Pasifik’teki sarı kertenkele
Tahiti’nin 17 kilometre kuzeybatısında bir ada Moorea. İsmi sarı kertenkele anlamına geliyor. Yüzölçümü Gökçeada’nın yarısı kadar. Gelenekleri doğası kadar şaşırtıcı. Okurumuz Mehpare Sözener gitti, izlenimlerini yazdı.
Fransız Polinezyası’nın başkenti Papeete’da sabah saat 5.30’da uçaktan ineni havaalanına sokmuyorlar, kapıda bekliyor. Meğer bando yerini alıyormuş. Boynumuza çiçek kolye, “lei” takıyorlar. Bu kokulu çiçekler bir tür gardenya. Hava öyle sıcak ki hemen kararıyorlar. Başkentin bulunduğu Tahiti Adası’ndan Moorea, 20 kişilik uçakla 10 dakika. Deniz o kadar temiz, biz o kadar alçaktan uçuyoruz ki penceremden köpekbalıklarını görebiliyorum. Havaalanın çatısı var, kapısı bacası yok. Çatıyla bina arası ise boşluk. İçerde vahşi tavuklar uçuşuyor. X-ray, güvenlik hiç yok. Ia orana Moorea! (Merhaba Yorana)
Bir teoriye göre yerliler 30 bin sene önce Güneydoğu Asya’dan yıldız haritalarını kullanarak gelmiş buraya. 1700’lere kadar dünyada en yaygın bulunan ırk Polinezyalılarmış. Yerliler aralarında Reo Maohi denen bir lisan konuşuyor. Okulda Fransızca öğreniyor. Adalar, otonom ama finans, politika hâlâ Fransa’ya bağlı. Tarım, eğitim, kültüre kendileri karar veriyorlar.
VANİLYA, ANANAS YETİŞTİRİYORLAR
Adalar okyanusta Avrupa kadar alana dağılmış. Binlerce yıl önce volkanlar patlamış, adalar oluşmuş, söndükçe küçülmüş, küçüldükçe adanın ortasındaki dağ batmış, kenarlarda simit gibi mercan kayaları, yani atoller oluşmuş. Ortada ada, etrafında atol, arasında da firuze renkli lagün var. Lagün bilek boyu su, diğer taraflar derin.
Yağmursuz mevsim haziran-ekim arasında. Saatte hızı 160 kilometreyi bulan fırtınalar uğruyor bu adalara. Gün saat 6.30’da ağarıyor, saat 5.30’da karanlık basıyor. Güneş saat 8.00’de bile yakıcı. Gece yıldız seyrine doyum olmuyor.
Deniz üstündeki bungalow odaların gecesi 700 dolar. Balkonlu, iskeleli. Kahvaltıyı odaya isterseniz kayıkla geliyor. Odamın tabanının bir kısmı cam. Aşağıya balıklara bakıyorum. Denizin rengi firuze, rengarenk balık dolu. Akşam ışığı yakınca altım balık doluyor.
Mooera sarı kertenkele anlamına geliyor. Kalp şeklindeki adanın çevresi 60 kilometre. Merkezi volkanik krater, vadilerinde ise ananas ve vanilya yetiştiriliyor. Vanilya, orkide ile bir çeşit fasülye tohumunun değişik bir tür böcekle döllenmesiyle oluşuyor. O böcek adada yaşamadığından yapay olarak dölleniyor tohumlar. Vanilya fasulye gibi sırığa sarılarak büyüyor, dibine Hindistan cevizi kabukları koyuyorlar ki toprak hep nemli kalsın.
İNCİ BOLLUĞU
Adanın merkezindeki Belvedere noktasının bir tarafından Rotui Dağı, diğerinden Opunohu ve Cook’s koylarının manzarası süper. İlki 1984’de Mel Gibson ve Anthony Hopkins’in oynadığı the Bounty filminin çevrildiği yer, ikincisi kaşif James Cook’un adaya ayak bastığı nokta. En güzel kumsal Temae. Afareaitu Şelalesi’ne sadece ciple ulaşılıyor. Buraların dalış cenneti olduğunu söylememe gerek var mı?
Adada adım başı inci dükkanı var. İlk inciyi Çinliler keşfetmiş ama Kokichi Mikimoto mükemmel yuvarlak inciyi yaratıp hemen patentlemiş. 1965’de Mikimoto tekniği Polonezyaya getirilmiş ama ‘Poe Rava’, yani siyah inci burada doğmuş. İstiridyenin inciyi yapması iki sene sürüyormuş. İnci olduktan sonra ameliyatla inciyi çıkarıyorlarmış.
Geleneksel Polonezya kültürünü sergileyen Tiki köyünde, kulübelerin çatıları yaprak kaplı. Dövme sanatçıları, çiçekden taç yapanları, deniz kabuklarından kolye yapanları, Hindistan cevizi yapraklarından sepet örenleri iş başında görüp, yerel kayık pirogue’ye binip siyah inci çiftliğine gidebiliyorsunuz.
