Hüseyin YURTTAŞ
Son Güncelleme:
Pitane’den Çandarlı’ya
Ege kıyılarına zarif bir nazarlık gibi iliştirilen, masmavi gülümseyen bir belde Çandarlı. İzmir’in Dikili İlçesi’ne 20 kilometre uzaklıkta. Antik çağda kadın savaşçılar tarafından kuruldu, yüzlerce yıl Amazon Kraliçesi Pitane’nin ismini taşıdı. Tarım ve balıkçıkla geçinen Çandarlı halkı son yıllarda yüzünü turizme döndü. Belde temiz denizi, kumsalları, özgün kimliği, hizmette kusursuz olmaya çalışan tesisleriyle bir çekim merkezine dönüştü.
Çandarlı’nın antik adı Pitane. Pitane, ok atmakta engel olduğu düşüncesiyle sağ memelerini dağlayarak ya da keserek yok eden kadın savaşçılar amazonların kurduğu kentlerden biri. Adını, Amazon Kraliçesi Pitane’den almış. Tarihinin milattan önce 4000’lere dayandığı söyleniyor. Ancak, antik döneme ait kalıntıları pek fazla değil.
Ünlü Çandarlı Kalesi ise bölgede bir dönem hüküm sürmüş olan Cenevizlilerden kalma. Bizans’ın zayıfladığı dönemler... Cenevizliler kıyı kalelerini ele geçirmişler, denizin kapılarını tutmuşlar; ticaret deyin, korsanlık deyin; kesip biçiyorlar, alıp geçiyorlar.
Bizans’ın zayıflamasıyla öte yanda doğudan başlayan bir gelişme var: Türk boylarının Anadolu’ya yayılması. Tarih onunla değişecek. Genel tarih olduğu gibi, yerel tüm tarihler de... Bu değişimden Çandarlı da payını alıyor: Saruhanoğulları ve Karesioğulları beyliklerinin egemenliğinde kalıyor bir süre. Derken, İkinci Murat ve Fatih Sultan Mehmet döneminin bu kıyılara gösterdiği ilgiyle işler başka bir şekil alıyor. İkinci Murat’ın uzun süre yanında bulunmuş Çandarlı Halil Paşa, buradaki Cenevizlilerden kalma kaleyi yeniden imar ediyor ve kıyıda güvenli bir yerleşim alanı açıyor. Ondan sonradır ki Pitane adı gittikçe gerilere düşüyor ve Çandarlı adı öne çıkıyor.
Adlı adınca anılması gerektiğinde Cendereli denmesi gerekiyor Halil Paşa’ya. Devlet katında bulunmuş ailesi, Ankara / Nallıhan’ın Cendere diye bilinen köyünden. Nedense Çandarlı denmiş ve öyle yerleşmiş soyun adı. Ege kıyılarının zarif bir nazarlığı gibi duran, masmavi gülümseyen bu beldesine de öylece ad olmuş.
ÇANDARLI KALESİ NEDEN KAPALI
Çandarlı, bugün kendi adıyla anılan körfezin kuzey doğu ucunda, kuzeyden güneye doğru bir dil gibi uzanan küçük bir yarımadanın üzerinde kurulu. Sokaklarını adımladığınızda eski taş yapılara rastlayabilirsiniz. Kol duvarlarının arkasına saklanmış kimi bahçeler, geçmişten günümüze birer anı gibi kalmış ve size yeşil yeşil gülümsemekte. Küçük çarşısında da, mahalle ve sokaklarında da giderek azalan eski yapılarla “çağdaş” diyeceğimiz betonarme binalar yan yana.
Onların arasında, yarımadanın ortalık yerinde, 16 metrelik sur duvarlarıyla Çandarlı Kalesi yükselir. Cenevizlilerin, sonra Halil Paşa’nın Foça taşıyla ördürüp yükselttiği duvarların taşlarında antik dönemin izine rastlanmakta. Bu taşların, milattan önce 6. yüzyıldaki Pitane sitesindeki yapılaşmadan ve kutsal alandan kaldığı sanılıyor.
Dikdörtgene yakın, beş kuleli Çandarlı Kalesi, bugün yerli ya da yabancı turistlerin başlıca uğrağı. Ne var ki, kaleyi ancak dışardan görüp, çevresinde dolanmakla yetinmek zorundalar. Çünkü, kapalı. Yıllardır da açılmamış. Nedenini bilen varsa, söylesin. Kale, albenili görkemiyle, o coğrafyaya dikilmiş bir tarih taşıdır. Bu tarihi ve turistik değer, neden gözden/gözlerden kaçırılır, doğrusu anlamak mümkün değil.
