Son Güncelleme:
Kuzey Ege’de Top 10
CNN Türk’te Sahil Günlüğü programını hazırlayan Fatih Türkmenoğlu, yaz boyunca Türkiye’nin kıyılarını geziyor, izlenimlerini her akşam saat 20.30’da ekrana taşıyor. Üç haftadır Kuzey Ege’deydi. Çanakkale’den İzmir’e kasabaları, köyleri turladı. Gördükleri, duydukları, tattıkları arasından Hürriyet Seyahat için “Top 10” listesi hazırladı.
250’NCİ PROGRAMA AZ KALDI
“Sahil Günlüğü”, bu yıl beşinci senesinde. Sahillerde her tür dolaştım: Aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı, ortaya karışık... Bazı yerler var ki üç kere gittim; ama hâlâ bazı beldelere hiç uğramadım... Ülke büyük, sahiller uzun, insanım renkli. Bir yaz büyük umutlarla açılan lokanta, bakıyorum seneye yok. Otellerin birçoğunun isimleri, sahipleri, müşteri profilleri durmadan değişiyor. Yeni inşaatlar, durdurulanlar, öbek öbek çöpler; bazen de umut verici dokunuşlarla manzara son sürat yenileniyor.
Ben sürekli geziyorum. “50 First Dates” misali, her gün hayata yeniden başlıyorum. Çok iyi bildiğim kasaba bile olsa, her gün yeniden herşeyi keşfediyorum. Her akşam “Ah be şurasını da çekebilseydik keşke” diye iç geçiriyorum. Her sabah, dile kolay 250 bölüm olacak, yeni bir yatakta gözlerimi açıyorum.
Bu yaz değişiklik olsun diye istanbul’dan başladım. Programla hiç gitmediğimiz plajlarda, Adalar’da, Şile’de dolaştım. Sonrasında da ver elini Kuzey Ege... Üç hafta Kuzey Ege’deydim. Çanakkale - Dikili arasında, biraz vahşi, bolca mavi-yeşil, rüzgara direnen güzelliklerde. Bir sürü insan, bir sürü öykünün arasında dolaştım. Durmadan çekip, durmadan not aldım.
İşte bu notlara göre, “Kuzey Ege’den hafızamda kalan 10 güzellik.”
1) EN LEZİZ PİZZACI
Bozcaada Tayyare Pizza
Ada’nın Ayazma Yolu’nda, benzincinin hemen yanında açıldı. Hatta açılışına gittim. Müthiş bir pizzacı. İncecik hamurdan, neredeyse yağsız, Roma’yla California arasında bir tür pizza yapıyor. Bir “Ada otlu”su var ki, şimdi bile ağzım sulandı...
2) KUZEY EGE’NİN “EN” KÜÇÜK OTELİ
Bozcaada Rengigül Pansiyon
Bir mekanın güzelliği bir yere kadar; sahibinin güzelliği ve donanımıyla birleşirse sonsuza kadar... Akasya çiçeği, iğde çiçeği, taze nane reçellerini başka nerede yiyebilirsiniz? Sahibesi Özcan Hanım, pansiyonunu tam bir Alman disiplini ve Ege sıcaklığıyla işletiyor. Hiçbir şey şansa bırakılmıyor, ama yapı marketten henüz alınmış bir tek obje bile mekanda barınmıyor. Resimler, eski Rum evi, olağanüstü bir bahçe, klasik müzik falan; böyle insan birden oraya ait oluveriyor.
3) EN ROMANTİK GÜN BATIMI
Assos Athena Tapınağı
Şimdi bu manzarayı kaç kere çekersem çekeyim, her gün bambaşka. İçim bir garip oluyor. Hayatta hem herşey önemini yitiriyor, hem de dünya beni iyice avucunun içine alıyor.
Bu sefer Amerikalı bir grup vardı, şaraplarıyla çıkmışlar; hatta bana da ikram ettiler. Gruptan bir hanım, herhalde Wisconsin’dendi, popüler aryalar söyledi. Hepimiz çevresini sarıp onu dinledik. Rüzgar püfür püfür; gökyüzü her saniye başka bir renkte... Daha fazla yazmaya çalışmayayım, aklımı oynatacağım.