SEKSİ DANSÇILAR
Banyan ya da dut ağacının kabuğundan üretilen, tapa denen kumaşın yapımı bir sanat. Önce sivriltilmiş çubukla ağacın kabuğu soyuluyor. Yumuşaması için suya sokuluyor. Sert dış kabuğu atıldıktan sonra geriye kalan yumuşak iç kısım düz bir taşa seriliyor. Bağdaş kuran yerli, kare şeklinde demir tokaçla kabuğu saatlerce dövüyor. Bu işlemde kabuk incelip esniyor. Kurutup, dekoratif desenler çizip pareo gibi sarıp kullanıyor.
Hawaii danslarının çıkış yeri bu adalar. Akşam kum zeminli tiyatroda sazdan etekleriyle adalı kızlar dans ediyor. Hindistan cevizi kabuğundan yapılmış sutyenleri ve denizkabuğu kolyeleriyle seksi seksi salınıyorlar. Tabii hepsinin boynunda bir de çiçekten yapılma kolye var. Erkekler ellerindeki meşaleleri çevirerek cesaret gösterisi yapıyor. Dansta ateşi el ve ayaklarına değdiriyorlar. Birinin saçı alev alıyor ama pek umursamıyor. Toplam 60 dansçı gösteri yapıyor burada.
Dustin Hofman ve Lorenza Lamas bu adada evlenmiş. Erkeklere düğünden önce yalancı dövme yapılıyor, kadınlara çiçek sularıyla masaj. Gelinle damat çiçekten bir tahta oturup ‘pirogue’ kayıklarının üstünde düğünün yer alacağı tapınağa getiriliyor. Bu arada vahines (kadınlar) himene (şarkı) söyleyerek gelinle damadı karşılıyor. Düğünden sonra gelinle damat denizin ortasındaki bir motuya (mercan adacığı) bırakılıyor. Her şeyin ayrı bir fiyatı var tabii ki...
Doğası sürpriz dolu
Deniz inanılmaz renklere sahip. Sanki oraya buraya boya dökülmüş, suya karışmadan kalmış. Bir parça açık mavi, biraz da koyu mavi, lacivert. Mini minnacık adacıklar. Sanki güzellikler sepetinden dökülüvermiş. Adalar Hindistan cevizi ağaçlarıyla kaplı. Tepelerinde bulutlar...
Balıkçılar ‘out’ adlı zehirli meyvayı denize koyuyor, yiyen balıklar derin bir uykuya dalıyor, onlarda kolayca topluyor. Bu meyvenin, tohum içinden çıkmış tüy gibi bir çiçeği var. Sanki ‘Moulin Rouge’ kızlarından biri, ötrişini buraya düşürmüş. Çiçek sabah sarı, akşam portakal, yere düşünce ise kırmızı renk alıyor.
Mercan canlı hayvanlar kolonisi olduğundan, insan vücudunda oluşturacağı kesikler enfeksiyona yol açıyormuş. Çünkü bu hayvanlar deri altında büyümeye devam ediyormuş. Yerliler bu kesiklere lime suyu sürüyormuş ki asit hayvanları öldürsün. Yengeçler ortama uyup ağaçta, bahçede yaşar olmuş. Yerdeki delikler yuvaları. Sabah köpekleri lagünde balık avlıyor.
Büyük erkek çocuk kız gibi büyütülüyor
Çocuğu, arsası olana hükümet bedava ev yapıyor. Adada sanayi yatırımının olmadığını, Avrupalıların buralara ilk ayak bastığı dönemde adalı kızların çivi karşılığında gemicilerle birlikte olduğunu düşünürseniz, bedava ev inşaatı hiç de kötü bir yardım sayılmaz.
Evlerin kimisi direkler üstünde. Hava akımıyla serinlesin diye. Kiminin tavanı ottan. Otlar önce tuzlu suda bekletilirmiş ki böcek yemesin. Evler küçük, tek katlı, kimisinin kapısı yok, yerine perde asılı. Ama garajlar Land Rover marka cip dolu. Her evin bir ekmek kutusu var, dağıtım kamyonla yapılıyor.
Yollarda selfservis tezgahlar var. Ananası alıp parayı sepete bırakıyorsun. “Para bırakmazsan yediğin meyva karnını ağrıtır,” diye yazmışlar. Adada gelir vergisi yok. Devletin geliri gümrükten.
Toplu taşıma ‘le truck’ denen rengarenk kamyondan bozma otobüslerle yapılıyor. Penceresi var camı yok. Okul servisi gemiyle.
Halk ölümün hatadan kaynaklandığına inanıyor. Duruma ağlaması için bir ağıtçı tutuyorlar. Bu profesyonel, köpek balığı dişiyle yüzünü yırta yırta ağlıyor. Adalılar hayaletlerin yaşadığına inanıp dağa ev yapmıyor. Zorunlu kalırsa sürekli ateş yakıyor. Dağ evleri Fransız yetkililerin.
Erkeklerin vücudunun bir tarafı tümüyle dövme kaplı. Geçmişte köpek balığı dişiyle yapılır, aile kaydı o dövmelerde tutulurmuş. Pareo da bu adalarda doğmuş. Kadın, erkek pareo kullanıyor. Halk sokakta öpüşüp koklaşmayı, elele yürümeyi ayıp sayıyor ama travestiler toplum tarafında kabul görüyor. Çoğu ailede en büyük erkek çocuk, kız gibi büyütülüyor.