Burada kalenin yapıldığı döneme ilişkin söylenceyi de anmadan geçmeyelim: Kalenin yapımında kölelerin hırsla çalışması için, en çok taş taşıyanın azat edileceği vaat edilmiş. Azan edilen köle var mıdır, bilinmez ama insan o kölelerin taş taşıma çabalarını ve özgürlük düşlerini düşünmeden edemiyor.
HER YER PLAJ, KUMSAL
Çandarlı denize dil gibi uzanan bir yarımada üzerinde. Dilin böldüğü noktanın sağı da, solu da plaj. Gümüşsü ışıklarıyla oynaşan tirşe ya da turkuvaz suların yalayıp durduğu kumsallarda yaz boyunca binlerce kişi sere serpe güneşlenir. Tertemiz denizin çağrısı hiç mi hiç tükenmez. Çandarlı geniş bir sahil bandına sahip. Şehir merkezini geçip de batıya yönelecek olursanız, makiliklerle, zeytinliklerle kaplı, çok sayıda kooperatifin oluşturduğu yazlık sitelerle teraslanmış Karadağ’ın güney yamaçlarından uçtaki Denizköy’e kadar yol alacaksınız demektir. Buralarda kıyılar uzun ve uysal kumsallarla kaplı değildir ama temiz deniz güzelliklerinin bin türlüsünü barındırır.
TARIM VE BALIKÇILIKTAN TURİZM MERKEZİNE
Çandarlı, geçmişten bugüne tarım ve balıkçılıkla uğraşagelmiştir. Tahılların ve baklagillerin yanı sıra pamuk, zeytin, susam, soya fasulyesi, ayçiçeği ile sebze ve meyve üretir. Son zamanlarda bağcılık da yeniden canlanmaya başlamış, bağlar zeytinliklerle yan yana gözükür olmuştur.
Hemen yakınında denize dökülen Bakırçay, taşkın yapmadığı sürece bereket kaynağıdır. Bu bitek ova özellikle sebzeciliğe uygundur, bol verim alınır. Bugünse, turizme çevirmiştir yüzünü Çandarlı. Temiz denizi, kumsalları, hizmette kusursuz olmaya çalışan konaklama yerleriyle ve farklı kimliğiyle ayrı bir çekim merkezidir. İzmir’in Dikili ilçesine bağlı bir belde olan Çandarlı’ya, İzmir- Çanakkale yolunun Zeytindağ bölümünden sapılarak ya da Dikili’den buraya uzanan yoldan gitmek mümkün.
Bence, bir fırsatını bulup yolunuzu oraya düşürün. Orada yalnız ve duru bir güzellik sizi bekliyor çünkü.
MASALLARDAKİ KIZKULESİ
Denizköy’e vardığınızda, hemen karşısındaki Kızkulesi Adası’na (Corci ya da Corcio Adası) göz atmamak olmaz. Adanın bir tepesindeki Kızkulesi’yle ilgili annemden çok şey dinlemiştim. Saklı Kimlik adlı romanımda ada büyücek bir yer tutar. Çünkü o çocukluk düşlerimin adasıdır. Masallarda padişah kızının Kızkulesi’ne saklandığı anlatılmıştır, araya Çandarlı Körfezi’nin güney kıyısında diz boyu suda yatan taştaki izin Hazreti Ali’nin atının nallarına ait olduğu sokuşturulmuştur. Gerçekten de Kızkulesi, geçmişten bize miras masal kahramanı gibidir. Yalnızlığını paylaşmayalı yüzyıllar olmuştur. Kapısı bile yoktur, dehlizle denize bağlandığı rivayet edilir. Kimine göre, bu bir gözetleme kulesidir. Nemrut Körfezi’nin ucundaki antik Kyme kentine ışık, dumanla haber vermek için yapılmıştır; kimine göre Cenevizlilerin haberleşmek ve belli zamanlarda sığınmak için kullandıkları bir yerdir. 10 kulaç ötesi Denizköy’dür. Karadağ’ın üst kesimlerindeki Hasanlar’ın halkı buraya inip yeni bir köy kurmuştur. Kimi önemli dinlenme tesislerini bağrında barındıran Denizköy’ün kumsalı ve kıyı bandı gözden ırak güzelliğiyle, hoyrat ellerin yağmasından saklanıp durmaktadır.
NECATİ USTA’NIN ÇANDARLI KEBABI
Çandarlı mutfağında, tüm Ege’de olduğu gibi, elbette ki zeytinyağlılar öncelikli yer tutuyor. Sarmasından dolmasına aklınıza gelen zeytinyağlılar içinde çığırtma bu yöreye özgü zeytinyağlıların başında gelir. Kızartılmış patlıcan ve bibere, tavada kızgın yağda hazırlanmış domates sosunun dökülmesiyle yapılır. Körfezin gözde balıkları çipura, levrek, mırmır, barbun, karagözdür. Tazesini, lezizini çarşı içi ve kıyıdaki lokantalarda yemek mümkün. Hele günbatımlarında, rakı ya da şarap yudumlayarak balığa uzanmanın tadına ve keyfine diyecek yoktur. Bana, çarşı içinde lokantası bulunan Necati Usta’nın anlattığı “Çandarlı Kebabı” ise, son yıllarda Çandarlı’ya yerleşen kimi ustaların yarattığı bir bileşim ürünü olsa gerek. Tırnaklı pide üzerine et, mantar, kaşar, mısır ile hazırlanan bir kebap bu. Üzerine tavada kızdırılmış tereyağı dökülüyor.
