Paylaş
Spil Dağı'nın efsaneleri var tabii. Tanrıça Niobe'nin yedisi kız yedisi erkek olmak üzere on dört çocuğu varmış. Tanrıça Leto'nun ise sadece Apollo ve Artemis adlarında iki çocuğu bulunuyormuş. Niobe doğurganlığıyla övünürmüş. Niobe'nin övünmeleri Leto'yu kızdırmış ve çocuklarına Niobe'nin cezalandırılmasını söylemiş. Artemis ve kardeşi Apollon, Spil Dağı'ndan attıkları oklarla Niobe'nin çocuklarını öldürmüşler. Niobe çocuklarının başında ağlamaya başlamış ve Zeus'a kendisini çocuklarının başında taşa döndürmesini istemiş. Zeus da bu isteğini yerine getirmiş ve Niobe'yi, Spil Dağı eteklerinde bir taşa çevirmiş. Ağlayan Kaya efsanesi bu şekilde. Efsaneler de tarih gibi acılarla dolu.
Spil Dağı eteklerindeki Sülüklü Göl'e bahar gelmiş. Sapsarı çiçeklere papatyalar karışıyor. Bulutlar Spil dağıyla raks ediyor. Hemen etrafa yayılıp kendimize rüzgârsız bir yer bulmaya çalışıyoruz. Bunca yıllık kamp hayatımda ilk defa matta yatacağım. Çadırımızı kurduktan sonra biraz vücudu topraklama zamanı. Gölde o kadar çok kurbağa var ki. Biz göle yaklaştıkça zıp zıp atlıyorlar. İlk gölü gördüğümüzde biz burada yüzeriz demiştik arkadaşımla ama hiç niyetimiz yok.
Kısa bir dinlenme molasından sonra küçük kanyonda deneme yapmak için yola düşüyoruz. Doğa benim evim ve evime bahar gelmiş. Her yer yemyeşil, mis gibi kokuyor. Çiçekler sapsarı. Kendimizi çiçeklerin üstüne atmaktan alıkoyamıyoruz. Yol yorgunluğunun üstüne küçük kanyonda inişler gerçekleştiriyoruz. Bu sefer sonumu düşünmek istemiyorum. Gün sonu yardan inmekten daha çok kamp alanına geri dönmek yoruyor.
Obamızın başı Meral Hanım yine işbaşında. Yavrularını doyurma peşinde. Bu seferde yemek hazırlanırken iştirak edemiyorum. Yiyici takımdayım yine. Yemekler yenip çay faslına geçilirken katılımcılardan biri sazını diğeri bendirini alıyor. Başlıyor çalıp söylemeye. Hayatımda gördüğüm en kocaman saz, sahibi de kocaman gerçi. Ateş, müzik, gözüme kaçan dumanlar, mis gibi is kokmama rağmen hiç bir şey keyfimi bozamıyor. Saz çalan arkadaşın yanında kendime dumansız ve sıcak bir bölge ararken ittirip durmuşum o çalarken. Şarkı arasında beni uyarınca beni bir gülme alıyor. Bende beni birisi ittiriyor sanıyorum. Meğer ben ona çarpıp geri geliyormuşum. Arkadaşın kocaman olduğunu söylemiş miydim? Aslında kampta olduğumuz gün Türkiye'den de görülebilen en büyük meteor yağmuru var ama biz öyle yorgunuz ve sabah o kadar erken kalkacağız ki yatmayı tercih ediyoruz. Aklımda kalmadı değil ama bazen hepsi bir arada olamıyor.
Sabaha karşı donmalarım titremelerime karışıyor. Böyle üşüyünce insan daha bir cenin pozisyonuna bürünüp daha bir hareketsiz kalıyor. Bu da daha çok üşütüyor. Gül ve ben büzüşmüşüz resmen. Saatin çalmasıyla ayaktayım ama sanırım hiç mutlu değilim. "Bahar yeter artık, bu son olsun" diye kalkıyorum. Hala donuyorum. "Bunu da yap sonra emekli et kendini" diyorum. Üşüyorum, uykum var, boynum tutulmuş, yerde uyumayı sevmedim. Mızmızlanmaya vaktim yok. Giyinmeliyim. Çadırı toplamalıyız. Uyku tulumları, eşyalar, kap kacak... Topla topla bitmiyor. Araca eşyaları taşı taşı bitmiyor. En sonunda kamp alanında kahvaltı için oturunca bir derin nefes alıyorum ve sabah kalktığım zamanki duygularımdan eser kalmıyor. Kamp alanımızda tamamen doğayla baş başayız. Bir tesis yok. WC yok. Sadece küçük bir çeşme var.
5 ayrı gruba ayrıldık. Öncü gruptayım. Yarıkkaya için bir saate yakın yürümek gerekiyor. Sabah 8 civarı başladığımız kanyondan 4 civarı çıkmayı hedefliyoruz. Grubumuzda iki tane de çocuk var. Bizden daha cesaretli ve başarılı oldukları gerçek…
Eski yıkık ağılın oradan hemen sonra kanyon başlıyor. Daha önce öğrendiklerimiz ve bir gün önce yaptığımız pratikle artık daha bir korkusuz çaylaklarız. Aşağılara bakmıyorum. Otomatikte karabinamdaki sekizlimi çıkartıp ipe doğru girmeye çalışıyorum. Grubumuzdaki çocuklar ne kadar şanslı. Biz bu yaşımızda bunu yapmaya çalışırken onlar hayata ne kadar erken başlıyor.