4) EN FERAH GÜN BATIMI
Ayvalık Şeytan Sofrası
Gerçi Ayvalık bir yanıyla son sürat feci halde “Türk Malı, Kuzu Ailesi” oluyor, ama Şeytan Sofrası gün batımı hâlâ çok güzel. Bir de arabesk bangırdamasa, her an bir otopark değnekçisi türemese... Belki de bu bizim kabahitimiz, resmi kabullenmek lazım. Neyse; Şeytan Sofrası gün batımları acayip güzel. “Viyola çalınsa keşke” diye içimden geçiriyorum hep. Bütün körfez, neredeyse bütün Kuzey Ege ayaklar altında. Güneş kaybolduğu anda da alkış kopuyor. Çok etkileyici.
5) EN ETKİLEYİCİ İKİNCİ HAYAT
Balabanlı Köyü’nde entel dantel
İlk kez bu yıl gördüm, tanıdım. Sanat Yönetmenleri Deniz ve Meral Özen, yönetmen Sibel Kocataş ve tanışmadığım iki yönetmen daha. Köyün en manzaralı yukarı mahallesinde, ki yol olmayan bir yüksekte, arsalar alıp evlerini yaptırmışlar. O çevreye uyumlu taşlardan. Su yok; yağmur suyu biriktiriliyor, yetmediği zaman binbir zorlukla tanker geliyor. Elektrik yok, bahçelerde rüzgar gülleri dönüyor; çatılarda özel donanımlar yılın dokuz ayı iş görüyor. Acayip bir hava var: Kuzey Ege’nin en oturmuş entel köyü bence. İnsanları çok sevdim, manzaraya vuruldum, meyve yıkanan suyu önce temizlikte, sonra bahçe sulamada kullanma detaylarını çok sevdim...
6) EN KETUM TÜRKMEN KÖYÜ
Çamkabalak
Adı “kayanın bol olduğu çamlık” anlamına geliyor. Ayvacık ilçesine bağlı, muhteşem güzellikte bir köy. Gel gör ki, sanki Ege değil, sanki Türkiye değil... Köyün erkekleri daha çok köy dışında çalıştığından, biraz daha sosyalleşmeye yakın. Kadınlarsa, imkansız! Bir cümle zor çıkıyor ağızlarından. Çok güzel el dokuma halılar satıyorlar; kendi kıyafetleri çok otantik. Buna karşın söyledikleri tek şey var: “Al!” Sadece satmaya haneye ek gelir getirmeye odaklanmışlar.
Bir kısmı köyden dışarı çok ender çıkıyor. Küçücük kız çocuklarından seksenlik teyzelere kadar durum aynı: Ketum. Beni civardan bir dostum götürdü; onun sayesinde biraz daha kabul gördük, yine de yeterli değil.
Fakat bunları şikayet maksatlı da yazmıyorum; yanlış anlaşılmasın. Aksine, ben o bozulmamışlığı çok sevdim. “Hemen ne alıyorsan al, bir an önce de köyümüzü terk et; biz burada yabancıları pek sevmeyiz” duruşundan etkilendim.
7) EN EMEK HARCANAN MÜZE
Tahtakuşlar
Öylesine emekle yapılmış ki, hayran olmamak elde değil... Aslında “Müze” olarak değil de “Etnoğrafya Galerisi” olarak tescil edilmiş. Kurucusu ve yöneticisi Alibey Kudar’ın çabası takdire şayan. Bir sürü eksik, bir sürü amatörlük var; ama müze UNESCO’dan bile ödül almış. İyi niyet ve hedefe kilitlenme kendini gösteriyor. Akçay ve Ören arasında, tabelasını bulacaksınız. Gidin, gezin; Alibey Kudar’la tanışın. Hayatını yazdığı küçücük bir kitapçık satıyor, alıp okumanızı tavsiye ederim. Ayrıca mumyalanmış dev deniz kaplumbağalarının hikayelerini de bizzat birinci ağızdan dinleyin...
