GeriSeyahat Kasvet, bahçeye açılan sürgü kapılardan çıkıp gidiyor
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Kasvet, bahçeye açılan sürgü kapılardan çıkıp gidiyor

Kasvet, bahçeye açılan sürgü kapılardan çıkıp gidiyor

İçimizdeki savaş kasvetiyle nereye gidecektik? Hava bulutlu da olsa, kar da yağsa, Abdi İpekçi'deki LEEA'dan içeri girer girmez üstünüze yapışan sıkıntıyı atıyor, rahatlıyorsunuz.Henüz dilime Umm Kasr adı dolanmamış, belleğime acı çeken insanların korkulu bakışları kazınmamıştı. Basında, her kalemden bir ses çıkıyor, eğri doğruya karışıyor, tezkere tartışmasının kısır döngüsündeki Türkiye oradan oraya savruluyordu.Savaş adım adım yaklaşıyordu. Gene de içimde cılız bir umut, anlamsız bir ‘‘acaba?’’ sorusu vardı. Bir de havada bahar kokusu.Bir sonraki haftanın yazısını düşünürken çevremdeki hemen herkesin en az benim kadar karamsar olduğunu fark ettim.Peki ama ben kiminle nereye gidecek, keyif sürüp yemek yiyecektim?Önce evden çıkıp, rastladığım bütün lokantaları yazayım diye düşündüm. Adresler, telefon numaraları, birkaç bilgi. İnsansız, kuru. Bir tür Yeniköy-Bebek lokanta atlası.Sonra birden aklıma Mehmet Konuralp ve onun tarihle bezeli müthiş sohbetleri geldi. Mehmet'le konuşmak bana hep iyi gelir. Ama böyle puslu günlerde onunla konuşmak, önünüzü biraz olsun görebilmek, biraz olsun neyin neden olduğunu anlayabilmek için birebirdir.Acaba İstanbul'da mıydı? Şansım varmış, buradaydı.Bir de Bilge Mesci. Heyecan yumağı Bilge. Sevincini, neşesini, hüznünü, üzüntüsünü, kirpiğinin ucuna takan Bilge. Tıpkı İtalyan filmlerindeki, tercihan da Sophia Loren'in canlandırdığı kahramanlar gibi, tehlike karşısında çocuklarını eteğinin arkasına saklayan, hayata kafa tutarken sekiz çeşit yemek yapan, örselense de arbedelerden sağlam çıkmayı bilen ve coşkusunu mutlaka karşısındakine geçiren Bilge. O da işini ayarladı, provalarını kaydırdı, ‘‘gelirim’’ dedi.Ama nereye?Nişantaşı'nda Abdi İpekçi Caddesi'nde yeni bir yer açılmış: LEEA. Bilge oraya gitmemizi önerdi. Daha önce gitmiş, çok güzelmiş.SAKLI CENNET OLACAKBiz buluşamadan savaş patladı. Hava karardı, kar başladı.İçimizin kasveti, dışarıya yansıdı.İster bu yazılar, ister başka nedenle olsun, arkadaşlarımla buluşmaya hep uçarak giden ben, o gün külçe gibiydim. Ağır ağır hazırlandım, televizyondaki öğle haberlerine son kez baktım, çıktım. Yarım saat sonra LEEA'daydım.Kapıdan girince, boy boy kesme kristal vazolara özenle yerleştirilmiş rengárenk çiçeklerle karşılaşıyorsunuz. İçiniz açılıyor. Bir de bizim yaptığımızı yapıp, arkaya geçerseniz sizi ferah, ışıkla yıkanan bir mekán bekliyor. Tavan, cam. Yaz aylarında saklı bir cennet olacağı şimdiden belli olan küçük bahçeye açılan sürgü kapılar da öyle. Hava bulutlu da olsa, kar da yağsa, içeri girer girmez üstünüze yapışan sıkıntıyı atıyor, rahatlıyorsunuz.Bahçeye bakan masaya geçtik.LEEA'nın mutfağı dünya mutfağı. Her ağız tadına uygun yemek var. Ben et yedim, Bilge karides. Öğle yemeklerini hafif geçiştirdiğini söyleyen Mehmet carpaccio istedi, ama torpilli.Hepsi nefisti.Masaya oturur oturmaz, birbirimize doğru dürüst nasılsın bile demeden ne olacak dedik.Mehmet, ileriyi görmek için tarihte biraz geri gitmek gerekir dedi.Geneli görmek için yükselmek.Uzun uzun anlattı: Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisiyle birlikte o topraklarda yaşayanları bir arada tutan tutkalın kaybolduğundan, aşiretlerin beklentilerinden, Sunni, Şáfi, Vahabi, değişik mezheplerin dayattığı değişik yaşama biçimlerinden, bir süre çalıştığı ve iyi tanıdığı Irak gerçekliğinden, batılı ülkelerin bitmek bilmez arsız isteklerinden, İttihat ve Terakki'den bu yana görüşü olup da bilgisi olmayan politikacılar sayesinde Türkiye'nin bugün yaşadığı çözülmeden söz etti. Önümüze ayrıntılı bir harita serdi: Bakınca anladık ama zerre kadar rahatlamadık.Bilge'nin kara gözlerine kaygı, omuzlarına onbeş kişinin ağırlığı oturdu.