İçinde yaşam olan film platosu
Balkanlar’a yapacağınız bir gezide ne yapıp edip mutlaka Karadağ’a uğrayın. Şimdilik vize yok. Hırvatistan’dan sınırda birkaç dakikalık işlemden sonra Karadağ sınırlarına adım atabilirsiniz. Eğer araç kiralarsanız Dubrovnik’ten günübirlik gidip dönebilirsiniz bile. Karadağ sahillerinden Kotor’a giderken kendimi bir an Karadeniz’de hissettim. Kıyı boyunca dik eğimli yamaçlar ormanlarla kaplı. Sadece deniz değil doğa turizmi için de çok cazip bir ülke.
Muhteşem bir coğrafyaya sahip bu küçük ülke, çok kısa zaman sonra Balkanlar’ın en fazla turist alan ülkesi olacak. Küçük olmasına rağmen zamanında Osmanlı’ya Balkanlar’da en büyük sorunu hep Karadağ çıkarmış. Balkan Savaşları’ndaki ilk savaş ilanını Karadağlılar yapmış örneğin.
Eski Yugoslavya’nın altı cumhuriyetinden biri olan Karadağ, bağımsızlığını kazanalı henüz birkaç yıl oldu. Buna rağmen hızla gelişiyor.
Karadağ sahillerinden Kotor’a giderken kendimi bir an Karadeniz’de hissettim. Kıyı boyunca dik eğimli yamaçlar ormanlarla kaplı. Sadece deniz değil doğa turizmi için de çok cazip bir ülke.
ADI NEDEN KARADAĞ
Dalmaçya kıyılarının en dik topografyası, Karadağ sınırları içinde bulunuyor. Denizden bakılınca ormanlarla kaplı tepeleri siyah gözüktüğü için denizciler Karadağ anlamına gelen Montenegro adını vermişler bu topraklara. Yüzölçümü 12 bin 800 metrekare olan ülkenin nüfusu ise 684 bin.
HOLLYWOOD YILDIZLARI HER YAZ BURADA
Adriyatik sahileri, adaları ve eski kentleriyle tıpkı Hırvatistan gibi Avrupa jet sosyetesinin gözbebeği. En çok ilgi gören yerleri 56 plaja sahip Budva bölgesiyle, ünlülerin adası olarak bilinen St. Stefan adası. Bu adada her yıl bir çok ünlü Hollywood yıldızının tatil yaptığı söyleniyor. Budva’da Rolling Stones ve Madonna’nın konser vermesi de bölgeyi Avrupalıların gözünde cazip hale getirmiş.
KÜLTÜR MİRASI KOTOR
Karadağ’ın bu güzelliklerini başka bir yazıya bırakıp favori kentim Kotor’dan söz edeyim biraz. Yaklaşık 2 bin yıllık geçmişi olan bu tarihi kent, Kotor Körfezi içinde bulunuyor. Sırtını bir dağın yamacına dayamış. Hem deniz hem de kara surlarıyla ünlü. Dağlardan gelecek saldırılara karşı kentin dağlık alanları da surlarla kaplı. Dubrovnik gibi Kotor da Unesco’nun kültür mirası içinde yer alıyor.
Kente girmeden ilk dikkatimi çeken, kenti çevreleyen surlar oldu. Deniz kenarında sur görmüştüm ama dağda ilk kez sur görüyordum. Şirin bir parkın içinden geçerek eski kentin girişi olan taş kapıya yöneldim. Kapının içinden geçer geçmez bir masal dünyasına adım attığımı sandım.
FİLM SETİ GİBİ
Burası içinde yaşamın olduğu bir film platosu sanki. Sağda solda sıralanmış şirin kafeteryalar bile bu yüzlerce yıllık geçmişi olan kent içine aykırı kalıyor. Özellikle yüzlerce yıllık evleri ve taş döşeli sokakları ile görülmeye değer bir yer. Ama beni bu kadar etkileyen, bu büyüleyici kentin taş döşeli dar sokakları değil tepenin yamacında bulunan ve sadece bir açıdan görünen tek katlı küçük bahçesi olan bir evdi. Hansel ve Gratel masalından çıkmış gibi geldi.
Kent içinde dolaşmaya başlıyorum. Dubrovnik kadar büyük olmasa bile burası daha güzel bence. Her yerinde tarihten bir parça bulabileceğiniz Kotor’da Türkiye dahil dünyanın her tarafından gelen insanları görmek olası. Sokakları çok dar olduğu için bazı bölgelerde fotoğraf çekerken ciddi ışık problemleri yaşanabiliyor.