8) EN GİZEMLİ DAĞ
Kaz Dağı
Mitolojideki ismi “İda”. İlk güzellik yarışmasının yapıldığı yer. Adatepe, Yeşilyurt Köyü gibi fazlaca popüler olmuş köylerine uğramadım bu sefer. Mıhlıçay ve Hasanboğuldu, her defasında nefesimi kesiyor. Hele Hasanboğuldu’nun suya girilen tarafı çok sakindi; buzzz gibi suya kendimi bıraktım. Tarifi zor bir duygu... En iyisi yaşamak lazım.
9) EN GÜZEL SOKAKLAR
Cunda
Ana cadde değil, hemen paralel cadde ve onu kesen sokaklar, beni benden alıyor. Ta yukarı, Sevim&Necdet Kent Kitaplığı’na kadar olan bölümde yürümeyi çok seviyorum. Çok güzel, yeni ama eski görünümlü taş evler yapıldı. Sanki çok eski ve sakin zamanlarda yaşıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Pahalılık ayrı bir konu; sokaklardan ruh fışkırıyor olması apayrı.
10) EN TOSKANA HAVALI BAĞLAR
Bozcaada
Ata Demirer’le Bozcaada’da birkaç kez karşılaştık. “Programlarını çok severek izliyorum, beni çekmemenizi rica edebilir miyim? Çanakkale’den ‘Ata Demirer’i görme ve birlikte fotoğraf çektirme’ turları başlamasından korkuyorum” dedi... Gülüştük.
O kadar düzgün bir adam ki, hak verdim. Üç beş kere “ne çekiyoruz, onu da gördük mü, buraya da gittik mi” muhabbeti yaptık. Ben hep defter-kalem, kafa dağınık haldeydim; o da hep tatildeydi! Neyse, onun da yönlendirmesiyle, birkaç tane bağa gittik. “Öyle yol kenarından çekiveririz işte” diye düşünürken, bambaşka bir dünyaya daldık... Kendimi Toskana’da zannettim. Bir sürü düzgün insanın bağcılık yapmaya başlamasından çok memnun oldum. Kendimi orada, o resimde görmedim, ama konuk kategorisinden, en gönülden bağcı oluverdim!
“Sahil Günlüğü”, bu yıl beşinci senesinde. Sahillerde her tür dolaştım: Aşağıdan yukarı, yukarıdan aşağı, ortaya karışık... Bazı yerler var ki üç kere gittim; ama hâlâ bazı beldelere hiç uğramadım... Ülke büyük, sahiller uzun, insanım renkli. Bir yaz büyük umutlarla açılan lokanta, bakıyorum seneye yok. Otellerin birçoğunun isimleri, sahipleri, müşteri profilleri durmadan değişiyor. Yeni inşaatlar, durdurulanlar, öbek öbek çöpler; bazen de umut verici dokunuşlarla manzara son sürat yenileniyor.
Ben sürekli geziyorum. “50 First Dates” misali, her gün hayata yeniden başlıyorum. Çok iyi bildiğim kasaba bile olsa, her gün yeniden herşeyi keşfediyorum. Her akşam “Ah be şurasını da çekebilseydik keşke” diye iç geçiriyorum. Her sabah, dile kolay 250 bölüm olacak, yeni bir yatakta gözlerimi açıyorum.
Bu yaz değişiklik olsun diye istanbul’dan başladım. Programla hiç gitmediğimiz plajlarda, Adalar’da, Şile’de dolaştım. Sonrasında da ver elini Kuzey Ege... Üç hafta Kuzey Ege’deydim. Çanakkale - Dikili arasında, biraz vahşi, bolca mavi-yeşil, rüzgara direnen güzelliklerde. Bir sürü insan, bir sürü öykünün arasında dolaştım. Durmadan çekip, durmadan not aldım.
İşte bu notlara göre, “Kuzey Ege’den hafızamda kalan 10 güzellik.”
