Yaşam seçimi
Seçim dediğim zaman aklınıza ne geliyor? Arenaya dönen siyaset meydanında, tozu dumana katan kampanyalara baka baka, aklımıza gelen tek şey, yerel seçimler değil mi? Ya genel geçimler, ya da yerel seçimler. Hayatımızın tek seçimi bu iki şıkka endeksli. Meydanların sahte vaatşörlerle, sahte piarşörlerle (PR) ve sahte söör’lerle dolduğu şu 3 aylık zaman zarfında, varsa yoksa, bu iki seçim kazındı beynimize.
Bitse de kurtulsak dedirten kampanyalar izledik. Yoktur birbirinden farkları, nasıl olsa sonumuz aynı, ama yine de bir sona erse de hidayete ersek dedirten seçim çalışmaları izledik.
Şöyle geriye dönüp baktığımda, işte adam gibi bir kampanya dedirten bir kampanya göremedik maalesef. Demokrasiye saygılı, cumhuriyete saygılı, halka saygılı, çevreye saygılı, toprağa saygılı, duyan kulağa ve gören göze saygılı bir kampanya göremedik maalesef.
Gören bilen varsa, no’lur yollasın. Ben de seminerlerimde üstüne basa basa anlatayım. Ama yok! Olmadı. Bu kafa ile olmaz da zaten.
Burada bahsettiğim, onlardaki kafa değil, bizdeki kafa. Biz bir koca ömür, omuzlarımız üzerinde, bin bir zahmetle taşıdığımız bu kafaları değiştirmediğimiz sürece, hayatımızın yegane en önemli iki seçimi, genel ve yerel seçimler olmaya devam edecek.
Şimdi bu yazımı okuyup, demokrasi nutukları ve siyaset dersleri verenlere kanmayın sakın. Aynı dersleri, hem de yeteri kadar biz de okuduk. İşin o kısmına değinmiyorum. Benim bahsettiğim şey, sadece ve basit bir ifade ile, boyun sapımızın üstündeki kelle. Evet evet, kellemizden bahsediyorum. Ve onun içindeki beynimizden.
İşi Aziz Nesin’e vardırmaya yeltenmeyeceğim. O değil muradım. Ama beynimizin içindeki bazı nöronların değişmesi şart.
Neler görmedim, nelere şahit olmadım ki şu üç ay boyunca. Evlerine uğramayan başkan adayları mı dersiniz, eşi ile konuşmayan kampanya menajerleri mi dersiniz, çocukları ile görüşmeyen başkan danışmanları mı dersiniz… Ne ararsanız, burada. Bir de bu bir sevgi seçimiymiş. Aşkla yola çıkmışlarmış. Seçim kampanyalarında, aynı siyasi partinin çatısı altında sadece silah çekip adam öldürmedikleri kaldı. Gerçi onu da yaptılar da, adam ölmediği için basına yansımadı…
Ne yapıyorlardı peki? Halkın gönlünü, bir siyasi partiye çekmeye çalışıyorlardı, değil mi? Göğüs kafesi içerisinde, kainatın en değerli kıymeti olduğunu bilmeyen, bilemeyen, bilmezlikten gelen zavallı bir güruh, kalp kıra kıra, gönül yıka yıka hizmete devam ediyordu. Vah zavallılar vah. Kafatası içindeki beyinlerinin potansiyelini anlamaktan mahrum bırakılmış, bir yığın, bir kitle, bir grup sadece. Çünkü yaptıklarını gördüğümde adına insan demeye dilim varmıyor.
Gecenin bir yarısı, karşı partinin bin bir emek ve zahmetle ve bilmem kaç bin dolarla yaptırdığı koca vinil afişteki adayın kafası kesiliyor. Sebep? Şiddetli geçümsüzlük. Komik. Ama traji komik. Yahu, hani bu bir demokrasi yarışıydı. Hani bu bir centilmenlik yarışıydı. Hocam onu geç! Peki tamam, onu geçelim.
Peki ya rakip partinin bilmem kaç bin dolar vererek kiraladığı bilboard’lardaki afişlerin üstüne afiş yapıştırmaya ne demeli? Orası halka ait bir yer. Ve halkın adına, orasının kira bedellerini takip eden yerel idare, o bilboard’ları bir müşterisine kiralamış. Ey halkı kalkındırmak ve halka hizmet için yönetime geleceğini bangır bangır kulak zarlarımızı patlata patlata söyleyen zavallı! Bu ne biçim bir halkçılıktır ki, ilk icraat olarak halka ait mekanlara tecavüz etmek seçiliyor?
