Yaşar Kemal’in köyünde...
Her şey bu köyde başladı... Türkiye edebiyatını dünyaya taşıyan o gürül gürül derenin kaynağı burada. Bu yüzden köyün girişinde bir roman kahramanının heykeli var. Burası geçen hafta kaybettiğimiz Yaşar Kemal’in köyü Hemite. Nedim Gürsel, büyük yazar hakkında kaleme aldığı ‘Yaşar Kemal - Bir Geçiş Dönemi Romancısı’ (Doğan Kitap, 2008) isimli eserinde Hemite’ye seyahatini anlatıyor. Kitaptan alıntılar...
BİR MECBUR ADAMIN HEYKELİ
Yaşar Kemal’in köyü Hemite’nin girişinde, iki eliyle kayalıkların arasından doğrulan genç bir adamın heykeli var. Önünden akıp giden Ceyhan’a çevirmiş bakışlarını, yarı beline dek çıplak. Birini bekliyor gibi; düz ovayı çepeçevre sarmış dumanlı dağların ötesinden gelecek bir haberciyi, belki de jandarmaları. Ya da sıcaktan bunalmış, ırmağın serin sularına bırakacak ince, güzel bedenini. Gözü uzaklarda ya, aklı burada, sırtını kayalık dağa yaslamış köyün yoksullarından. Kale yıkıntısının gölgesi düşüyor suya, sıcakta ağaçlar mavi yeşil bir buğuda dalgalanıp eriyor. Bana kalırsa köy halkının Safiye Memed dediği İnce Memed bu, Yaşar Kemal’in tüm dünyaya tanıttığı eşkıya. “Eşkıyanın da heykeli dikilir miymiş” demeyin. Eğer bu eşkıya ağa zulmüne başkaldırıp zenginden aldığını yoksula vermişse, halkın ortak bilincinde bir ermişe, bir kahramana, giderek bir efsaneye dönüşmüşse, onu ölümsüzleştiren yazarın deyimiyle bir ‘mecbur adam’sa, artık ondan hiçbir haber alınmıyorsa, ‘imi timi belirsiz’ olmuşsa, ortadan her kayboluşunda dağın doruğunda bir top ışık patlıyorsa, eşkıyanın da heykeli dikilir. Evet, bir eşkıyanın bile!
BİZİM KEMAL SUYA BAKAR DURUR
Hemite’ye girdiğimizde çevremizi saran köylüler geliş nedenimizi sormadılar. Yaşar Kemal’in izini sürdüğümüzü anlamışlardı sanki. Sandalyelerimizi bir bakkal dükkânının önündeki ağacın gölgesine çekip oturduk. Başladık sohbete. Buranın insanlarıyla sohbet bir başka oluyor. Öylesine konuşkan, cana yakın, tatlı dilli insanlar ki...
“Bizim Kemal köye geldi mi, çocukken ne yapmışsa yine onu yapar” diyor biri.
“Nasıl yani?”
“İşte, ne bileyim, Kuruyazı’ya gitmişse, yine oraya gider mesela. Hangi taşa oturmuşsa o taşın başına varır çıkar.”
“Peki, bu dağın tepesine de çıkar mı?”
“Heç çıkmaz mı, çıkar tabii. Tepede Hamit Dede deriz bir ermişin mezarı vardır, gidip o mezara dayar sırtını, saatlerce yerinden kımıldamaz. Üç top ağacın altındaki kaklıkta kaynayan suya bakar durur.”
BURADA BİR ERMİŞ KİŞİ YATAR
‘Binboğalar Efsanesi’nin son bölümü geliyor aklıma. Yerleşmek isteyip de koskoca Çukurova’da bir karış toprak bulamayan Karaçullu obasının, eski püskü kıl çadırlarıyla gelip Hemite Dağı’nın yamacına konuşunu düşünüyorum. “Burada bir ermiş kişi yatar tek başına” diye yazar Yaşar Kemal o romanda: “Ne kerameti, ne iyiliği, ne kötülüğü, ne de bir efsanesi vardır Hamit Dede’nin. Orada, dağın doruğunun ortasında, ulu kesme ağaçların altında rahat, kaygısız yatar durur.”
Köyün adının bu Hamit Dede’den geldiğini öğreniyorum köylülerden. Ve Anadolu’daki her ermiş gibi Hamit Dede’nin de bir kerameti, bir efsanesi olduğunu. Bu Hamit Dede köyün çobanıymış. Bir gün sürüyü dağda otlatırken bir koyun kaçıp kaybolmuş. O da, Hemite köylülerinin deyimiyle ‘mala intizar eylemiş’, “Taş olasınız!” diye lanet okumuş. Bunun üzerine taş kesilmiş koyunlar.
“Ay ışığında git bak” dedi bir köylü, “mezarın yanında koyun gibi taşlar var hâlâ.” Ağaçların altındaki kaklıklarda mezara en yakın olanı ne pislik tutuyormuş ne yosun ne de kurbağa.
LOKMAN HEKİM DE ÇUKUROVALI
“Lokman Hekim gelmiş buralara, bütün bu çiçeklerden ilaç yapmış diyorlar.”
