Osmanlı'da Tıp Bu Müzede Görülür
Melis Alphan
Edirne’ye gidiyorsanız II. Bayezid Külliyesi’ni ziyaret etmeden dönmemelisiniz. Burası, padişahın ikinci seferi hümayun esnasında temellerini attığı, sefer dönüşünde Akkerman Kalesi’nin emanetlerini bağışladığı 55 bin metrekare alan üzerine kurulu bir yapılar topluluğu. Mimar Hayreddin’in inşa ettiği söylenen yapılar, üç büyük bahçe çevresinde toplanıyor. Benim özellikle ilgimi çeken, ikinci bahçeyi saran Darüşşifa.
Darüşşifada her şey kayıt altına alınmış. Duvardaki bilgilendirici levhada, burada görev yapan sağlık görevlilerinin sayısının açılışta 12, 1617 yılında ise 16 olduğu yazıyor. İki hekim, iki cerrah, iki kehhal (göz hekimi), bir ilaç tertipleyici ve dövücü, dört hastabakıcı. Sonradan ilaç tertipleyicilerin sayısı artmış.
Bu artış, zamanla hasta sayısının da arttığını düşündürüyor. Bu güzel yapı atıl duruma düştükten sonra, 1914’te Edirne’ye göreve gelen ruh ve sinir hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Mazhar Osman kötü durumdaki hastaları buradan alıp Kıyık mevkiindeki Fransız Hastanesi’ne, oradan da Bakırköy’e taşıyor. Son hastalar da gittikten sonra Darüşşifa tam anlamıyla mezbelelik halini alıyor. 1982’de Trakya Üniversitesi’nin kurulmasıyla bu yapılar topluluğu restore edilmeye başlanıyor ve 1997’de müze haline getiriliyor.
Bu, ödüllü bir müze. En İyi Müze seçildi; En İyi Sergi ödülü aldı ve UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’ne girmeyi başardı. Darüşşifayı bugün gezerken, 15 ve 18’inci yüzyıllarda Osmanlı tıbbının ne kadar ileri seviyede olduğu rahatlıkla görülüyor. Binanın heksagram yapısı da, ona yoğun bakım ünitesi olma özelliğini kazandırıyor. Belki de dünya üzerindeki ilk yoğun bakım ünitesi burası. Bir noktadan alanın tümüne hakimsiniz; diğer yandan 6 kışlık odanın hiçbiri diğerini görmüyor. Yani daha o yıllarda hasta mahremiyetine verilen önem ortada.
Bir de ufak mutfak var. “Yan binada 250 kişiye yemek pişen büyük bir imaret varken bu ufak mutfak neyin nesi?” diye düşünebilirsiniz.
Bu ufak mutfakta yatılı hastalara diyet yemekler pişiyormuş. Buraya alınan bir buğday tanesi bile kaydedilmiş. Sağlık görevlilerinin maaşları da kayıt altına alınmış. Duvardaki levhada yazıyor; hekim başı günlük 30 akçe alıyormuş. Yan taraftaki tıp medresesinin müderrisi (dekan) ise 60 akçe alıyormuş. Buradan da eğitime verilen önemi görüyoruz. Ruhsal sağlığı bozuk hastalar için burada üçlü bir terapi benimsenmiş. Müzikle, kokuyla ve su sesiyle terapi. Haftanın 3 günü musiki kubbesinde 10 kişilik ekip çeşitli makamlar icra ederek biçare hastaların tedavi edilmesini sağlarmış. Buna alanın tam ortasındaki şadırvandan gelen su sesi ve hoş kokuların eşlik etmesiyle terapi gerçekleşirmiş. Darüşşifada diş tedavisi, yağ bezesi, geniz eti alma ve plastik cerrahi operasyonları yapılırmış. Kullanılan alet edevatlar olduğu gibi müzede sergileniyor. Burada kadın hastalıkları da tedavi edildiği gibi kadın hekimler de çalışırmış. Bugün artık müze halindeki Darüşşifa bize, Osmanlı’nın o döneminde bilime ve bilim insanına verilen önemi, her şeyden önce ise insana verilen değeri gösteriyor.