Kışa direnen Kemah
Karasu’nun hayat verdiği sarp dağların arasındaki Kemah kışa inat yemyeşil. Tamasur Ayazma Vadisi’nin renk değiştiren ağaçları, çevredeki kanyonlardaki kireçtaşı oluşumları görmeye değer. Okurumuz Nihan Azizlerli yazdı.
Erzincan güneyde Munzur, kuzeyde Çengelli dağları ile çevrili. Bu iki dağın sıkıştırdığı noktada Kemah ilçesi başlıyor. Erzincan-Kemah yolu kanyonlarla ilerliyor. Kara kış öncesi Kemah gerçek bir vaha. İlçeden Sivas-Erzincan karayolu geçiyor. Yörede üç cami, sekiz mescit ve en önemlisi kale kalıntıları bulunuyor. Kemah her zaman güvenilir bir sınır noktası olmuş. Nüfusu şimdilerde azalmış. Merkezde 2500 kişi yaşıyor. Yüksek dağlık alanlardan oluşan bölgede Munzur ve Mercan dağları engebeler oluşturuyor. Karasu Irmağı, Kemah’ı sulayıp geçiyor. Sarp dağların çerçevelediği bölge, yaklaşan kış aylarına aldırmaksızın yemyeşil. Kemah ve civarında kanyonlar, kireçtaşı oluşumlar dikkat çekiyor.
MUMYALI YAĞMUR DUASI RİTÜELİ
Kemah, yaklaşık 1100 metre yükseklikte. Yerleşimin içinden kaleye uzanan Tamasur Ayazma Vadisi flora olarak çok zengin. Ağaçlar rengarenk döktükleri yapraklarıyla gökyüzüne uzanıyor. Islak, kaygan yapraklar hız kesmiyor, mis gibi kokuyor, doğayla tanışma fırsatı tanıyor. Kaleye uzanan kanyon yer yer genişleyip daralıyor ama her haliyle güzel. Dingin bir güzergah.
Kalenin eteklerinde, nehir kıyısına yakın, sekizgen planlı tuğla yapı Melik Gazi’nin türbesi. 12’nci yüzyılda yapılmış. Mengücekoğulları, Alparslan’ın Anadolu’ya girmesi sonrası kurulan ilk beyliklerden biri. Melik Gazi de kurucusu. Türbenin kapısı doğu cephesinde. Küfi yazılar, ayetlerle donatılmış. Bahçede sizi Osmanlıca yazılı mezar taşları karşılıyor. Dönemi gereği cenazesi mumyalanmış. Çok alçak ve dar bir kapıdan, neredeyse sürünerek girilen türbesinde mumyasını görmek mümkün. Hatta tabut içinden görünen mumyanın bir zamanlar yağmur duası için Fırat’ın sularına daldırıldığı söyleniyor.Altta, zir-i zemin (yer altı) türbe odası var. Türklerin Anadolu’da yaptığı ilk türbelerden biri bu. Üst kata çıkan bir merdivenin bulunduğu yapıe kuzeybatıda açılmış tek pencereden ışık alıyor.
HUZUR VEREN NEHİR
Mengücekoğulları yerleşimlerini sarp noktalarda, kalelerin etrafına kurmuş. 3 bin yıllık Kemah Kalesi, doğal bir oluşum. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de geçiyor. Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslara karşı savunma hattı olmuş.
Coğrafya burada zaman zaman sertleşip, doğal setler çekiyor. Aşağıda Karasu Irmağı akıyor. Yukarı Fırat’tan gelen serin rüzgarı hissetmemek mümkün değil. Kaleye tırmanırken size nehrin huzur veren sesi eşlik ediyor. Patika sarı, yeşil, kahverengi, kızıl, mor renklerin tüm tonlarında ıslak yapraklarla kaplı. Toprak, yaprak, kışa hazırlanan tabiatın kokusu birbirine karışıyor. İleride bir yerlerden kerpiç köy evinin bacasından yanık odun kokusu yükseliyor. Sadece birkaç saat önce İstanbul’un keşmekeşi içindeydim, burası özel bir armağan gibi. Kemah, virajlı yollarla başka tarihi merkezlere bağlanıyor. Bir zamanlar Mengücekler’e merkezlik ettiğini özenle saklıyor. Tabiatıyla ziyaretçiye huzur veriyor.
4 bin yıllık yerleşim
Kemah kelimesinin kökeninin Türkçe olduğu ve Göktürk Devleti’nin üyesi Kimak Türklerinden geldiği söyleniyor. Kaleyle çevrili kent, doğal destekle de yüzyıllarca korunmuş. Tarihi 4 bin yıl öncesine gidiyor. Hitit ve Asur kaynaklarında adı geçiyor. Urartular, Hititler, Kimmerler, MÖ 6 ve 5’inci yüzyıllarda Medler, Persler gelmiş. Ardından Romalılar bölgeden geçmiş. 7’nci yüzyıla Bizans egemenliği sürmüş. İslamiyet sonrası Arap akınları başlamış. 1071 Malazgirt Zaferi sonrası ise bölge Türklerin olmuş. Mengüceklerin ardından Anadolu Selçuklu ve Osmanlı hakimiyeti görülmüş. Türkler bölgeye dalga dalga gelip yerleşmiş. Selçuklular bölgede uzun süre hakimiyet kurmuş, Ardından Osmanlılar gelmiş. Bu topraklarda, bölge yakınlarında Hıristiyanların inziva mağaralarını da görmek mümkün.