GeriSeyahat Vietnam sonrası Kamboçya gündüz sonrası gece gibi
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Vietnam sonrası Kamboçya gündüz sonrası gece gibi

Vietnam sonrası Kamboçya gündüz sonrası gece gibi

Yaklaşık iki haftalık bir seyahatten, günlerimi 30-35 dereceler arasında gidip gelen sıcak, çoğunlukla güneşli, aydınlık, güleryüzlü insanlar arasında geçirdikten sonra eve döndüm. "Gezecek başka bir yer bulamadın mı, ne var Vietnam ve Kamboçya’da?", "Oralara kadar bunca yol, yorgunluk, masraf, değer mi?", "Oralar tehlikeli yerler..."

Bir yandan çevremdekilerin bu soru ve yorumları, öte yandan sürü sepet önyargılarla Vietnam Kamboçya gezisine gittim ve... Tepetaklak olarak döndüm. Sadece jetlag’den dolayı değil, önyargılarım da tepetaklak olmuştu.

Gezimin ana kısmı, benzer coğrafyalı komşu iki ülkeydi; benzer şeyleri göreceğimi sanmıştım. Seyahatim bitince şöyle düşünüyordum: Vietnam sonrası Kamboçya, gündüz sonrası gece gibiydi. Seyrettiğim filmlerle pekiştirilen bir Vietnam imajı vardı kafamda; yani zavallı Uzakdoğulular... Gördüğüm ise hızla toparlanan, savaşın izlerini silme azminde bir Vietnam’dı.

Vietnamlılar gördüğüm başka Uzakdoğuluların aksine gururlu, yabancıların karşısında ezilip bükülmeyen insanlar. Yine birçok Uzakdoğuluların aksine temizler. Liseli kızların kıyafeti bembeyaz, ömürleri bisiklet ve motosiklet üstünde geçmesine rağmen... Trafik kaos. Işıklar figüran rolünde. Trafik yeşil yanarken de kırmızı yanarken de keşmekeş halinde akmaya devam ediyor. Bir akşam cyclo turumuz vardı. Cyclo, Tayland’da tuktuk dedikleri, önde tek kişinin
/images/100/0x0/55eac536f018fbb8f8959b33
oturup arkada "şoförün kullandığı" bir bisiklet. Solumuzdan, bazen de sağımızdan (benim şoför, kulağı kesiklerdendi) otobüsler, arabalar, motosikletler vızır vızır işliyordu. Gezinin ilk kısmını pek bilmiyorum, gözlerim sımsıkı kapalıydı çünkü. Sonrasını ise çok iyi hatırlıyorum, gözlerimi faltaşı gibi açmıştım çünkü.

CHU CHİ TÜNELLERİ AYRI BİR HİKAYE

Gezi programımız sulak yerleri de kapsıyordu. Başkent Hanoi yakınlarındaki Halong Bay, ufacık bir yerde üç bini aşkın ada ve kayalıklardan oluşuyor. Sisli, buğulu manzaralar, biraz Phuket etrafındaki Andaman denizi... Bazı adalarda çok güzel ışıklandırılmış mağaralar. Saygon yakınlarındaki Mekong deltasında botla, kanoyla gezilebilen sazlıklar, daracık kanallar... Okuduğum, fotoğraflarını gördüğüm ama kavrayabilmek için yerinde, "canlı" görülmesi gereken, normal ebatta bir insanın asla sığamayacağı yaklaşık 200 kilometrelik Chu Chi yeraltı tünelleri.