1) EN LEZİZ PİZZACI
Bozcaada Tayyare Pizza
Ada’nın Ayazma Yolu’nda, benzincinin hemen yanında açıldı. Hatta açılışına gittim. Müthiş bir pizzacı. İncecik hamurdan, neredeyse yağsız, Roma’yla California arasında bir tür pizza yapıyor. Bir “Ada otlu”su var ki, şimdi bile ağzım sulandı...
2) KUZEY EGE’NİN “EN” KÜÇÜK OTELİ
Bozcaada Rengigül Pansiyon
Bir mekanın güzelliği bir yere kadar; sahibinin güzelliği ve donanımıyla birleşirse sonsuza kadar... Akasya çiçeği, iğde çiçeği, taze nane reçellerini başka nerede yiyebilirsiniz? Sahibesi Özcan Hanım, pansiyonunu tam bir Alman disiplini ve Ege sıcaklığıyla işletiyor. Hiçbir şey şansa bırakılmıyor, ama yapı marketten henüz alınmış bir tek obje bile mekanda barınmıyor. Resimler, eski Rum evi, olağanüstü bir bahçe, klasik müzik falan; böyle insan birden oraya ait oluveriyor.
3) EN ROMANTİK GÜN BATIMI
Assos Athena Tapınağı
Şimdi bu manzarayı kaç kere çekersem çekeyim, her gün bambaşka. İçim bir garip oluyor. Hayatta hem herşey önemini yitiriyor, hem de dünya beni iyice avucunun içine alıyor.
Bu sefer Amerikalı bir grup vardı, şaraplarıyla çıkmışlar; hatta bana da ikram ettiler. Gruptan bir hanım, herhalde Wisconsin’dendi, popüler aryalar söyledi. Hepimiz çevresini sarıp onu dinledik. Rüzgar püfür püfür; gökyüzü her saniye başka bir renkte... Daha fazla yazmaya çalışmayayım, aklımı oynatacağım.
4) EN FERAH GÜN BATIMI
Ayvalık Şeytan Sofrası
Gerçi Ayvalık bir yanıyla son sürat feci halde “Türk Malı, Kuzu Ailesi” oluyor, ama Şeytan Sofrası gün batımı hâlâ çok güzel. Bir de arabesk bangırdamasa, her an bir otopark değnekçisi türemese... Belki de bu bizim kabahitimiz, resmi kabullenmek lazım. Neyse; Şeytan Sofrası gün batımları acayip güzel. “Viyola çalınsa keşke” diye içimden geçiriyorum hep. Bütün körfez, neredeyse bütün Kuzey Ege ayaklar altında. Güneş kaybolduğu anda da alkış kopuyor. Çok etkileyici.
5) EN ETKİLEYİCİ İKİNCİ HAYAT
Balabanlı Köyü’nde entel dantel
İlk kez bu yıl gördüm, tanıdım. Sanat Yönetmenleri Deniz ve Meral Özen, yönetmen Sibel Kocataş ve tanışmadığım iki yönetmen daha. Köyün en manzaralı yukarı mahallesinde, ki yol olmayan bir yüksekte, arsalar alıp evlerini yaptırmışlar. O çevreye uyumlu taşlardan. Su yok; yağmur suyu biriktiriliyor, yetmediği zaman binbir zorlukla tanker geliyor. Elektrik yok, bahçelerde rüzgar gülleri dönüyor; çatılarda özel donanımlar yılın dokuz ayı iş görüyor. Acayip bir hava var: Kuzey Ege’nin en oturmuş entel köyü bence. İnsanları çok sevdim, manzaraya vuruldum, meyve yıkanan suyu önce temizlikte, sonra bahçe sulamada kullanma detaylarını çok sevdim...
