Son Güncelleme:
Kıskançlıktan ölüyorum
Kocamın sıhhat problemi yüzünden Cleveland'dayım. Müze işletme işine başladığımdan beri duyduğum, hemen hemen her sergide bir veya birkaç eserinin teşhir edildiğini müşahade ettiğim bu müzeyi tatsız bir vesile için buralara gelmiş olsam dahi, bugün üçüncü defa ziyaret ettim.
Gene de her bölümü göremedim. Muhteşem bir müze. New York'taki Metropolitan Müzesi'nden sonra Amerika'nın en büyük ve zengin müzesi olduğunu zaten hep duyardım.
‘‘Cleveland Museum of Art’’ adıyla anılan bu müze, diğer Amerikan müzeleri arasında başka bu tür örnek var mıdır bilemem ama, hem bulunduğu şehrin adını taşıyor, hem de tamamen özerk. 1913'te üç işadamının, anladığım kadarıyla birbirlerinden de habersiz olarak, bağışlarıyla kurdukları fonların nemalarıyla meydana gelmiş. İşte bu yüzden kıskanıyorum.
Cleveland, Ohio eyaletine bağlı bir taşra şehridir. 1825'de öncü bir şehir olmaktan biraz daha ötededir. 1900'lerde o kadar gelişir ki, Amerika'nın yedinci büyük şehri olma özelliğini elde eder. 1962'de kişi başına en yüksek geliri olan yerdir. Erie Gölü'nün kenarında olan bu şehir, Ohio ve Erie kanallarının açılmasıyla sağlanan nakliyat kolaylığı neticesinde kurulan büyük çelik sanayii sayesinde fevkalade zenginleşir. Ve zenginleşen bu şehirden üç Cleveland'lı işadamı Hinman Hurlbut, Horace Kelley ve John Huntington bir sanat müzesinin kurulmasına öncülük ederler.
BİZANS MADALYONU
Cleveland'a gelirken bu müzeyi bildiğimden ve çok meşhur bir orkestrası olduğunu da duyduğumdan, şehirde çok büyük bir zenginliğin olması gerektiğini düşünüyordum. Zira gerek bir müzeyi döndürmek ve gerekse de mühim bir orkestraya sahip olmak için büyük paraların harcanması gerektiğinin bir müze işletmecisi olarak farkındaydım.
Bu üç işadamı paraları verirler, ama arsa bulmak ve de müzeyi inşa edip içine olmayan eserleri yerleştirmek lazımdır. Derken Jeptha H. Wade adında bir başka işadamı şehrin kenarındaki muhteşem arazisini bağışlar. 1913'te kurulan bir mütevelli heyeti gerek binanın yapılması ve gerekse dünyanın dört bir tarafından eser toplamak için yola koyulurlar.
Müze zamanla zenginleşir. İçinde dolaşırken eserlerin nadirlikleri ve güzellikleri dikkatimi çekti ve hemen soruşturdum. Bütün eserler uzmanlar tarafından özenle seçilerek satın alınmıştı. İki sene evvel Paris'ten Bizans (Doğu Roma) İmparatoru Konstantin'e ait olduğu sanılan bir kolyenin bir madalyonunu satın almışlar. Bizans ve Orta Çağ sanatı uzmanı dostuma kaça aldıklarını sordum. Bir milyon doların üzerinde bir para ödediklerini söyledi. Araziyi bağışlayan Jeptha H.Wade bu müzeye sadece eser satın alınması için elli milyon dolarlık bir fon bırakmış. Dolayısı ile Wade'in adı yazılmış ve bu fondan gelen parayla satın alınmış olduğu belirtilmiş. Bu kolyenin bir madalyonu Metropolitan, başka bir madalyonu ise Louvre müzesindeymiş. Diğer bir parçası ise Washington'daki Bizans tarihi ve sanatı araştırmaları merkezi olan Dumberton Oaaks'taymış. Arkadaşım olan uzmanın en büyük hayali bütün parçaları bir araya getirerek sergilemekti. İnşallah ben de sergilendiğini görürüm. Zira madalyonun işçiliği hem çok güzel, hem de çok gösterişli. İnsan nasıl kıskanmaz ve hırslanmaz. Bizans İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'da binaların dışında doğru dürüst Bizans eseri hiç yok gibi. Bari o binalara da doğru dürüst bakılsa. Gidin de bir zamanlar ‘‘Pentakrator’’ adıyla anılan şimdiki Zeyrek Camii'nin içler acısı halini bir görün. Herhalde Hıristiyan işi diye önemsenmemiş olacak. Artık böyle bağnaz düşüncelerden uzaklaşıp dünya değerlerine yüzümüzü döndürmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Amerika'nın böyle serbest düşünen kafalarını kıskandım...