Tüneller tek başına ayrı hikaye. Vietnamlıların zeka dehası. Ortalık orman, yapraklar. Ve yerde fark edilemeyen bir tünel girişi. Amerikalılar kazara girişi fark edip çok dar olduğu için giremiyorlar. İncelemeye kalkınca Vietnamlılar arkalarından başka bir delikten çıkıp ateş ediyorlar. Amerikalılar giremedikleri bu tünel girişlerinden su, gaz püskürtüyorlar ama içerdekiler hemen tüneldeki malzemeyle bir duvar örerek tehlikeyi bertaraf ediyor. Tünel girişlerini bulmak için getirilen köpekleri şaşırtmak için Amerikan giysileri, acı biber, Amerikan cikletleri kullanıyorlar. Asıl ilginçlik ilkel malzemeyle yaptıkları bubi tuzaklarında...
/images/100/0x0/55eac536f018fbb8f8959b35


GERÇEKTEN İLGİNÇ BİR ÜLKEDEN NOTLAR

Gezinin başlangıç noktasının tam adı Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti. Dolar neredeyse resmi para. Her yerde para üstü de dolar olarak veriliyor. Yerel para sadece küsüratlarda kolaylık olsun diye kullanılıyor.

Bizim yerel rehberin hayat görüşü Vietnamlılara ayna tutuyordu: "Amerikalılara teşekkür borçluyum, büyükannemin bahçesine bomba attıkları için. Oluşan kraterde su birikti, havuz olarak kullanarak yüzmeyi öğrendim."

Boş bir pet şişe ne olarak kullanılabilir? Eğer Vietnamlıysanız teknede mikrofon tutacağı olabilir!

Öğrencilik dönemimde harçlığımın önemli bir yüzdesi Fransız asıllı Belçikalı Francis Goya’nın plaklarına gitmişti. Fransa’da "Kim o?" diye sormuşlardı. Amerika’daki büyük müzik marketlerde "Pardon?" demişlerdi. Saygon’da ara sokaklardan birinde, biraz da laf olsun diye girdiğim eski püskü bir CD dükkanında, telaffuzum anlaşılmayabilir diye bir kağıda "Francis Goya" yazıp soru işareti koyarak uzattım tezgahtara. Anında kağıda cevap geldi: Bir ünlem işareti! Daha sonra da mükemmel bir Fransızcayla Francis Goya’nın hangi CD’lerini aradığım soruldu. 10 dolardan az bir paraya tam beş CD’nin sahibi oldum ve rüya mı görüyorum diye düşündüm.

KAMBOÇYA: YOKSUL, YORGUN VE ALABİLDİĞİNE UMUTSUZ

Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh’e rengarenk bir pırpır uçakla, Hanoi’den sadece 40 dakikalık bir uçuşla geldim. İlk şoku, dağıtılan haritalar ve turistik broşürlerdeki kocaman yazılı "Çocuklarla seks bir suçtur" cümlesiyle yaşadım (Kamboçya, pedofilinin en yaygın olduğu ülkelerden biriymiş). Bir ülkenin başkentindeydik ancak toplu ulaşım ve altyapı hiç yoktu. Asfalt sadece ana caddedeydi, kalanlar topraktı. Gece kraliyet sarayı dışındaki her yer karanlık ve pisti. Sokaklar sakat dilencilerle doluydu. Yoksulluk çok yüksek düzeyde olduğu için şehirde tek bir fil besliyorlardı.

Güneş batmak üzereyken köhne bir okulun bahçesine girdik, burası Tuol Sleng Soykırım Müzesi’ydi. Diktatör Pot Pot’un yok ettiği bir nesille ilgili tarihi sergiliyordu müze. Okuldan hapishaneye çevrilmiş bu binadan sağ kurtulan olmamıştı. Phnom Penh’ten sonra Siem Reap’e uçtuk. Çok daha popüler ve turistik bir bölgeye. Pislik, dilencilik, altyapısızlık o kadar çok göze batmamaya başladı. Kültür mirası listesinden, ünlü Anghor Wat’ın en tepesine tırmandım. Dev ağaç kökleriyle sarılı, Tomb Raider filmine plato görevini üstlenmiş Ta Phrom Tapınağı’nı gezdim. Tonle Sap gölünde, kilisesi, okulu, reklam panolu bakkalıyla yüzer ada balıkçı köylerinde hayat vardı. Çocuklar çöp bidonu veya leğenden yaptıkları ve büyük beğeniyle kullandıkları tekneleriyle turist teknelere yanaşarak dilencilik yapıyordu.
False