6) EN KETUM TÜRKMEN KÖYÜ
Çamkabalak
Adı “kayanın bol olduğu çamlık” anlamına geliyor. Ayvacık ilçesine bağlı, muhteşem güzellikte bir köy. Gel gör ki, sanki Ege değil, sanki Türkiye değil... Köyün erkekleri daha çok köy dışında çalıştığından, biraz daha sosyalleşmeye yakın. Kadınlarsa, imkansız! Bir cümle zor çıkıyor ağızlarından. Çok güzel el dokuma halılar satıyorlar; kendi kıyafetleri çok otantik. Buna karşın söyledikleri tek şey var: “Al!” Sadece satmaya haneye ek gelir getirmeye odaklanmışlar.
Bir kısmı köyden dışarı çok ender çıkıyor. Küçücük kız çocuklarından seksenlik teyzelere kadar durum aynı: Ketum. Beni civardan bir dostum götürdü; onun sayesinde biraz daha kabul gördük, yine de yeterli değil.
Fakat bunları şikayet maksatlı da yazmıyorum; yanlış anlaşılmasın. Aksine, ben o bozulmamışlığı çok sevdim. “Hemen ne alıyorsan al, bir an önce de köyümüzü terk et; biz burada yabancıları pek sevmeyiz” duruşundan etkilendim.
7) EN EMEK HARCANAN MÜZE
Tahtakuşlar
Öylesine emekle yapılmış ki, hayran olmamak elde değil... Aslında “Müze” olarak değil de “Etnoğrafya Galerisi” olarak tescil edilmiş. Kurucusu ve yöneticisi Alibey Kudar’ın çabası takdire şayan. Bir sürü eksik, bir sürü amatörlük var; ama müze UNESCO’dan bile ödül almış. İyi niyet ve hedefe kilitlenme kendini gösteriyor. Akçay ve Ören arasında, tabelasını bulacaksınız. Gidin, gezin; Alibey Kudar’la tanışın. Hayatını yazdığı küçücük bir kitapçık satıyor, alıp okumanızı tavsiye ederim. Ayrıca mumyalanmış dev deniz kaplumbağalarının hikayelerini de bizzat birinci ağızdan dinleyin...
8) EN GİZEMLİ DAĞ
Kaz Dağı
Mitolojideki ismi “İda”. İlk güzellik yarışmasının yapıldığı yer. Adatepe, Yeşilyurt Köyü gibi fazlaca popüler olmuş köylerine uğramadım bu sefer. Mıhlıçay ve Hasanboğuldu, her defasında nefesimi kesiyor. Hele Hasanboğuldu’nun suya girilen tarafı çok sakindi; buzzz gibi suya kendimi bıraktım. Tarifi zor bir duygu... En iyisi yaşamak lazım.
9) EN GÜZEL SOKAKLAR
Cunda
Ana cadde değil, hemen paralel cadde ve onu kesen sokaklar, beni benden alıyor. Ta yukarı, Sevim&Necdet Kent Kitaplığı’na kadar olan bölümde yürümeyi çok seviyorum. Çok güzel, yeni ama eski görünümlü taş evler yapıldı. Sanki çok eski ve sakin zamanlarda yaşıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Pahalılık ayrı bir konu; sokaklardan ruh fışkırıyor olması apayrı.
10) EN TOSKANA HAVALI BAĞLAR
Bozcaada
Ata Demirer’le Bozcaada’da birkaç kez karşılaştık. “Programlarını çok severek izliyorum, beni çekmemenizi rica edebilir miyim? Çanakkale’den ‘Ata Demirer’i görme ve birlikte fotoğraf çektirme’ turları başlamasından korkuyorum” dedi... Gülüştük.
O kadar düzgün bir adam ki, hak verdim. Üç beş kere “ne çekiyoruz, onu da gördük mü, buraya da gittik mi” muhabbeti yaptık. Ben hep defter-kalem, kafa dağınık haldeydim; o da hep tatildeydi! Neyse, onun da yönlendirmesiyle, birkaç tane bağa gittik. “Öyle yol kenarından çekiveririz işte” diye düşünürken, bambaşka bir dünyaya daldık... Kendimi Toskana’da zannettim. Bir sürü düzgün insanın bağcılık yapmaya başlamasından çok memnun oldum. Kendimi orada, o resimde görmedim, ama konuk kategorisinden, en gönülden bağcı oluverdim!