DİYARBAKIR’DA NİYE YOK
Ben hayalperest biriyimdir. Cleveland'a gelince gene hayal kurdum. Mesela Diyarbakır'dan sıkı zenginler çıktı, hiç birisi kendi şehrine böyle yatırım yapmadı. Tabii burada yalnız zengin işadamlarının kabahati yok, hükümetlerin de büyük kabahatleri var. Ankara'da oturup Diyarbakırlı'nın şehrinde kalmasına ve orasını geliştirmesine yardımcı olabilecek kolaylıkların sağlanmasını düşünemedikleri için.
Bugün Cleveland'daki çelik sanayii dünya çelik sanayii ile rekabet edemediği için küçülmüş. Bunu gören şehir idarecileri derhal şehri başka bir yöne çevirerek dünya sıhhat merkezi yapmışlar. Buradaki gene bir vakıfa ait hastaneler adeta bütün şehri kaplamış ve şimdi Cleveland bu hastaneler sayesinde zenginliğini idame ettirmeye çalışıyor. İşte bu kafaları kıskandım.
Bütün sıkıntıma ve kıskançlığıma rağmen iftihar edebileceğim bir nokta bulup mutlu olmaya çalıştım. Hastanede pek çok başarılı Türk doktor, en iyi pozisyonlarda çalışıyorlar. Ah şu politikacılar olmasa! Türk olmakla her an iftihar edebiliriz.
‘‘Cleveland Museum of Art’’ adıyla anılan bu müze, diğer Amerikan müzeleri arasında başka bu tür örnek var mıdır bilemem ama, hem bulunduğu şehrin adını taşıyor, hem de tamamen özerk. 1913'te üç işadamının, anladığım kadarıyla birbirlerinden de habersiz olarak, bağışlarıyla kurdukları fonların nemalarıyla meydana gelmiş. İşte bu yüzden kıskanıyorum.
Cleveland, Ohio eyaletine bağlı bir taşra şehridir. 1825'de öncü bir şehir olmaktan biraz daha ötededir. 1900'lerde o kadar gelişir ki, Amerika'nın yedinci büyük şehri olma özelliğini elde eder. 1962'de kişi başına en yüksek geliri olan yerdir. Erie Gölü'nün kenarında olan bu şehir, Ohio ve Erie kanallarının açılmasıyla sağlanan nakliyat kolaylığı neticesinde kurulan büyük çelik sanayii sayesinde fevkalade zenginleşir. Ve zenginleşen bu şehirden üç Cleveland'lı işadamı Hinman Hurlbut, Horace Kelley ve John Huntington bir sanat müzesinin kurulmasına öncülük ederler.
BİZANS MADALYONU
Cleveland'a gelirken bu müzeyi bildiğimden ve çok meşhur bir orkestrası olduğunu da duyduğumdan, şehirde çok büyük bir zenginliğin olması gerektiğini düşünüyordum. Zira gerek bir müzeyi döndürmek ve gerekse de mühim bir orkestraya sahip olmak için büyük paraların harcanması gerektiğinin bir müze işletmecisi olarak farkındaydım.
