GeriSeyahat Nihayet 35
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Nihayet 35

Nihayet 35

Yılbaşları ve doğum günleri. Eski hesapların kesildiği, yeni hesapların açıldığı tarihler. Yılda iki kez işkence. Bir nevi mazoşizm. ‘Dön kendine, titre’ durumları.

Küçük yaştan kodlanmış beyinlerin alarm zili: Yaşlanmak kötüdür! Yaşlanmak kötüdür!

 

Yani, yaşlandığım için üzülmeliyim. Kremlere, spora, diyete daha çok önem vermeliyim. Makyaj malzemesi bütçemi artırmalıyım. Ağır oturaklı olmalıyım, bacaklarımı açarak oturmamalıyım, tüm dolgularımı göstererek gülmemeliyim. Az ve öz konuşmalıyım. Sözcüklerimi tartmalıyım.

 

Gözümün, dudaklarımın kenarında hafiften çizgiler oluşmuş bile. Üzülmeliyim bu işe. Sürekli aynaya bakıp, çizgi saymalıyım…

 

Peki neden yapmıyorum bunları? Aştım mı, erdim mi, başka bir boyuta mı geçtim? Nerdeeee...Herkes gibi olup, onaylanmayı istiyordum ben. Yaşlanıyorum diye bana acınmasını. “Sahi mi hiç göstermiyorsun” diyenlere sahte gülücükler fırlatmayı. ‘Kadının yaşı erkeğin maaşı’ muhabbetlerinde yaşımı saklamayı.

 

İşte yanıt: Kuaförler! Eli makaslı canavarlar! Benim canavarlarım!

 

Ortaokul-lise yıllarımda (80’ler) ‘ensede saç’ yasağı vardı. Ayda bir kuafördeydim. O zamanlar öyle ‘şimdiki gibi’ ani (siyasi-ekonomik) krizler yoktu. Hep kriz vardı. İnsanlar memlekete baktığında ‘güzel bir şey göremediği için’ en azından ‘aynaya baktıklarında’ bu ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlardı. Kuaföre verecek paraları ‘her zaman’ vardı.

 

Bizim mahallenin kuaförleri hep tıklım tıklımdı. Sözde müşterileri sırayla alırlardı. Nedense benim sıram gelmezdi. Çünkü yaşlı değildim. 20’lerime bile yaklaşmamıştım. Kimse beni sallamıyordu. 12 Eylül çocuğu olarak öyle hak-hukuk arama terbiyem de gelişmemişti. 1980 ‘Netekim’ darbesinde 11 yaşındaydım. Orta 1’inci sınıfa başladığım gün kadın-erkek polisler sınıfa doluştu ve hepimizin çantalarını aradı. Nedenini pek anlamamıştık ama kuzu kuzu (hatta bazılarımız korku içinde) çantalarımızı açmıştık. O tarihten sonra ‘üniformalı güç odaklarına’ hep ‘hörmetler, saygılar, bir emriniz, bir arzunuz efenim’ modunda yaklaştık.

 

Kuaförlerde bir köşede sinip ‘fark edilmeyi’ beklerdim. Olmazdı. Bence bunun nedenini bulmuştum: Ben çirkindim. Notre Dame’ın Kamburu’yla, âşık olduğu kadın Esmeralda arasında bir kıvama sahiptim. Çocuk-ergen karışımı süratle ‘genç kadın’ şekline giren bir halim vardı. Bazen burnum gözlerimden, bazen ağzım kulaklarımdan büyük olurdu. Organlarım bir türlü aralarında ‘göze hoş gelecek’ bir harmoni oluşturamazlardı. Spor yapıp, yaşıtlarımdan önce boy attığım için vücudum da ‘genç irisi, ayı yavrusu’ bir şeydi. Sonuçta ne olurdu? Kimse beni fark etmezdi. Kuaför koltuğuna oturmak için ‘dükkânda kimsenin kalmaması’ gerekirdi.

 

Yaşlandıkça tavırları değişti. Öyle ki artık aramızda derin bir aşk var. Sürekli müşteriyim ben. Hörmetle şımartılan, her şeyin en iyisi yapılan. El üstünde tutulan. Muamelem ‘özel müşteri’ sınıfında. Çünkü aştım o günleri, ayları, yılları. Yaşlandım ben. Yaşasın!

 

İşte kuaförler sayesinde ‘dışardan 35 takıntılı’ olmama hikâyem. Peki, ‘içerden’ durum nasıl?

 

Figen var, bir deli kadın. Arkadaşım… Beni ‘yapmam gerekenler konusunda’ itekleyenlerden biri… Bana benden çok güvenenlerden. Bu dünyaya, ‘dünyanın kabul edemeyeceği’ bir şeyler yapmak için gönderildiğimi düşünüyor. Yani, ben yapacağım, kabul edilmeyecek, yıllar geçecek, değerim anlaşılacak. Bu arada kabul edilmeyen şey için ben hiç üzülmeyeceğim.

 

Bir nevi filozof. Her duruma ‘makro açıklama getirme uzmanı’. “Ya Figen, bana bir haller oldu, koy teşhisi” diyorum. “Ne oldu?” diyor. Şikâyet, zırlama, dert, tasa beklemiyor. Benim depresyonlarım tek kişilik, kullanıma ve paylaşıma açık değil. O nedenle panikliyor. Sağ gösterip sol dertleneceğimi biliyor.

 

“Geçenlerde trafikte kalmıştım. O kadar çok kalmışım ki bol bol düşünme fırsatım oldu. Bir şey fark ettim. Hayatımdan sürekli insan eksiltiyorum. Bu garip değil belki… Garip olan bundan üzüntü duymamam. Figen sence ben deliriyor muyum?”

 

Figen zorlanmadan, hatta üzerinde düşünmeden teşhisi koydu: Erken olgunlaşma belirtisi. Onda 40’ında intibak etmiş, ben de biraz erken olmuş.

 

Neymiş olgunluk? Gereksiz insanları hayatından atma durumu. Zamandan, paradan, emekten tasarruf. İnanmadığın şeyleri söylemek zorunluluğundan kurtulma. Cümlelerini hak edenlerle paylaşmak. Çirkine güzel, kötüye iyi deme yükünü atmak. İyi gün dostlarından kendini azad etmek. Hayır demeyi öğrenmek. Umursadığın şeylerin sayısını azaltmak. Akıl-fikir verme meraklılarından kaçmak. Zevzek erkeklerin esprilerine zoraki gülmemek. Ayıp olacak diye düşündüğünü gizlememek. Sevgiline günde beş posta onu ne kadar sevdiğini söylemek. Kendin için süslenmek, kendine güzel yemekler yapmak.  

 

Figen diyorsa doğrudur. Delirmiyorum. Yalnızca 35 yaşındayım. Tüm 69’lularla birlikte. Bize 69 kere maşallah, 35 kere iyi ki doğdun, üç kere sağ ol, sağ ol, sağ ol ve rahat!

 

mkilic@yenibir.com

False