Yaşlanmayan leydi: Brugge
Colin Farrell ve Brendan Gleeson’un muhteşem oyunculuklarıyla bende ayrı bir yeri olan ‘In Bruges’ filminden sonra hayalini kurduğum yerlerin başında geliyordu Brugge... Kendimi el değmemiş bir Ortaçağ kentinde hissetmek, orijinalliği bozulmamış bir şatoda konaklamak ve bir masalın tam ortasında uyanmak için “Brugge’de olmalıyım” diyordum. Öyle de oldu...
Brüksel’den sonra Belçika’daki en önemli durağımız Brugge, II. Dünya Savaş’ında zarar görmeyen tek yer olarak, günümüze kadar bozulmadan gelmeyi başarmış mimarisiyle bizi gerçek bir Ortaçağ şehri olarak karşıladı.
Brugge’ün bu kadar ihtişamlı olmasını sağlayan yerlerin başında 122 metrelik yüksekliğiyle Our Lady’s Church (Bizim Leydi Kilisesi) geliyor. Zamanın Burgonya Dükü ve halk tarafından çok sevilen kızı Maria burada yattığı için kiliseye bu ad verilmiş. Bu görkemli kilisenin sağ tarafında Michelangelo’nun dünyaca ünlü eserlerinden Madonna and Child (Madonna ve Çocuk) heykeli yer alıyor.
Michelangelo’nun bugüne kadar İtalya dışına çıkan ve defalarca kez çalınmasına rağmen her seferinde Brugge’e bir şekilde geri getirilen bu muhteşem eseri şimdilerde kurşungeçirmez bir camın arkasında sergileniyor.
İster bisiklet ister fayton
Şehrin bir diğer önemli yapısıysa Burg Meydanı’nda yer alan Belfry Kulesi. Yüksekliği 83 metre olan kiliseye çıkmak isteyenler 366 basamağı tırmanmak zorunda. “Ben idmanlıyım, kuleyi koşar adım tırmanırım” diyenleri yukarıda muhteşem bir manzaranın beklediğini de şimdiden söyleyebilirim. Burayla ilgili efsane de bir o kadar ilginç. Kulede yer alan 7 büyük çanı çalan zangocun şehirdeki en fazla maaşı aldığını söylüyorlar.
Brugge’ün dar sokaklarını arşınlarken neredeyse hiç araba görmedim. Düz bir coğrafyaya sahip olan şehirde yaşayanların en büyük ulaşım aracı bisiklet. Sadece bisikletleriyle değil kanallarıyla da Amsterdam’ı andıran Brügge’ü keşfetmenin bir diğer yolu da heybetli atların çektiği faytonlar.
Aşkın kokusu çikolata
Brüksel’de olduğu gibi Brugge’de de gezerken en çok içime çektiğim şey ‘çikolata kokusu’ oldu. Oksijenden çok soluduğum çikolata konusunda Bruggelüler oldukça da iddialı. Dükkânlara girerken yerde gördüğüm “Çikolatanın en iyi olduğu yerdesiniz” yazısı içeri adım attığımda yerini gözlerime inanamadığım çeşitlere bıraktı. Çikolatanın yanı sıra biralarıyla da Brüksel’den farkı olmayan Brugge’ün en önemli duraklarından biri de ‘2be-the Beer Wall’. Kanalın muhteşem manzarasını sıfır noktasından izlediğim bu mekândan içeri girdiğimde kendimi bir müzenin içindeymişim gibi hissettiğimi de belirtmeliyim.
Brugge’ün sihri ise ilginç bir ayrıntıda gizli. Şehrin dar sokaklarında birbirinden ihtişamlı binaları gezerken kendinizi bir anda etrafı ormanlarla kaplı Minnewater Gölü’nün kenarında bulabiliyorsunuz. Bu göle ben ‘aşk gölü’ demeyi tercih ediyorum. Bembeyaz kuğuların süzülerek yüzdüğü, yeşilliklerle sarmalanmış göle ulaştığınız anlarda yüzünü gösteren güneş, romantizmi unutmuyor. Bu masalsı şehir üzerinize yağdırdığı ani yağmurlarla var olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşatmayı da ihmal etmiyor.
Brugge’den giderken aklımda kalan tek şey “Sonsuza kadar burada yaşayabilirim” düşüncesiydi. Buradan istemeye istemeye ayrılırken yanımda götürdüklerim ise bolca fotoğraf, çikolata ve dantel oldu…Bu arada sevgilisinden ısrarla Brugge’e gidelim teklifi alan hanımlara ‘Dünyada tek taşla yapılan ilk evlilik teklifinin’ burada yapıldığını da hatırlatmak isterim.
Brugge’nin gurme müzeleri
1- Patates Kızartması Müzesi: Patates kızartması Avrupa’nın her yerinde sahiplenilir ama patates siparişini bu topraklarda verecekseniz, ‘Belgian fries’ demenizi istiyorlar. Müzeyi gezip bu eşsiz patateslerine tadına mutlaka ama mutlaka tadın…
2- Çikolata Müzesi: Belçika deyince çikolata ve waffle kavramlarını asla aklınızdan çıkarmayın. Yolunuz Brugge’e düştüğünde ise önce Çikolata müzesine ardından Laurenzino’ya uğrayıp muhteşem waffleları düşünmeden midenize indirin.
3- Bira Müzesi: 2be-the Beer Wall ve Bira Müzesi’ne uğrayıp dünyanın en eşsiz biralarını mutlaka deneyimleyin. Nehrin kenarında manzarayı seyre dalıp, serinlemek isteyenler için önerim ise Brugge şehrinin birası olan ‘Brugse Zot’.
Yapmadan dönmeyin
1- L.E.S.S: Açılımı ‘Love, Eat, Share, Smile’ (sev, ye, paylaş, gülümse) olan restoranda, otantik ve el değmemiş tarifleri bulabilirsiniz. Sloganında olduğu gibi severek yiyip, dostlarınızla paylaşacağınız harika bir yemek sonrası buradan gülümseyerek ayrılmaya hazır olun.
2- The Gulliver Tree: Biz Türkler dünyanın neresine gidersek gidelim bir çay içmeden yapamıyoruz. Kökleri İngilizlere dayanan bu mekânın sahiplerinin düzenlediği özel çay saatleri de benim gibi çay meraklıları için ideal.
3- Hotel Duke’s Palace: Meydana sadece 200 metre mesafede yer alan tesis, 15. yüzyıldan kalma eski bir dukalık konağı olarak da biliniyor. Ferah odaları, geniş bahçeleri ve terasıyla şehrin dokusunu en iyi yansıtan yerlerin başında geliyor.