Ünlü Çandarlı Kalesi ise bölgede bir dönem hüküm sürmüş olan Cenevizlilerden kalma. Bizans’ın zayıfladığı dönemler... Cenevizliler kıyı kalelerini ele geçirmişler, denizin kapılarını tutmuşlar; ticaret deyin, korsanlık deyin; kesip biçiyorlar, alıp geçiyorlar.
Bizans’ın zayıflamasıyla öte yanda doğudan başlayan bir gelişme var: Türk boylarının Anadolu’ya yayılması. Tarih onunla değişecek. Genel tarih olduğu gibi, yerel tüm tarihler de... Bu değişimden Çandarlı da payını alıyor: Saruhanoğulları ve Karesioğulları beyliklerinin egemenliğinde kalıyor bir süre. Derken, İkinci Murat ve Fatih Sultan Mehmet döneminin bu kıyılara gösterdiği ilgiyle işler başka bir şekil alıyor. İkinci Murat’ın uzun süre yanında bulunmuş Çandarlı Halil Paşa, buradaki Cenevizlilerden kalma kaleyi yeniden imar ediyor ve kıyıda güvenli bir yerleşim alanı açıyor. Ondan sonradır ki Pitane adı gittikçe gerilere düşüyor ve Çandarlı adı öne çıkıyor.
Adlı adınca anılması gerektiğinde Cendereli denmesi gerekiyor Halil Paşa’ya. Devlet katında bulunmuş ailesi, Ankara / Nallıhan’ın Cendere diye bilinen köyünden. Nedense Çandarlı denmiş ve öyle yerleşmiş soyun adı. Ege kıyılarının zarif bir nazarlığı gibi duran, masmavi gülümseyen bu beldesine de öylece ad olmuş.
ÇANDARLI KALESİ NEDEN KAPALI
Çandarlı, bugün kendi adıyla anılan körfezin kuzey doğu ucunda, kuzeyden güneye doğru bir dil gibi uzanan küçük bir yarımadanın üzerinde kurulu. Sokaklarını adımladığınızda eski taş yapılara rastlayabilirsiniz. Kol duvarlarının arkasına saklanmış kimi bahçeler, geçmişten günümüze birer anı gibi kalmış ve size yeşil yeşil gülümsemekte. Küçük çarşısında da, mahalle ve sokaklarında da giderek azalan eski yapılarla “çağdaş” diyeceğimiz betonarme binalar yan yana.
Onların arasında, yarımadanın ortalık yerinde, 16 metrelik sur duvarlarıyla Çandarlı Kalesi yükselir. Cenevizlilerin, sonra Halil Paşa’nın Foça taşıyla ördürüp yükselttiği duvarların taşlarında antik dönemin izine rastlanmakta. Bu taşların, milattan önce 6. yüzyıldaki Pitane sitesindeki yapılaşmadan ve kutsal alandan kaldığı sanılıyor.
Dikdörtgene yakın, beş kuleli Çandarlı Kalesi, bugün yerli ya da yabancı turistlerin başlıca uğrağı. Ne var ki, kaleyi ancak dışardan görüp, çevresinde dolanmakla yetinmek zorundalar. Çünkü, kapalı. Yıllardır da açılmamış. Nedenini bilen varsa, söylesin. Kale, albenili görkemiyle, o coğrafyaya dikilmiş bir tarih taşıdır. Bu tarihi ve turistik değer, neden gözden/gözlerden kaçırılır, doğrusu anlamak mümkün değil.
Burada kalenin yapıldığı döneme ilişkin söylenceyi de anmadan geçmeyelim: Kalenin yapımında kölelerin hırsla çalışması için, en çok taş taşıyanın azat edileceği vaat edilmiş. Azan edilen köle var mıdır, bilinmez ama insan o kölelerin taş taşıma çabalarını ve özgürlük düşlerini düşünmeden edemiyor.
