Siyaset bitince bir ay uyuyacağım
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan (54) kabinenin en renkli bakanlarından. Onu toplantı odalarında olmadığında ya bir uçağa binerken ya uçakta vuvuzela çalarken ya da Meclis'te meslektaşlarının kıyafetlerine tarz katarken görüyoruz. İki yılda 800 bin kilometre yol yapan bakanı bu röportaj için bir ay yolunu gözledikten sonra Ankara'daki evinde yakaladık. Eşi Songül Hanım bize teşekkür etti: Sayenizde Zafer bu akşamı evde geçiriyor.
Temponuz yoğun; sizi sürekli her yerde görüyoruz! Nasıl yetişiyorsunuz?
- Valla ben de bilmiyorum! İş hayatına girdiğimde yurtiçinde devamlı başka şehirleri ziyaret ederdim. Arabam yoktu; otobüs veya trenle... Otelde kalacak param olmadığından uyuma işini de gece yolculuklarıyla hallederdim. Sonraki dönemde yılda 100 bin kilometre yol yaptım. Ama iki buçuk yılda 130'un üzerinde yurtdışı seyahati yapacağım, buradan kalkıp Güney Kore'ye, orada iki gün kalıp arka yoldan ABD'ye toplantıya gideceğim hiç aklıma gelmezdi. Çin'den geliyorum, iki saat havaalanında kalıp Afrika'ya gidiyorum. Beş yıl öncesine kadar yaptığım seyahatler, son beş yıldır yaptığım seyahatlerin üçte biri kadar bile değildir.
Her yere gitmeniz şart mı?
- Türkiye son yıllarda bir dünya devi haline geldi. Şu an 246 gümrük bölgesine ihracat yapıyoruz. Herkes Türkiye'ye yatırım yapıyor ve dünyada 24 saat hayat var. Bir ülke günü kaparken diğeri yeni başlıyor. Ticarette, "Gidemediğin yer senin değil" derler. Kimse mal almak için ayağınıza gelmez. Müşterinin ayağına siz gitmezseniz başkası gider. Yurtdışından gelen heyetler oluyor. Ne kadar çok yurtdışına gidersek işadamlarımızın tanınırlığı ve itibarı da o kadar artar. Kendinizi tanıtmanız ve pazarları tanımak için mecburen dünyayı gezmeniz gerek. Ticaret diplomasisini yürütüyorum.
Hiç yorulmuyor musunuz?
- İşim bitmeden hiçbir şekilde yorulduğumu hissetmiyorum. Eskiden üç saat yol gittiğimde bunun yorgunluğunu ancak bir günde çıkarırdım. Şimdiyse programları haber verirken "Merak etmeyin; çok yakın, beş buçuk-altı saatlik yol" diyorlar. Başlarda hem saat faktöründen hem de uçuşlardan dolayı zorlanıyordum. Şimdi alıştım. Artık uçağa bindiğim an saatimi gideceğim ülkenin saatine ayarlıyorum. Kendimi hemen o ülkeye göre kodluyor ve Türkiye'deki saatleri aklıma getirmiyorum. Benimle sürekli dolaşan ve evdekilerden daha çok gördüğüm bir bavulum var. Hijyene önem veririm; her şeyimi yanımda taşırım. Mutlaka kendi terliğimi giyerim. Yıllardır devam eden alışkanlığım da her gün kıyafet değiştirmek. Hepsini askıyla götürürüm. Ayrıca ne vitamin kullanıyorum ne bir özel diyet uyguluyorum.
Sizi hep güler yüzlü görüyoruz. İşinizi çok severek yapıyor olmalısınız... Kabinenin diğer üyeleri de sizi çok seviyor.
- Hangisi olursa olsun sevmezseniz bir işi yapamazsınız. 27 yıl sanayicilik yaptıktan sonra ne bir beklentim ne de bir sorunum vardı. Bu işi sırf insanlarla birlikte olmak için yapıyorum. Sevenim var ama herhalde bir o kadar sevmeyenim de vardır. Her zamanki Zafer Çağlayan nasılsa öyleyim. Rol yapmıyorum. Genelde çok sıcakkanlı olduğumu söylerler. Ben ast-üst sevmem, 'bey' veya 'hanım' kelimelerini çok kullanamam, hemen isimle hitap etmeyi severim. Mesela sana birazdan Zeyno demeye başlayacağım... İnsanlarla iletişimim kolay. Konuşmalarıma başlarken mutlaka biraz espri katarım. Çünkü insanlar bakan geldiğinde "devlet!" diye olabildiğince ciddi durmaya çalışıyor. Bu da herkesi yorup sıkıyor. Sizi dinleyenleri de rahatlatmalısınız.
GÖMLEK-KRAVAT DENEMEK BENİM İÇİN TERAPİ
Siyasetin getirdiği ciddiyet ve yoğunluğun sizi sıktığı oluyor mu?