Tam 27 kere irili ufaklı uçurumdan kendimizi aşağı atmamız gerekiyor. İki tanesi var ki gerçekten korku filmi gibi. İnsan "Bunu neden yapıyorum ki?" diye sorguluyor. "Hocam biz buradan nasıl ineceğiz" diyorum. Birinden "Kütür kütür ineceğiz" diye bir laf çıkıyor. Gel de gülme. Sinirlerim zaten oynamış yerinden, zembereğim şaşmış, çeneme vurmuş durmadan konuşup gülüyorum. 27 saat filminden bir kare sanki karşımdaki. İki yar arasına sıkışmış bir kaya ve biz o kayanın tam altından metrelerce aşağı ineceğiz. Oradan inmekten başka çaremiz yok. Geri dönemeyiz. Kız çocuğumuzun gözyaşları içimi acıtıyor. Bacaklarının titremesi, sarkıttığı alt dudağı, ıslatmamak için uğraştığı güzel kirpikleri ölsem aklımdan çıkmaz artık. Diğer çocuğumuzu tutabilene aşk olsun. İbrahim hocam diyor ki "Bir iki seneye ölmezsen çok güzel bir hayatın olacak". Öyle zapt edilemiyor ve fazla korkusuz. İpe güven, ipe güven tamam güveneyim de Allah’ım neden burası bu kadar yüksek? Neden ayağımı koyacak bir yer yok? İki dizim yerde yüreğim de tam ağzımda içimden kendime ettiğim küfürler kulağımda "Lanet olsun dostum" diye diye iniyorum. O negatif iniş denilen şey var ya, işte o lanet şey yüzünden o kadar toplamama rağmen saçlarım çatır çatır yolunuyor. Negatif inişlerden nefret ettiğimi söylemiş miydim?
İnsan bir inince bir rahatlıyor ki anlatamam. İki dağ arasındaki bir yarıktayız. Gökyüzü tepelerde bir yerlerde... Güneş de var dışarıdaki dünyada ama bize yok o güneş. Allah’ın unuttuğu bir yerde iki dağ arasında bir ipin ucundan durmadan kendimizi uçurumlara sarkıtıp duruyoruz. Her inişte de bir mutlu oluyoruz. Böyle anlatınca ne kadar saçma geliyor değil mi? Ama değil işte. Sınavımız kendimizle…
Mağara denilen genişçe bir alanda mola veriyoruz. Her grup arkadaki ile peş peşe gidiyor. Birbirinden sorumlu. İkinci grupta yakalıyor bizi molada. Bir şeyler yiyoruz ve dinleniyoruz. Benim bedenim böyle etkinliklerde dinlenmeyi ve yemeyi sevmez hiç. Ne kadar dinlenme o kadar vücut soğuması, adrenalin düşmesi ve yorgunluk getirir. Bu sefer de farklı olmuyor. İkinci etap benim için daha zorlu artık. Yorulduk tabii ve çok bekledik. Benim gibi sabredemeyen birine hayat beklemeyi öğretiyor. Mağara denilen yere biri incir ağacı dikmiş ve yanına bir not bırakmış. Gelip geçen sulasın önümüzdeki yıllar gelip geçerken meyvesini yeriz yazmış. Ne güzel insanlar var. Hocalarımıza hakikaten sabırlarından dolayı teşekkür etmek lazım. 27 iniş her bir insan için 27 ayrı ipe girişi kontrol demek. Bizim grup 16 kişi. Bir de buna biz çaylakların fotoğraf aşkı eklenince, emniyetçiye "Hocamm emniyet, bir foto şeyettircez de" demelerimiz ve bu ricamıza hiç gık dememeleri. İyi ki varsınız.
Saatler süren geçişte sonlara doğru artık dizlerim beni taşımıyor. Kanyonun içinden uzaktaki evi ve otobanı görmek çok şaşırtıcı… Hem bu kadar bakir hem de dış dünyanın hemen yanı. Dışarıda bir hayat var ve biz başka bir dünyadan oraya bakıyoruz. Sanki hep orada yaşayacakmışım gibi hissetmişim demek ki. Kanyondan sallana sallana zafer kazanmış edalarıyla bir çıkışımız var. Yok böyle bir keyif. Tüm yorgunluk, sabah hissettiğim duygular her şey çok uzaklarda. Bir hedefim var ve bu hedefe giderken bir engeli daha aşmanın rahatlığı var. Başarmak ve kendinle olan savaşından galip çıkmak nasıl güzel bir duygudur. Korkularının üstüne üstüne gidip bir hiç olup hayatta sahip olduklarımızın aslında ne kadar kıymetli olduğunu anlamak... Sıcak bir ev, bir yatak, dört duvarı olan bir tuvalet bile şükretmek için yeterli değil mi? Yaptığım hiç bir spor için bu kadar eğitim almadım ben. Normalde bu sporu da yerinde öğrenip yapıp rafa kaldırmam gerekirken neden bu kadar eğitim? Bilmiyorum ama ben bu ekibi sevdim ve bir kere bir şeyi de usulüne göre yapmaktan keyif aldım.
Fotoğraflar: Bahar GÜNDOĞDU / Daha detaylı bilgiler için www.nerdesinbahar.com linkine tıklayınız.
Paylaş