Bu üç işadamı paraları verirler, ama arsa bulmak ve de müzeyi inşa edip içine olmayan eserleri yerleştirmek lazımdır. Derken Jeptha H. Wade adında bir başka işadamı şehrin kenarındaki muhteşem arazisini bağışlar. 1913'te kurulan bir mütevelli heyeti gerek binanın yapılması ve gerekse dünyanın dört bir tarafından eser toplamak için yola koyulurlar.
Müze zamanla zenginleşir. İçinde dolaşırken eserlerin nadirlikleri ve güzellikleri dikkatimi çekti ve hemen soruşturdum. Bütün eserler uzmanlar tarafından özenle seçilerek satın alınmıştı. İki sene evvel Paris'ten Bizans (Doğu Roma) İmparatoru Konstantin'e ait olduğu sanılan bir kolyenin bir madalyonunu satın almışlar. Bizans ve Orta Çağ sanatı uzmanı dostuma kaça aldıklarını sordum. Bir milyon doların üzerinde bir para ödediklerini söyledi. Araziyi bağışlayan Jeptha H.Wade bu müzeye sadece eser satın alınması için elli milyon dolarlık bir fon bırakmış. Dolayısı ile Wade'in adı yazılmış ve bu fondan gelen parayla satın alınmış olduğu belirtilmiş. Bu kolyenin bir madalyonu Metropolitan, başka bir madalyonu ise Louvre müzesindeymiş. Diğer bir parçası ise Washington'daki Bizans tarihi ve sanatı araştırmaları merkezi olan Dumberton Oaaks'taymış. Arkadaşım olan uzmanın en büyük hayali bütün parçaları bir araya getirerek sergilemekti. İnşallah ben de sergilendiğini görürüm. Zira madalyonun işçiliği hem çok güzel, hem de çok gösterişli. İnsan nasıl kıskanmaz ve hırslanmaz. Bizans İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'da binaların dışında doğru dürüst Bizans eseri hiç yok gibi. Bari o binalara da doğru dürüst bakılsa. Gidin de bir zamanlar ‘‘Pentakrator’’ adıyla anılan şimdiki Zeyrek Camii'nin içler acısı halini bir görün. Herhalde Hıristiyan işi diye önemsenmemiş olacak. Artık böyle bağnaz düşüncelerden uzaklaşıp dünya değerlerine yüzümüzü döndürmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Amerika'nın böyle serbest düşünen kafalarını kıskandım...
DİYARBAKIR’DA NİYE YOK
Ben hayalperest biriyimdir. Cleveland'a gelince gene hayal kurdum. Mesela Diyarbakır'dan sıkı zenginler çıktı, hiç birisi kendi şehrine böyle yatırım yapmadı. Tabii burada yalnız zengin işadamlarının kabahati yok, hükümetlerin de büyük kabahatleri var. Ankara'da oturup Diyarbakırlı'nın şehrinde kalmasına ve orasını geliştirmesine yardımcı olabilecek kolaylıkların sağlanmasını düşünemedikleri için.
Bugün Cleveland'daki çelik sanayii dünya çelik sanayii ile rekabet edemediği için küçülmüş. Bunu gören şehir idarecileri derhal şehri başka bir yöne çevirerek dünya sıhhat merkezi yapmışlar. Buradaki gene bir vakıfa ait hastaneler adeta bütün şehri kaplamış ve şimdi Cleveland bu hastaneler sayesinde zenginliğini idame ettirmeye çalışıyor. İşte bu kafaları kıskandım.
Bütün sıkıntıma ve kıskançlığıma rağmen iftihar edebileceğim bir nokta bulup mutlu olmaya çalıştım. Hastanede pek çok başarılı Türk doktor, en iyi pozisyonlarda çalışıyorlar. Ah şu politikacılar olmasa! Türk olmakla her an iftihar edebiliriz.