HER YER PLAJ, KUMSAL
Çandarlı denize dil gibi uzanan bir yarımada üzerinde. Dilin böldüğü noktanın sağı da, solu da plaj. Gümüşsü ışıklarıyla oynaşan tirşe ya da turkuvaz suların yalayıp durduğu kumsallarda yaz boyunca binlerce kişi sere serpe güneşlenir. Tertemiz denizin çağrısı hiç mi hiç tükenmez. Çandarlı geniş bir sahil bandına sahip. Şehir merkezini geçip de batıya yönelecek olursanız, makiliklerle, zeytinliklerle kaplı, çok sayıda kooperatifin oluşturduğu yazlık sitelerle teraslanmış Karadağ’ın güney yamaçlarından uçtaki Denizköy’e kadar yol alacaksınız demektir. Buralarda kıyılar uzun ve uysal kumsallarla kaplı değildir ama temiz deniz güzelliklerinin bin türlüsünü barındırır.
TARIM VE BALIKÇILIKTAN TURİZM MERKEZİNE
Çandarlı, geçmişten bugüne tarım ve balıkçılıkla uğraşagelmiştir. Tahılların ve baklagillerin yanı sıra pamuk, zeytin, susam, soya fasulyesi, ayçiçeği ile sebze ve meyve üretir. Son zamanlarda bağcılık da yeniden canlanmaya başlamış, bağlar zeytinliklerle yan yana gözükür olmuştur.
Hemen yakınında denize dökülen Bakırçay, taşkın yapmadığı sürece bereket kaynağıdır. Bu bitek ova özellikle sebzeciliğe uygundur, bol verim alınır. Bugünse, turizme çevirmiştir yüzünü Çandarlı. Temiz denizi, kumsalları, hizmette kusursuz olmaya çalışan konaklama yerleriyle ve farklı kimliğiyle ayrı bir çekim merkezidir. İzmir’in Dikili ilçesine bağlı bir belde olan Çandarlı’ya, İzmir- Çanakkale yolunun Zeytindağ bölümünden sapılarak ya da Dikili’den buraya uzanan yoldan gitmek mümkün.
Bence, bir fırsatını bulup yolunuzu oraya düşürün. Orada yalnız ve duru bir güzellik sizi bekliyor çünkü.
MASALLARDAKİ KIZKULESİ
Denizköy’e vardığınızda, hemen karşısındaki Kızkulesi Adası’na (Corci ya da Corcio Adası) göz atmamak olmaz. Adanın bir tepesindeki Kızkulesi’yle ilgili annemden çok şey dinlemiştim. Saklı Kimlik adlı romanımda ada büyücek bir yer tutar. Çünkü o çocukluk düşlerimin adasıdır. Masallarda padişah kızının Kızkulesi’ne saklandığı anlatılmıştır, araya Çandarlı Körfezi’nin güney kıyısında diz boyu suda yatan taştaki izin Hazreti Ali’nin atının nallarına ait olduğu sokuşturulmuştur. Gerçekten de Kızkulesi, geçmişten bize miras masal kahramanı gibidir. Yalnızlığını paylaşmayalı yüzyıllar olmuştur. Kapısı bile yoktur, dehlizle denize bağlandığı rivayet edilir. Kimine göre, bu bir gözetleme kulesidir. Nemrut Körfezi’nin ucundaki antik Kyme kentine ışık, dumanla haber vermek için yapılmıştır; kimine göre Cenevizlilerin haberleşmek ve belli zamanlarda sığınmak için kullandıkları bir yerdir. 10 kulaç ötesi Denizköy’dür. Karadağ’ın üst kesimlerindeki Hasanlar’ın halkı buraya inip yeni bir köy kurmuştur. Kimi önemli dinlenme tesislerini bağrında barındıran Denizköy’ün kumsalı ve kıyı bandı gözden ırak güzelliğiyle, hoyrat ellerin yağmasından saklanıp durmaktadır.
NECATİ USTA’NIN ÇANDARLI KEBABI
Çandarlı mutfağında, tüm Ege’de olduğu gibi, elbette ki zeytinyağlılar öncelikli yer tutuyor. Sarmasından dolmasına aklınıza gelen zeytinyağlılar içinde çığırtma bu yöreye özgü zeytinyağlıların başında gelir. Kızartılmış patlıcan ve bibere, tavada kızgın yağda hazırlanmış domates sosunun dökülmesiyle yapılır. Körfezin gözde balıkları çipura, levrek, mırmır, barbun, karagözdür. Tazesini, lezizini çarşı içi ve kıyıdaki lokantalarda yemek mümkün. Hele günbatımlarında, rakı ya da şarap yudumlayarak balığa uzanmanın tadına ve keyfine diyecek yoktur. Bana, çarşı içinde lokantası bulunan Necati Usta’nın anlattığı “Çandarlı Kebabı” ise, son yıllarda Çandarlı’ya yerleşen kimi ustaların yarattığı bir bileşim ürünü olsa gerek. Tırnaklı pide üzerine et, mantar, kaşar, mısır ile hazırlanan bir kebap bu. Üzerine tavada kızdırılmış tereyağı dökülüyor.