GeriSeyahat Kendini özlemek
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Kendini özlemek

Kendini özlemek

Hiç düşündünüz mü, daha ne kadar devam edecek bu yaşam koşuşturmacası? Ne kadar kovalayacaksınız, hayallerinizdeki yaşamı? Ne kadar yorulacaksınız? Bir gün. Yeri ve zamanı geldiği bir gün… Ne kadar yorulduğunuzu ve ne kadar yorulacağınızı düşündünüz mü hiç? Her bir mücadele için bin kez zonklayan beyninizin, kafanıza dank eden gerçeklerle, daha ne kadar dayanabileceğini düşündünüz mü mesela? Yaşam bir mücadele. Evet doğru. Ama uğrunda mücadele edilmesi gerekenleri bir tarafa bırakıp, canı ciğeri beş para etmez şeyler peşinde koşturmak, hem de ölüme… Bilmem ki ne kadar doğru.

‘Arada sırada, durup dinlenmek gerek’ der Kızılderililer. Arada sırada durmak. Onun için avlarının peşinden koşarlarken bile, üç defa üst üste gelen tersliği, sürek avını sora erdirmek olarak yorumlarlarmış. Ve hayvanın peşinden koşmayı bırakırlarmış. Bunu, Ulu Manitu’nun o hayvana verdiği bir şans olarak algılar ve durup beklerlermiş bir süre. Ve hayvan ellerinden kaçar kurtulurmuş.

 

Bizimse elimize düşenin hiç şansı yok. Bütün yolları tutuyor, bütün çıkışları tıkıyoruz. Ondan sonra kurtul kurtulabilirsen. Kime yapıyoruz dersiniz bunu mesela. Kimlere değil ki?

 

Mesela birini sevdiğimizde, kurtuluş yok. Ya o kız, ya kara toprak. Hatta bu çam yarması magandayla evliliği kabul etmeyen zavallı kızcağızı, 3 yıl sonra sevişerek evlendiği kocasının yanında öldürenler, boy boy medyada işte. Gazetelerin üçüncü sayfası, batılıların 13. Cuma kabusuna döndü. Evlilik teklifini kabul etmeyen kızı, ailesinin gözü önünde öldürdü. Bana yar olmayanı başkasına yar etmem dedi ve kız tarafından 7 kişiyi doğradı… Biliyorsunuz işte. Bize yabancı haberler değil. Yeter ki bir şeyi istemeye görelim. Cılkını çıkartıyoruz hani.

 

İstediğimiz şey, ölümlü bir şeyse, onu elde etmeden ölüm bile haram bize. Ya onu öldürüyoruz, ya kendimizi.

 

Ama her nedense bu istediğimiz ölümlü bir şey değil de, olumlu bir şey ise, o zaman işler değişiyor. Maymun iştahlılık giriyor devreye. Türk gibi başlamak. Daldan dala atlamak. İstikrarsız bir gidiş. Ürkek bir tavır. Keşke Medeni Kanun’da ideallerle de evlenmek yasal olarak mümkün olsaydı.

 

Cümle alem huzurunda kıyılsaydı nikahımız. Allah’ın emri, Paygamberin kavli ile… Ayağına basmaya kıyamadığım idealim olsaydı masada. Tülünü açıp bakmaya kıyamayacak kadar güzel. Bir dediğini iki etmeyeceğim kadar masum. Yaşam boyu birlikte yaşayabileceğim kadar gizemli. Gittiğim her yere götürebileceğim kadar neşeli. Bütün zor zamanlarımda bana güç verecek kadar kuvvetli. Bilmem… Öyle işte. İstemenin, düşünmenin sınırı yok.

 

Ölümlüler peşinde koşturmak, ya da olumlular peşinde koşturmak. Bunu derken olumlular peşinde koşmayı da sorgulamamız gerekmiyor mu?

 

Olumlu bir şey. Ney mesela? Satış pazarlama departmanını kurtaracak yeni dönem raporları. Satacaksın ki, raporlar olumlu olsun. Satacaksın. Peki ama ne pahasına?

 

İnsanları soyup soğana çevirmek uğruna, yapılan bir satış başarılı bir satış mı oluyor yani?

 

Al. Al al… Mutlaka al. Almalısın. Bak bu şansı kaçırma. Üzülürsün sonra… Ama nedense hep alanlar pişman oluyor.

 

Alanlar aldatılanlar safındaki yerini ayırırken, almayanlar için sürek avı yeniden başlatılıyor. Tamam da satamadın işte. Dur bir Kızılderililer gibi. Belki avın şansı güldü. Bırak gitsin, bırak kurtulsun işte…

 

Yok illa sonunu getireceğiz.  Beyhude bir satış uğruna, eşimizin, çocuklarımızın, akrabalarımızın, dostlarımızın sonunu getirdiğimizin farkında mıyız acaba?

