'da afla mühürler açıldıktan sonra annem ve ortanca ağabeyimle geldiğimizde gördüm. Her yer bakımsızlıktan çok haraptı, evin duvar kağıtları sökülmüştü. Babamın oturduğu koltuklar divan, yemek masası, porselen yemek takımları toz içindeydi. Üst kata çıktığımda odalardan birinde bir leylek ölüsüyle karşılaştım. O zaman burada elektrik yoktu; burada ampulü ilk defa 1973 Martında yaktık. Babam başbakan olduğu halde kendi köyüne ayrı bir şey yaptırmamış. Bir süre sonra rahmetli ağabeylerimle ortak karara vararak evi müze yapmaya karar verdik. Daha sonra ailede benim dışımda kalan da olmadığından içinde çok az bir düzenleme yapabildik. Seçim çalışmaları sırasında baba evinin alt katına bir yatak serip orada kalmaya başladım. Bu arada eski bekçi evini de kendimiz için tek katlı mütevazı bir şekle çevirirken trafik kazasını geçirdim. O günden beri baba evine ne ben girebiliyorum, ne de Ümran. Büyük ağabeyimin çocukları hisselerini 1975'te sattı; burada benim, ortanca ağabeyimin eşi ve oğlunun hisseleri var. Benim üzerime düşen şu anda 750 dönüm toprak, burada ağırlıklı mahsul pamuk. Biz 30 senedir araziyi 3'e bölüyoruz, 3'te 2'sine pamuk ekiyoruz, geriye kalana önce buğday, sonra mısır ekiyoruz. Bu sene 140 ton buğday, 350 ton mısır ve 500 ton pamuk bekliyoruz.

Bırakmazlar oğlum babanı asarlar

- Rahmetli annem, 27 Mayıs'tan sonra baş başa kaldığımız vakitler bana hep ‘‘Bırakmazlar oğlum, babanı asarlar’’ derdi. Hiç ümitli olmadı, bunun için bir gerekçe de göstermezdi, belki bir önseziydi. Babamı Yassıada'da son görüşümüzde ona tek bir şey söylemek geçti içimden ama, söyleyemedim. ‘‘Baba, seni nereye koyarlarsa koysunlar, sana ne yaparlarsa yapsınlar, bu millet senin bıraktığın aynı millet. Dün sana iyi diyen bir kişi, bugün sana kötü demiyor. Ama, dün kötü diyenlerin çoğu çoktan iyi demeye başladı. Bunları ona Yassıada komutanın yanında söylesem, kesinlikle zarar verirdim, başka işkencelere yol açılırdı. Bilemiyorum, Marmara'ya bakan odasında 24 saat başında bir nöbetçiyle yaşarken neler düşünüyordu? 1960'ta Yassıada'da başlatılıp 17 Eylül 1961'de İmralı'da konulan bir nokta var, bunun dünyada eşi emsali yok.

Babamı tekrar iktidara gelir diye idam ettiler

- Bayar'la Menderes arasında en azından hem mizaç, hem de farklı dönemlerin insanları olmaları bakımından ciddi farklar var. Keşke Türkiye demokrasiye tam olarak ya Atatürk zamanında girseydi ya da Atatürk'le birlikte Cumhuriyetin ikinci kuşağında girseydi. Bayar muhalefetle daha ılımlı ilişkileri telkin etmesi gerekirken, hep İsmet Paşa fobisiyle hareket etmiş. Rahmetli Menderes, bir yerde Bayar-İnönü makasının arasında kalmış, hatta kuşatılmış. Ya Bayar kendine daha fazla benzeyen bir başbakan bulmalıydı ya da Menderes, 1960'lı yıllara doğru Demokrat Parti'den yeni bir cumhurbaşkanı çıkarmalıydı. Bayar, 1960'lara doğru Demokrat Parti için yük olmuştu, sevilmiyordu. Menderes geçmişinden dolayı idam sehpasına gitmedi, tekrar gelir, bunu kimse önleyemez diye idam edildi, diri diri gömüldü.

YARIN: AVRUPA BİRLİĞİ ASKERLE AKP’Yİ KARŞI KARŞIYA GETİRMEK İSTİYOR
Yazarın Tüm Yazıları