GeriSeyahat Şehri lokanta tanımlar
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Şehri lokanta tanımlar

Şehri lokanta tanımlar

Bir aylık aradan sonra tekrar merhaba. New York, Chicago ve New Orleans'ı kapsayan bir gezi yaptım.

Tekrar gördüm ki bir şehri tanımlayan en önemli unsur o şehirde varolan lokantalardır.

Tabii ki metropol kültürü sadece orada var olan yemek kültüründen ibaret değil.

Örneğin caz olmadan New Orleans'i...

Museum of Modern Arts olmadan New York'u da tanımlamak mümkün değildir.

Ancak yemek ve lokanta kültürü çok daha demokratik, gündelik yaşamın içinde ve sürekli bir unsur olarak var olduğundan...

Ve dahası insanların eğlenme kavramı içinde ‘‘lokantada yemek’’ olayı bir numaralı sıraya yerleştiğinden...

Önemli lokantalara sahip olan şehirler de ancak o zaman metropol olarak ortaya koyabilmektedirler kendilerini.

***

New Orleans'ı ele alalım.

Orada beş gün geçirdik.

Caz artık eskisi gibi gece yaşamına damgasını vurmuyor bu şehirde.

Gece yaşamı iç turiste yönelik olarak değişmiş.

New Orleans bir anlamda kulüp yaşamını ‘‘disney’’leştirmiş.

On gece kulübü yan yanaysa bunlardan sadece bir tanesinde caz var. İki tanesinde de blues söyleniyor.

Diğerlerinde ise hep birbirinin aynı olan disko ritmleri var.

Buralarda aynı tipte insanlar aşırı bira içerek sarhoş olmaya çalışıyorlar.

İki restoran deneyimini yaşamamış olsaydım, aklımda bu şehirle ilgili tek iyi bir nokta kalmamış olacaktı.

Ancak bu iki restoranda yediğim yemek beni başka diyarlara taşıdı.

Büyük şef kavramının ne olduğunu oralarda yemekleri tadarkan çok daha iyi anladım.

***

İlk yediğimiz lokanta ünlü Paul Prudhomme'nin mekanıydı.

K-Pauls Lousianna Kitchen'dı adı.

Burada rezervasyon yapılmıyor aslında,

Ana salona sıra bekleyerek giriyorsunuz.

Gelen itirazlar üzerine üst katı rezervasyonlu hale çevirmişler.

Paul Prudhomme'e ‘‘Cajun cooking’’ diye bilinen Louisianna'ya özgü yemek pişirme metodunun ustası.

Cajunlar aslında Louisianna'nın ikinci sınıf vatandaşlarıymış.

Fakir olduklarından ellerindeki bütün malzemeyi bir büyük tencerede, pişirmyeyi ve baharatları ustaca kullanarak buna tat katmayı öğrenmişler.

Paul Prudhomme baharatlarını da kendisi tasarlıyor.

Bunlardan bir kısmı İstanbul'un marketlerinde de satılıyor.

Orada yediğimiz özel yöntemlerle kızartılmış (Blackened) balığı, makarna veya pilava temelinde yaratılan Jambalaya'yı ve kaplumbağa çorbasını katiyen unutamayacağım.

İkinci yemek tapınağı ise Emeril Lagasse'nin yeriydi.

Emeril Lagasse Amerika'da son dönemde starlaşmış bir şef.

Food Tv adındaki 24 saat yemek üzerine yayın yapan kanalda hafta içi her akşam saat 20.00'de canlı yayınlanan programda bir saat boyunca yemek pişiriyor, şov yapıyor.

Onun için New Orleans'da onun lokantaları inanılmaz popüler.

French Quarter'ın dışında yer alan Emeril's adlı lokantaya dört gün süreyle rezervasyon yaptırmam mümkün olmadı.

Bunun yerine Quarter'ın içinde bulunan NOLA'ya gittik.

Yapılan yemekleri tadarken zevkten titrediğimi hissettim.

Tavuk kanatları Creole usulu acı baharatlarla doldurulmuş ve Tayland'a özgü acılı tatlımsı soslarla kaplanmıştı.

Tavuğu her ısırışta Asya'dan, Avrupa'ya oradan da Amerika'nın güneyine uzanan bir zincirdeki bütün tatları tek tek farkediyordunuz.

Creole'ler Cajunların aksine Louisianna'nın aristokratları.

İspanya, Portekiz ve Fransız kökenli bu insanlar, o yüzden de yemekleri çok daha çeşitli.

Bunun dışında New Orleans'da Po Boy adı verilen, temelde bildiğimiz sandviçten başka bir şey olmayan sandviçler de çok lezzetli oluyor.

Bunların fiyatı çok ucuz ve sabah bunlardan bir tane yiyince akşam geç saatlere kadar acıkmadan durmanız mümkün.

Chicago'da ise Amerika'da bugüne kadar yemiş olduğum bifteklerin en muhteşemini yeme fırsatını yakaladım.

Chicago bir et şehri. Vejetaryenlerin burada mutlu olmalarına imkan yok.

False