Bu dünya kentinde herkes aynı dili konuşuyor, milliyetler ortadan kalkıyor sanki. Görkemli bir kilisenin önünden geçerek ara sokaklara dalıyorum. Tüm evlerin pencerelerinden çiçekler sarkıyor. İlerideki sokaklardan birinden müzik sesleri geliyor. Üç katlı, çok eski bir yapının önünde duruyorum. Ses buradan geliyor. Bir müzik merkezi olan binanın önündeki gençler birazdan başlayacak dersleri için hazırlık yapıyorlar.
Kimsenin acelesi yok zaman akmıyor gibi
Sokaklarda yürüyerek yamaçlara doğru çıkmaya başlıyorum. Kısa bir süre sonra kent ve körfez yavaş yavaş ayaklarımın altına kalmaya başlıyor. Tepeye yakın bir yerdeki kalenin dibine kadar gidiyorum. St. Ivan Kalesi Kotor’un önemli bir güvenlik merkeziymiş.
Eski kentin merkezindeki kafelerden birine oturarak bir şeyler söylüyorum. Aradan uzun bir süre geçmesine rağmen gelen giden yok. Garsonları birkaç kez uyarmama rağmen sadece “sorun yok” işaretiyle karşılaşıyorum. Ben de işi oluruna bırakıyorum. Kotor zamanına göre kısa bir süre sonra yemeğim geliyor. Bir tabak içindeki çok lezzetli deniz ürünlerini yedikten sonra kenti terk ediyorum.
Sahile doğru yürüyerek bu muhteşem kente uzaktan bakıyorum. Kendi kendime söz veriyorum. Tekrar gelecek ve tüm coğrafyayı adım adım dolaşacağım.
ÖNÜMÜZDEKİ HAFTA SONU NEREYE (11-12 Haziran)
İSTANBUL’DAN...
Kıyıköy’e yürüyüşe: 11 Haziran saat 07.30’da hareket. Kırklareli’ne bağlı Kıyıköy’de Papuç ve Kazan derelerinin kıyısında, Trakya’nın tek karaçam meşceresine sahip orman içinde hafif yürüyüş. Yüksek bir tepe üzerine kurulmuş köyün kıyılarında koylar, mağaralar ve kayalar bulunuyor. Yürüyüşten sonra köy içinde kısa bir gezinti. Ardından Ayanikola Kilisesi ve Ayazma ziyaretleri. Hava uygunsa dileyenler denizde yüzebilir veya sandal sefası yapabilir. Saat 20.00 civarı İstanbul’a dönüş. Fiyatı 95 lira (Ulaşım, rehberlik, sabah sandviç ve meyve suyu ikramı, mevsim balığı, salata ve dört çeşit mezeyle öğle yemeği) Tel: (212) 238 51 07 www.geziciyak.com
Melen’e raftinge: 11 Haziran saat 07.00’de hareket. Yolda kahvaltı molasıyla birlikte yaklaşık 2.5 saatte İstanbul’a 200 kilometre uzaklıktaki Dokuz Değirmen Köyü’ne varış. Rafting merkezinde rafting kıyafetlerini giyip ekipmanları kuşandıktan sonra takımlar oluşturuluyor. Rafting esnasında uyulması gereken kurallarla ilgili kısa bir bilgilendirme toplantısından sonra Melen Çayı’nda botlar suya indiriliyor. Yaklaşık 11 kilometre ve 2 saat raftingden sonra finiş noktasına ulaşılıyor. Duş ve kıyafet değişimi sonrası tesiste öğle yemeği ve saat 16.00 civarı İstanbul’a dönüş. Fiyatı 150 lira (Ulaşım, rafting, rafting malzemeleri, rehberlik, kahvaltı, öğle yemeği, sigorta) Tel: (212) 251 73 03 www.breakoutdoor.com
ANKARA’DAN...
Sünnet Gölü’ne: 11 Haziran 07.30’da hareket. Yolculuğun ilk molası Göynük’te. Eski tarihi evleri gördükten sonra Akşemsettin Türbesi’ni ziyaret. Ardından 1050 metre yükseklikteki eşsiz manzarasıyla Sünnet Gölü’ne hareket. Göl kenarında öğle yemeği ve temiz havada, doğanın muhteşem güzellikleri ve göl manzarasında serbest zaman. Mudurnu’da hareket. 600 yıldır ayakta kalan Yıldırım Beyazıt Camii ve Hamamı ile tarihi evlerinin görülmesinin ardından Ankara’ya hareket. Fiyatı 80 lira (Ulaşım, çevre gezileri, Milli Park, müze ve ören yeri girişleri, öğle yemeği, rehberlik, ikramlar)
Tel: (312) 232 42 43 www.ayder.com.tr