Öğlen akşama devrilirken, son kahvelerimizi de içip Leyla Işıl'a, LEEA'nın zarif patronuna, daha geniş ve güleç zamanlarda mutlaka geleceğimizi söyleyerek veda ettik, çıktık.Dışarıda akşam alacası vardı.BİLGE MESCİHayatı bir renk cümbüşüCüzdanında üç fotoğraf var: Küçük oğlu Karaca, Yale'i bitirmiş kep giyiyor. Yüzü annesinin yüzünün izdüşümü.Koca oğlan Mehmet, hafifçe başını geri atmış kahkahalarla gülüyor. Belli ki huyunu, suyunu, kabına sığmaz ruhunu ondan almış.Bir de canım dediği ama canından çok sevdiği Ertan: Tatlı sert gülümsüyor.Bütün bu fotoğraflara, sıfırdan yarattığı Artisan Modaevi'nin bir de sınanmış, yıllanmış dostlarının fotoğraflarını ekleyin, ortaya Bilge'nin dünyası çıkar.Bilge'nin dünyası renklidir.Yıllarca Ertan'la birlikte Cinnah Caddesi'ndeki küçük galeride çocuğu gibi sevdiği ressam dostlarıyla, hepsine bağlandığı için kıyıp satamadığı resimler arasında yaşadı.Bir gün, o galerinin arka odasında usul usul giysi tasarlamaya başladı. Osmanlı desenlerini, gülleri, karanfilleri Bursa'da dokuttuğu kumaşlara taşıdı.İşini de Nişantaşı'na.Ne zaman ki Bursa'da tezgáhlar kapandı, soluğu Hindistan'da aldı. İpekler seçti, vualler işletti, her birinde kendini anlattığı giysiler çizdi.Dediğim gibi onun hayatının her yanında, her anında renk vardır.Coşkuluysa turuncu kullanır. Tutkuluysa kırmızı. Turkuaz hep yanında, sarı elinin altındadır. Siyah sevmez, arada kendi giyse de giydirmez.Bilge, bildik modacılara benzemez. Sınır çizgisini bizzat çeker.Modanın dışına çıkmaz ama modanın da içinde boğulmaz.MEHMET KONURALPFırından yeni çıkmış taze ekmek gibiKimi insanlar vardır. Yazmakta zorlanırsınız. Hangi özelliğini öne çıkarırsanız öbürü mahzun bakar. Onlar, bize, size, birilerine benzemezler. Sadece kendileridirler.Bir hayatın içine birkaç hayat sıkıştırırlar, hepsini de zarafetle taşırlar. Yaptıkları iş ne olursa olsun iyi yaparlar. Hırslı oldukları için değil, ellerinden başka bir şey gelmediği için. Mehmet Konuralp de sayıları gitgide azalan, bu kendine özgü, özel insanlardan. Mehmet bir mimar: Ünlü bir mimar. Sayısız bina yapmış ama say deyince sayamıyor. Yarısından fazlasını unutmuş.Mehmet bir gezgin: Gerçek bir gezgin. Borneo'dan Sumatra'ya Hindiçin'den Moritanya'ya gezmediği, gitmediği, görmediği yer kalmamış. Ama Afrika onun gizli cenneti.Mehmet tutkulu biri: Kadınlar sevmiş; hayatına giren, olan, kalan kadınlar. Uçmak istemiş; zoru seçip uçmak için yapılmamış tek álete helikoptere gönül vermiş. Tarih demiş; ucuna gitmiş. Bize sunulanı değil, bizden saklananı merak etmiş.Ondördünde evden kaçmış, bir şilebe atladığı gibi Akdeniz'in bütün limanlarını dolaşıp Mısır'a varmış. Yirmilerinde Almanya'daymış. Alışamamış. Sonra Londra. Dünyanın sayılı mimarlık okullarından -diploması maymuncuk- AA'yi bitirmiş. Gençlik aşkı onu Norveç'e sürüklemiş. Sonunda tilkinin dönüp geldiği yer misali, buraya, İstanbul'a gelmiş.Durulduğunu sanmayın. Aklında hálá çıkılmamış seferler, fethedilmemiş kaleler var. Bir de bakıp aldanmayın. O sert sesinin taviz vermez görüntüsünün altında İsmet Ay'ın söylediği gerçek yatar: Mehmet fırından yeni çıkmış taze ekmek gibidir. Dışı kabuklu, sert, içi sıcak, yumuşak.LEEAAbdi İpekçi Caddesi No: 7/2 NişantaşıTel: (0212) 234 79 79Adam başı: 35-40 milyon arası.Rezervasyon gerekiyor.
False