Yolda yürürken, sırtınıza bir afiş yapıştırılmasını ister misiniz? Efendim? İstemezsiniz değil mi? Sebep? Çünkü orası sizin? Ve sizin izniniz olmadan, asla böyle bir şey olamaz. Peki ya o çarşaf çarşaf afişlerin asıldığı yerler? Yüzde 80’i, yasak. Yasal olmayan, izin alınmadan yapıştırılan afişlerden oluşuyor. İlk icraata bakar mısınız lütfen? Yönetime kalite getireceklerini vaat eden zavallılar, ilk icraat olarak halkın parasını çalmakla işe başlıyor. Adamsan, yatırsana parasını. Nereye müracaat edeceğin belli. Kimden izin alacağın belli. Bilmiyorsan, zaten o belediyeyi yönetmeye talip olma o zaman. Yatır parayı, öde harcı, al izni. Adam gibi afiş de yapıştır, pankart da. Kaçak iş yapma. Kayıt dışı ekonomiye kaçma.
Ama nerdeee? Kışkırtılmış kişiliklerimize dayattıkları yegane gerçek, hayatımızın seçimi olan genel ve yerel seçimler.
Peki ya benim kendi geleceğimi seçme hakkım. Geleceğimle ilgili seçimim?
Onun bir önemi yok. Sen bizi seç. Biz senin için iyi bir gelecek seçeriz.
Peki o halde, niye hala dünya liglerinde birinci lige çıkamadım? Avrupalı kadar kazanamadım? Çevreyi koruyamadım? Aileme sahip çıkamadım? Mutlu olacağım bir iş kuramadım? Şöyle gönlüme göre bir tatil yapamadım? Çocuklarımın istediği o güzel oyuncağı alamadım? Hastalandığımda insanca bir tedavi görmedim? İki gün kuyrukta beklemeden bana şifa verecek ilaçlarımı alamadım? Yıllarca fedakarca çalışmamın bir alın teri hakkı olan emekli maaşımı bile, kuyruklarda çile çekmeden çekemedim?
Söyler misiniz, hanımefendiler? Cevap verir misiniz, beyefendiler?
Madem her seçim öncesi, şeffaf yönetim nutukları dinledik de, neden seçim artı bir gün (fazla değil, bir gün sonra) sizi göremedim. Makamınıza gelemedim?
Hani birlikte yönetecektik?
Hani fikirlerim önemliydi, sizin için?
Karabatak gibi, nasıl da kayboldunuz bir anda değil mi? Batıverdiniz, siyasetin derin çukurlarına. Aslında sizi o çukurlardan çıkartma formülünü biliyorum.
Sizi bir daha seçmemek.
Bu kadar basit.
Ama balık hafızasına sahip olduğum için, büyük ihtimalle, seçimlerden bir gün sonra hatırlayabildiğim bu detayları, 5 yıl sonra yine unutacağım için, yıllarca tekrar ettiğiniz siyasi nakaratları, o seçimlerde de aynen önümüze koyacaksınız. Hem de pişirmeden. Isıtıp ısıtıp öne süreceksiniz. Belki cıngıllarınız bile değişmeyecek. Afişlerdeki yazıları değiştirme zahmetine bile katlanmayacaksınız belki. Belki de aynı adayla, aynı sloganla ve aynı kafayla gireceksiniz, gelecek seçimlere.
Haklısınız. Bu zafer sizin. Doya doya kutlayın. Helal olsun.
Ben kendi seçimimi yapmadığım için, dayatılmış kampanyalarınıza, şıh, şeh, ağa, bey ve mafya adına satılmış oylarınıza talip olduğum için suç bende. Gönül ve hatırla seçim yaptığım için, suç bende. Seçimlerden sonra herkese iş, herkese aş, her öğrenciye bilgisayar teranesine aldandığım için suç bende. Siz varın zaferinizin keyfini çıkartın. Beş yıldızlı otellerin roof’larında kutlama partileri verin. Kampanyanızın sonucunu kutlayın. Bütünleşik Pazarlama İletişimindeki başarınızı kutlayın. Seçim öncesi başkan adayına ; -‘Bak başkan, sen malsın, sen bir ürünsün, biz de seni pazarlayan ekibiz’ sözünüzü kutlayın. Bravo valla. Çok başarılıydınız.