- Bazen, "Bitse de gitsem" dediğim oluyor ama ya bekleyen işim olduğunda ya da konuşacak konu kalmadığında... Telefon trafiğim inanılmaz yoğun. Bir edep olarak beni arayanların telefonlarına her zaman geri dönerim. Gündüz vakit olmuyor, genelde gece 23.00'ten sonra arıyorum. Gece yarısı insanları yatağından kaldırdığım oluyor. Telefondan duyuyorum; yanındaki hanımına "Şşşşt, Bakan Bey arıyor!" diyorlar. "Dikkat, Bakan ararsa gece yarısından sonra arar!" diye laf çıkmış ama bana telefon edenler bu riski göze almalı!
Tatil yapabiliyor musunuz hiç?
- Senede üç-dört gün. Arkadaş grubumuzla rahat vakit geçirebileceğimiz tekneye gitmeyi tercih ediyorum. Gezmeyi çok sevmem. O kadar seyahate rağmen beni New York'a götürseniz veya Paris'e, nerede ne var hiç bilmem. Bazen gittiğim otelden tüm gün dışarı çıkamıyorum. Geçenlerde Güney Afrika'ya gittiğimizde uçak kalkmadı, bir günüm boştu. Eşim çok memnun oldu orada gezebileceğiz diye ama benim için boşa geçen bir zamandı.
Koleksiyon merakınız var mı?
- Resim yapmayı bilmem ama 15 yıl önce merakım başladı ve mütevazı bir koleksiyon edindim. Nuri İyem, Komet, Avni Arbaş'tan eserler... Ayrıca hatırı sayılır bir tespih koleksiyonum var. Değişik kol düğmeleri toplar ve takarım. Her giysiyi birbirine uydurmaya çalışırım. ASO Başkanı'yken kafamı boşaltmak için mağazalara giderdim; takım elbise, içine gömlek, içine kravat denemek benim için bir terapiydi. Eskiden evde bir gün sonra giyeceğim kıyafetleri çıkartır, evdeki jüriyi yani hanımı ve çocukları toplayıp beraber seçerdik. Şimdi de nerede olursam olayım giyeceğim kıyafeti bir gece önceden hazırlarım.
Modayla aranız nasıl? Geçen yıllarda moda haftalarının aranılan ismiydiniz...
- Bu yılki Moda Haftası'na gidemedim ama Ekonomi Bakanı olarak istihdamın olduğu her yerdeyim. Eskiden Avrupa'da görüp, "Bunu sadece yabancılar yapar" denilen şeyleri artık biz de yapıyoruz. Beni yanlarında görmek özel sektöre cesaret veriyor.
İSTİKRAR HERKESİN DİKKATİNİ ÇEKİYOR
Krizle geçen yıllardan sonra böyle istikrarlı bir dönemde ekonomi bakanlığı yapmak nasıl bir his?
- Cemiyet hayatına çok erken girdim. Ankara Sanayi Odası'nın en genç başkanıydım. 27 Mayıs 1960'taki ihtilal mağduru bir ailenin üyesi olduğumdan aslında siyasete girmeyi hiç istemiyordum ama 2007'de Başbakanımızın teklifini kabul ettim. Siyaset çok zor; sosyal veya ekonomik hayatınız yok. Birçok şeyden vazgeçmeniz gerekiyor. O tarihe kadar yaptıklarımı ya ailem ya da ASO üyeleri için yapmıştım. Şimdi 75 milyon için çalışıyorum. Türkiye'nin ekonomisini büyüten, kişi başına geliri ve standartları yükselten, demokratikleşme adına önemli kararlar alan bir ekipteyim. Beni bugüne dek başka hiçbir şey bu kadar çalıştırmadı. Bu kadar mesaiyle iş adamlığım döneminde kazandığımın 50 katını kazanırdım ama ülkem için çalışmanın parayla pulla ölçülecek yanı yok. Yaptıklarımın karşılık bulduğunu görünce o adrenalinle kendimi iyice çalışmaya veriyorum. İşadamıyken en geç 24.00'te yatardım. Şimdi 24.00, erken yatma saati oldu. En fazla dört saat uyuyorum. Seyahatteyken daha az... "Siyasetten sonra ne yapacaksın?" diye soranlara "Bir ay uyuyacağım!" diyorum.
İçeriden bakınca güçlü bir ekonomimiz olduğu vurgulanıyor. Yurtdışındaki algı nasıl?
