Uyarıları okudum, korkarak yola çıktım, iyi ki gitmişim
Latin Amerika’da doğanın kendini cömertçe sergilediği ülkelerin başında geliyor Kolombiya. Acımasız uyuşturucu mafyası, gerillaları, bitip tükenmek bilmeyen çatışmaları nedeniyle kitle turizmine yeterince açılamıyor. Turlar yerine yalnız seyahati tercih edenler için zorlu bir rota. Gözü kara gezginler gidiyor, doğanın nimetlerinden yararlanıp, ülkenin rengarenk kültürüyle tanışıyor. Şeref Pınarcı bu şanslı gezginler arasında. Korkuyla yola çıktı, beklemediği süprizlerle karşılaştı.
Kolombiya’ya güney komşusu Ekvador’dan karayoluyla girdim. Şehirlerarası karayollarının güvenlik açısından riskli olduğu yazılıydı rehberim Lonely Planet’ta. Sınırdan geçer geçmez yoluma uçakla devam
etmeye kararlıydım.
SINIRDA FİKİR DEĞİŞTİRDİM
Ama sınırda Kolombiya’dan ayrılan genç bir Alman gezginle karşılaştım. Bir aydır karayoluyla yaptığı, sorun yaşamadığı turu ballandıra ballandıra anlattı. Zaten uçakla yolculuğu sevmem. Kararımdan hemen vazgeçtim. Sınırdaki Tulcan kasabasından bindiğim otobüsle, kuzeydeki Pasto’ya doğru çıktım. Sanki Karadeniz’in orman yollarındaydım. Virajlı, engebeli, her tarafı ormanla kaplı dağ yolları küçük yerleşimlerden geçiyordu. Ev önlerinde huzurla oturan zenci aileleri görmesem, Rize - Trabzon arasında yolculuk yaptığımı düşünebilirdim.
ÖLDÜRÜLENLERİ UNUTMAMIŞTIM
Pasto kasabasına vardığımızda şiddetli bir yağmur yağıyordu. Bir sonraki durağa, Popayan’a devam ettim. Vardığımızda hava kararmıştı. Rehberim, Lonly Planet’ta tavsiye edilen Afro-Küba barını buldum. Noel öncesi ve hafta arası olduğu için bar çok sakindi. Samba yapan tek çifti izleyip, içkim cuba-libre’yi yudumladım. Sonra yürüyerek otelime döndüm.
Zencilerle beyazların birlikte yaşadığı şehir yemyeşil bir doğanın ortasında. Temiz. İspanyollardan kalan sokak düzeni, mimarisi dikkat çekici. Elimde haritayla sokaklardaki noel kalabalığına karıştım. Müzeleri, kiliseleri gezdim. Sokaklarda fotoğraf çektim. Rastladığım bankadan para çektim. Akşama doğru otobüsle başkent Bogota’ya doğru yola çıktım. Rehberimdeki “Kolombiya’ya gitmeyin” tavsiyesine uymamakla akılcı davranmıştım. En ufak bir olumsuzluk yaşamadan yoluma devam ettim. Bununla birlikte 400 kişinin kaçırılmış olduğunu, rehinelerden hiç değilse birkaçının kurtarılması için Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez’in devreye girdiğini, kurtarma operasyonlarından birinde Recep Yıldırım Musa’nın öldüğünü unutmamıştım.
MONSERRATE’DEN KUŞBAKIŞI
Başkent Bogota’ya giderken otobüsümüz dağ başında durdu. Çevrede başka hiçbir araç yoktu. Bir süre şoför kontağı kapattı. İçerisi karanlık. Aklıma gerilla baskınları geldi hemen. Yolcuların bir kısmı uyuyor, diğerleri sessizce bekliyordu. Yakınımdakilere sordum. Sorun olmadığını, yol çalışması nedeniyle beklediğimizi öğrendim. Bogota’dan Venezüella’ya giderken de benzer bir durumla karşılaştım. Yolda polis taşıtları durdurup, dağ geçişini eskort eşliğinde yaptırıyordu. Yani Kolombiya’da tehlike hem var hem de yok. Bir başka deyişle, Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde gece seyahati ne kadar güvenliyse, burada da o kadar güvenli...
Bogota, 1538’de “Santa Fe de Bogota” adıyla kurulmuş. Bağımsızlıktan sonra adı kısaltılmış. 7,8 milyon nüfuslu kent metropollere özgü pek çok olumsuzluğu barındırıyor: Trafik, kirlilik, yankesiciler, çirkin binalar, yolları kaplayan seyyar satıcılar... Bununla birlikte genç, dışa dönük, sıcak kanlı halkı, güzel düzenlenmiş müzeleri, meydanları, kiliseleri, sömürge mimarisi örneği görkemli binaları, hareketli gece yaşamıyla görülmeye değer.
Panoramik şehir manzarasının en iyi görüldüğü nokta, teleferik ve finükülerle çıkılabilen Cerro de Monserrate Tepesi. Tüm manzara ayaklarınızın altında. Tepede ilginç bir kilise, yakınında Senor Caido heykeli var. Soluklanmak için dilerseniz tepedeki şık kafede mola verebilirsiniz. Kilisenin arkasındaki seyyar restoranlarda, yerel lezzetleri tadabilirsiniz. Hediyelik eşya mağazalarına da uğramaya değer.
BOGOTA’NIN ALTIN MÜZESİ
Takılara, altına meraklı olanlar dikkat: Dünyanın en önemli altın müzesi bu şehirde. Museo del Oro’da 34 bin parça sergileniyor. Bir başka şaşırtıcı müze Donacion Botero. Güney Amerika’nın en önemli resim koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapıyor. Picasso, Chagall, Miro, Dali, Renoir, Matisse, Leger, Monet gibi ustaların eserleri var aralarında. Fernando Botero adına oluşturulmuş bu
vakıf müzesi. Girişte ücret alınmıyor. Karşılığında tek istenen Botero’nun da resimlerine ilgi göstermeniz. Kırmadım, hepsine
dikkatlice baktım.
Koloni Sanat Müzesi, Ulusal Müze, Modern Sanat Müzesi de görülmeye değer koleksiyonlara sahip.
Noel süslemeleri, sokak gösterileri ve renkli kalabalıklarıyla şehrin kalbi Plaza de Bolivar’da atıyor. Meydanda askeri bandonun eğlenceli şovunu, akşam koroların konserlerini, dans gösterilerini izlerken ceplerinize dikkat edin. Yankesiciler işbaşında.
Ertesi sabah Cartagena’ya gitmeye hazırlanmıştım. Fakat noel nedeniyle otobüs
terminali çok kalabalıktı. Bilet bulamayınca bu efsanevi şehre uğramaktan, Karayip’te
yapmayı planladığım dalıştan vazgeçmek zorunda kaldım. Bilet kuyruğunda genç bir samba hocasıyla tanıştım. Onun yardımıyla bilet bulup, sınır kasabası Cucuta’ya döndüm. Günün birinde geri dönmek, yarım kalan turumu tamamlamak düşüncesiyle ülkeden ayrıldım.