Ama ben bir şey öğrendim bu seçimlerde.
Başkanlık makamınızın hemen yanı başında, hem de sizin yaptığınız gibi aylarca değil, sadece 1 saat bir müzik dinletmek istiyorum sizlere. Bakalım, zabıtanızı yollayıp susturacak mısınız, yoksa bırakın canım, o da hayatının seçim kampanyasını yürütüyor mu diyeceksiniz?
Başkanlık makamınızın hemen karşısına, aç olduğumu, işsiz olduğumu, evsiz olduğumu, bunca göz alıcı kampanyalarınıza ve bitmek bilmez vaatlerinize rağmen hala bekar olduğumu yazdığım bir afiş asacağım. Sizin yaptığınız gibi aylarca kalmayacak orda. Sadece bir günlüğüne. Bakalım, temizlik işçilerini gönderip, kazıttıracak mısınız, yoksa, bırakın assın canım, o da hayatının seçim kampanyasını yürütüyor mu diyeceksiniz?
Birkaç ay içinde, 3-5 kez makamınıza geleceğim. Yollardan topladığım pempe pancurlu ev vaatlerini aratmayan vaatlerinizin yazılı olduğu afişleri getireceğim size. Korumaları çağırıp, beni dışarı attıracak mısınız, yoksa bırakın canım söylesin, o da hayatının seçim kampanyasını yürütüyor mu diyeceksiniz?
Merak ediyorum. Sayın başkan, acaba kahvehanede boynuma sarılıp beni öptüğünüzü hatırlamanız için, nasıl bir çaba göstermem gerekecek. Mitinginize geldiğimde, teşekkür etmiştiniz hani. Acaba makamınıza geldiğimde de, o teşekkürü hatırlayabilecek misiniz? Yoksa aylarca, yıllarca süren zafer sarhoşluğunuz bitmeden, yine bir sonraki seçim atmosferine mi gireceğiz?
Afişlerinizi yapıştırdık aylarca. Beş kuruş maaş da almadık. Yemekler yolladık, kampanya merkezinize. Afişlerinizi bastık. Seçim koçluğunuzu yürüttük. Acaba bütün bunların bedelini, kazansanız da, kazanmasanız da, vakti geldiğinde ödeyecek misiniz? Ben cevabı biliyorum. Siz ödeseniz de ödemeseniz de, ben bu avanaklığımın faturasını ödeyeceğim. Kuzu kuzu ödeyeceğim. Hem de peşin peşin ödeyeceğim.
Evet, ne demiştim. Aslında bir şey öğrendim bu seçimlerden. Ben hayatımın seçimini yapmadıkça, el alemin seçimi peşinde koşmanın bir faydası olmayacak.
Hayatımın seçimi. Hayatımla ilgili bir seçim.
Nasıl bir ülke istediğime dair bir seçim. Nasıl bir yönetim istediğime dair bir seçim. Nasıl bir medya istediğime dair bir seçim. Nasıl bir eğitim, nasıl bir sağlık, nasıl bir gelecek istediğime dair bir seçim. İşimi, eşimi, aşımı, maaşımı seçtiğim bir seçim.
Bugün hangi kitabı okuyacağıma dair yaptığım bir seçim. Aklım, beynim, yüreğim, bedenim ve ruhum için yaptığım bir seçim.
Ben bütün bunları yapmadıktan sonra, siyas-etçi seçmişim, siyas-otçu seçmişim ne fark eder? Her halükarda, faturayı yine birlikte ödeyeceğiz.
Not: Yaşam kısa. Vakit değerli. Çaba kıymetli dostlar. Boş yere harcamayalım. Başkana harcayacağınız mesaiyi, başkalarına harcayacağınız mesaiyi, kendinize harcadığınızda, inanın, walla da billa da, gelecek seçimler bundan çok daha iyi sonuçlar doğuracak. Öbür türlü, her seçim sonrasında biz dokuz doğurmaya daha çoook devam edeceğiz gibi görünüyor. Seçim sizin.
Münir Arıkan
NLP Trainer Düşünce Koçu