- Siyaset yapmak için değil, samimiyetle söylüyorum ki dışarıda Türkiye'ye bakış içeride gördüğümüzden çok daha iyi. Sanayide, işyerindeki sıkıntıları göremeyenlere 'işletme körü' denir. Sürekli yaşadığınız yerin detaylarını göremezsiniz. Halimizi eleştirenleri, dışarıya davet ediyorum. Gittiğimiz toplantılarda konuşmuyorum bile. Karşı taraf anlatıyor. En son Alman Ekonomi Bakanı uzun uzun Türkiye'nin ekonomik performansını, 2008'deki küresel krizden sonra büyüyen bir ekonomiyi, işsizliğin azalmasını, ihracatın nasıl arttığını anlattı. Siyasi istikrarımız herkesin dikkatini çekiyor. Bana anlatacak şey kalmıyor! Herkes son derece güçlü bir Türkiye görüyor. Bunu zaten yatırımlardan da anlayabilirsiniz. Son sekiz buçuk yılda önceki 80 yılda aldığımız uluslararası yatırımın sekiz katını çektik.
HALKEVLERİNDE FOLKLOR YAPTIM PİYANOYU KENDİ KENDİME ÖĞRENDİM
Ortaokulda saz çalmaya başladım. Nota bilmem, kendi kendime öğrendim. Sonra Halkevleri'nde folklor yaptım. İş hayatına atıldıktan sonra uzun süre çalmadım ama çocuklarımın hem spor hem de müzikle uğraşmasını çok istedim. Küçük oğlum Kaan, "Bana piyano alır mısın?" dediğinde hemen ertesi günü aldım. O ders alarak öğrendi, ben kendim çalarak öğrendim. Herhalde kulağım iyi, başka müzik aletlerini de tıngırdatabiliyorum. Müzik kafamı boşaltıyor. Her türlüsünü dinlerim ama en fazla Türk Sanat Müziği severim: Bülent Ersoy, Zeki Müren, Ebru Gündeş, Sibel Can, İbrahim Tatlıses...
YOKLUK EN BÜYÜK SERMAYEYMİŞ
Yedi nüfuslu bir ailenin çocuğuydum. Ekonomik olarak ciddi sıkıntılarımız vardı. Çok zor şartlarda okudum ama geçmişimle hiç gocunmuyorum. Üniversiteye gireceğim yıl tüm arkadaşlarım kursa gitti. Babamın imkanı olmadığından ben gidemedim. Sobalı iki odalı bir evde oturuyorduk ve yokluk beni iyi okumaya mecbur etti. 8 yaşımdan itibaren hem okuyup hem çalıştım. Simit sattım, hiçbir yıl boş kalmadım ama liseyi de teşekkürle bitirdim. Hiç ikmale kalmadım. Sonra da Gazi Üniversitesi Makine Müherdisliği bölümünü bitirdim.
Ben de arkadaşlarım gibi mahallede oynamak isterdim. Bunların hepsinden mahrum kaldım ama şimdi bakınca bir babanın oğluna verebileceği en büyük sermaye buymuş. Çalışma azmi ve yorulmamayı o zaman öğrendim. Ortaokulda paltomu yapılan yardımlarla alırdım. Allah nasip etti, para kazanmaya başladım. Standartlarımız değişti ama asla sınırlarımızı aşacak şeyler yapmamaya çalıştık. Babam gösteriş konusunda çok uyarırdı bizi. İnsanların içini geçirecek yaşam tarzı ve fiyakadan uzak durduk. Hayatım boyunca hep 'survivor' gibi yaşadım. Önemli olan tüm şartlarda yaşantınızı devam ettirebilmeniz. Yokluk içinde çok rahat yaşayabilirim. Şimdi imkânı olmayan gençlerin okuması konusunda da çok hassasım. Kendi gücümle adını bilmediğim, hiç görmediğim yüzlerce kişiye yardım ediyorum.
''Modayı çok takip etmiyorum. Bana yakışan neyse onu tercih ediyorum. Güzel giyinmeyi seviyorum. İlla çok pahalı olması gerekmiyor ama belli kriterlerim var: Ceketi dar severim, pantolon paçasını geniş tutmam. Mutlaka mendil takarım. Kravatta renklerden korkmam"
"En büyük sıkıntım siyasetin sporu elimden alması. Hayatım boyunca basketbol, futbol oynadım, tüm sporları en iyi şekilde yaptım. Tenis oynar ve kayak yapardım. Maalesef dört yıldır kayağa gidemiyorum. Şu an elimde sadece yüzme kaldı. Kilo almaya başladım"
"45 yaşında kalp krizi geçirdim. Kalbim durdu, öbür tarafa gidip geldim. Hayata döndükten sonra eski tempomu düşürdüm. Şimdi böyle koşturacağımı kalp krizi geçirdiğim günlerde söyleselerdi hayatta inanmazdım. Üç ayda bir kontrol yaptırıyorum"
"Eskiden hafta sonları asla kravat takmazdım. Her pazarı aileme ayırırdım. Sabahları piyano başına geçerdim, eşim şarkı söylerdi. Çok neşeli günlerdi. Artık pazarımız yok. Çok nadiren akşamları sinemaya ve yemeğe gitmeyi seviyoruz"