 

Peki satmayalım mı? Elbette satalım. Ama arada durup dinlenmesini de bilmeli insan. Çevresine şöyle bir bakabilmeli. Tabiat yeniden canlanıyor şu an. Etraf kıpır kıpır. Kuşlar, çiçekler, böcekler, kelebekler… Dallar filizlendi. Çiçekler açtı. Meyve verme yolundaki en büyük dönemine girdi bitkiler.

 

Biz ise, hala satış koşuşturmacasındayız.

Dur bir dinlen n’olur. Çevreye bir göz at.

Bir boy aynasında, gözle kendini şöyle on dakka. Kendinize verecek on dakkanız yok mu yoksa? Olsun be. Bir on dakka. Bu sefer olsun. Kendinize bir on dakka ayırın bu sefer. Bu sefer başarın. Bu sefer seyredin kendinizi.

 

Peri kızı Ekho’nun aşkına karşılık vermediği için, tanrılar tarafından cezalandırılan ve sudaki aksini görüp kendine aşık olan Narkissosu kastetmiyorum elbet. Onun kendi kendine olan aşkı vücudu eritip bitirip bir nergis çiçeğine dönüştürmüştü. Ama ben ayna karşısında baktığınız, seyrettiğiniz kendinizi, asıl kendinize dönüştürmenizi istiyorum.

 

Kendiniz. Kendimiz. Sahi neyiz biz?

 

Adımıza, insan diyorlar bize. Cinsimize bakılırsa ademoğluyuz. İnsanoğluyuz. İnsanoğlu işte. Kendine bakmayı beceremiyor bir. Yılda 260 milyar dolar harcayıp, bize uzak galaksilere bile bakıyor. Ama yanı başındaki dostuna bakamıyor. En yakınındaki dostuna, en yakın dostuna bakamıyor. İnsan kendine bakamıyor vesselam.

 

Yaşam hep eller için. Patron için. Şirket için. Departman için.

Yaşam hep, başkaları için.

Başkaları için yaşarken, canına can katmak da mümkün ama, kendini öldürerek sadece yerin altındakilere bir yaşam hakkı tanımış olmuyor muyuz?

 

Evet ne demiÅŸtik? Sahi neyiz biz?

Bir ayna karşısında şöyle bir on dakkalığına seyredince, benim ağlayasım geldi.

Ağladım.

Koca bir göbek beydahlamışım geçen yıl. Durun durun korkmayın. Arnold Schwarzenegger’in Junior (ufaklık) fimindeki gibi tıbbi bir buluş yaparak hamile filan kalmadım. Normal bir göbek benimkisi. Bilirsiniz işte. Yediğimiz o güzel yemeklerin göbek çevrenizde bıraktığı kalıcı iz.

 

Ağaran saçlarıma ağladım. Geçen yıl onca koşuşturmaca. Onca telaş. Saçlara ilave bir beyazlık olarak geri dönmüş.

 

Bir elimdeki çocukluk resmime baktım. Bir de aynadaki aksime. Hay aksi şeytan. Bu ben miyim ya? (Hani o bakıp da ağacın yaşını anladığımız halkalardaki gibi) yüzüme çizgi çizgi kazınan yıllarıma ağladım. Yıllarım dolu dolu geçti belki. Belki de bomboş. Ama ben en çok elimde kala kalan, o çocukluk resmimdeki masumluğuma ağladım.

 

Annemin vefatından 1 yıl sonra çekilmiş siyah beyaz bir fotoğraf.

Geçen boyun fıtığı olduğumda memleketten geçmiş olsuna gelen Ablam getirmişti. Sağ olsun. İyi ki de getirmiş. Ama ben şimdi, sadece ve sadece o elimdeki çocukluk resmimde kalan masumluğuma ağlıyorum.

 

Profesyonellik. Elbette olacak. Hem de en iyisinden.

Satış ve pazarlama. Elbette. Hem de güzelinden.

Ama yapılan bir iş, başka bir güzelliği örtmemeli bence.

Ä°nsan verilen ÅŸirket hedeflerini bir gece ayna karşısına geçip, şöyle bir on dakikalığına bile olsa unutabilmeli. Karabasanlar girmemeli rüyalarına. Rüyalarında kendini yaÅŸatabilmeli. Stresten, sinirden, kaygıdan, yorgunluktan, yattığına da yatacağına da bin piÅŸman olarak kalkmamalı yattığı yatağından.Â

 

Bir gece yarısı doğrulup yattığı yerden, kendine bakabilmeli. Kendine. Özüne. İçine.

Ve içinde kalan güzellikleri fark edip… Çok özel birisi olduğunu anlayıp… Ve insan olduğuna şükredip… İnsan, gerçekten kendini özleyebilmeli.

Çünkü özlemek bile, içimizde var olan kırıntıların delilidir.

Çünkü özlem varsa, hala bir umut var demektir.

 

False