“Doğru, gelmiştir. Her derdin ilacını bulmuştur, ölümün hariç.”
Bu Lokman Hekim dedikleri, MS birinci yüzyılda Anazarbos’ta (bugünkü adıyla Anavarza) yaşamış, ‘Materia Medica’nın yazarı, eczacılık biliminin kurucusu Dioscorides olmasın! Onun binbir özenle çizdiği aloe (sarısabır), arım maculatum (yılanyastığı), asphodelus racemosus (çiriş), cinium maculatım (baldıran), physalis alkagenki (güveyfeneri) adlı bitkileri düşünüyorum. Halk ne güzel, ne kadar renkli karşılıklar bulmuş Latince adlarına. Yaşar Kemal’in Lokman Hekim’in üzerinde bu denli durması, hemen her romanında doğma büyüme Anavarzalı Dioscorides’ten söz etmesi boşuna değilmiş demek. “Mağrıbı maşrıkı dolaşmış Lokman, en sonunda Çukurova’ya gelmiş. ‘İşte aradığım toprak burası’ demiş. Çukurova’yı mekân tutmuş... Yeryüzünde ne kadar ot, çiçek, bitki varsa hepsi Çukurova’da varmış. Lokman da durmadan Çukurova’da dolaşırmış. Yarpuz kokuları, sarı gözlü nergis kokuları, böğürtlenler, itburunları içinde... Otlar ne dediyse defterine yazmış. İşte o devirde hastalık ortadan kalkmış.” Binboğalar’a dönüyorum yeniden. Yaşar Kemal, Lokman Hekim’in efsanesi gibi, doğduğu köye adını veren Hamit Dede’nin türbesini de ne güzel anlatır bu romanda:
“Bazı günler top ağaçları bulutları örter, işte o zaman dağın üstünde ikinci bir doruk gibi duran top ağaçlar gözükmez olur. Hamit Dede’nin türbesinin çevresi nergisliktir. Kaya nergisleri koyu, baş döndürücü kokarlar.”
NASIL GİDİLİR?
Yaşar Kemal’in köyü Hemite, Osmaniye Kadirli yolunun 23’üncü kilometresinde. Osmaniye’den kalkan dolmuşların yaklaşık 20 dakikada ulaştığı bölgeyi gezmek için Osmaniye ve Kadirli en uygun konaklama olanaklarını sunuyor.
Kadirli Karatepe Oteli: Sehit Vedat Kocadalli Mah. Kamil Kara Bulv. 3. Sok No:359, 80750 Kadirli.
Büyük Osmaniye Hotel: D-400 Karayolu üzeri, Akyar Mevkii 80000 Osmaniye
NE YENİR?
Bölgenin yöresel mutfağının temellini bulgur oluşturuyor. Bu nedenle içliköfte, sarmaiçi, batırık mutlaka tadılmalı. Bunun yanı sıra toğga, çiçcice (domatesli pilav), patlıcan dolması, yüksük, malota ve tarhana çorbası ile etli kömbe yemeden dönmemeli.
NERELER GEZİLİR?
Köyün etrafında tarihi ve doğal özellikleri ile öne çıkan görülmesi gereken birçok yer var. Köyün hemen yanındaki Kırmıtlı Kuş Ceneti bölgede mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında. Korunması için yürütülen kampanyaya Yaşar Kemal’in de destek verdiği Kırmıtlı Kuş Cenneti, 200 türden fazla binlerce kuşa ev sahipliği yapıyor.
KARANLIK BİR ORMANDAN DAHA KARANLIK
Toros dağlarının etekleri ta Akdeniz’den başlar. Kıyıları döven ak köpüklerden sonra doruklara doğru yavaş yavaş yükselir. Akdenizin üstünde daima, top top ak bulutlar salınır. Kıyılar dümdüz, cilalanmış gibi düz killi topraklardır. Killi toprak et gibidir. Bu kıyılar saatlerce içe kadar deniz kokar, tuz kokar. Tuz keskindir. Düz, killi, sürülmüş topraklardan sonra Çukurova’nın bükleri başlar. Örülmüşçesine sık çalılar, kamışlar, böğürtlenler, yaban asmaları, sazlarla kaplı, koyu yeşil, ucu bucağı belirsiz alanlardır bunlar. Karanlık bir ormandan daha yabani, daha karanlık!
İnce Memed’ten
İNSANLAR KARINCA OLMUŞTU
Gün ışıyıp da aşağısını görünce başı fıldır fıldır dönmeye başladı. Yöresinde dünya, kayalıklar, otlar, arılar kelebekler, kurumuş çiçekler karman çorman olmuş dönüyordu. Ta aşağıdaki kocaman ırmak bir derecik gibi kalmış, ovadaki yollar iplik iplik incelmiş, insanlar karınca olmuş, küçücük böcekler gibi bu karman çormana karışmış dönüyorlardı. Küçücük bir kırmızı kamyon parmak kadar, toza batmış dönüyordu. Döndü, döndü, Hasan oraya iki kayanın arasına düştü, soluk soluğaydı, bir süre orada öyle kaldı.
Yılanı Öldürseler’den