Güney İspanya’da arabayla 8 gün, 9 şehir
Uzun zamandır planlıyor ama bir türlü denk getiremiyordum. Açıkçası bir hafta boyunca her gün birkaç saat araba kullanıp ardından bir şehri keşfetmeye çalışmak, sürekli otel değiştirip valiz açıp kapamak gözümde büyüyordu. Ama sonunda unutulmaz bir tatil ortaya çıktı. Costa del Sol ve Endülüs’ün bütün güzelliklerini 8 güne sığdırdım.
raba yolculuğunuzu her ne kadar önceden planlasanız da aksilikler, yanlış alınan kararlar önünüze çıkabiliyor. Saatleriniz kayabilir, bir yere ancak vardığınızda oraya az vakit ayırmış olduğunuzu fark edebilir, konaklayacağınız şehirleri doğru seçmemiş olabilirsiniz. Ben planımı bugün yapsam Cordoba yerine Granada’da, Jerez de la Frontera yerine Cadiz’de gecelerdim. Önceden aldığınız tavsiyeler, okuduklarınız bir noktaya kadar yardımcı oluyor. Sizin keyfinizi, bakış açınızı en iyi siz biliyorsunuz. O yüzden terslikler olursa tadınızı kaçırmayın, tadını çıkarmaya bakın.
Favorim Malaga
Niyetim Endülüs’ün sadece turist çeken kısmı değil bölgenin geneli hakkında fikir sahibi olmaktı. Ben de dokuz şehri kapsayan bir rota çizdim ve bir haftada 1300 kilometre yol yaptım. Malaga’dan başladım yolculuğa. Malaga Havalimanı’ndan arabanızı alınca yirmi dakika içinde şehir merkezinde oluyorsunuz. Otelimiz şehir merkezine ulaştığımız köprünün bir ucundaki NH Malaga idi. Konumundan ve kahvaltısından çok memnun kaldık. Kendine ait otoparkı da vardı. İspanya’nın 6. büyük şehri olmasına rağmen büyük cadde ve bulvarları, upuzun palmiyelerle çevrili sahil şeridi ve organize bir limanı var.
Gibralfaro ve Alcazaba Kaleleri, Cervantes Tiyatrosu, binbir çeşit çiçek ve bitkiyle kaplı Park Caddesi görmeniz gereken yerlerin başında geliyor. Anayasa Meydanı’na açılan trafiğe kapalı cadde ve sokaklarda alışveriş edip tapas barlarda yemek yemelisiniz. Tüm Endülüs’te açık ara en çok burada yediğimiz yemeklerden memnun kaldık. Casa Lola, Los Mellizos restoranları dışında Atarazanas Yiyecek Pazarı’nın restoranında kendi seçtiğimiz karides, bebek kalamar ve balıkları büyük bir keyifle yedik. Picasso’nun doğum yerinde Picasso Müzesi’ni gezmeden olmaz. 16 Eylül’e kadar giderseniz Andy Warhol’un harika sergisini de aynı yerde görme imkânı bulursunuz.
Bir ortaçağ dağ kasabası
İkinci durağımız Malaga’nın 100 kilometre batısında iç kısımda ilk boğa güreşinin yapıldığı Ronda kasabası idi. Buralara kadar gelip görmezseniz kesin eksik kalırsınız. 1793’te yapılan Puento Nuevo yani Yeni Köprü’yü görene kadar bekleyin. Dik kanyonun iki yakasına ve derinlemesine doğru inşa edilen köprünün manzarası gerçekten baş döndürücü. Kalabalıklardan kaçınıp en harika fotoğrafı nasıl çekmeyi becerirsiniz bilemem. Ronda çıkışından Marbella’ya kadar dağlık uçurum kıyılarından döne döne inen bir buçuk saatlik yolun güzelliğinden de bahsetmeden geçemeyeceğim.
Lüksün tanımı: Marbella
Costa del Sol benim için gelene kadar Marbella demekti. Fikrim tamamen değişti. Kilometrelerce güzelim sahil boyunca lüks oteller, golf sahaları, özel mülk malikâneler... Bir yol tatilinde rotanın içinde olmasına gerek yokmuş, anlamış oldum. Eski şehrini beğenmedim, güzel mağazalar aramamıza rağmen rastlamadım. En pahalı, en şık görünen restoranda yemekten memnun kalmadım. Onca zengin turist neden hem içi hem dışı şahane Cannes, St. Tropez, Porto Cervo gibi benzer yerleri tercih etmez de sadece deniz, güneş tatili yapmaya bu otellere gelir bilemedim. İşin aslını öğrenir öğrenmez geri gideceğim.
Pasaportlarınızı hazırlayın!
Marbella’dan Gibraltar’a yani Cebelitarık’a giden Akdeniz otobanı bitsin istemiyorsunuz. Burası İngiliz yönetiminde, dolayısıyla İngiliz vizesi şart. Sınır kapısında sıra bekleyip pasaport kontrol ile resmen ülke değiştiriyorsunuz. Aynı şekilde para birimi de... Kapıdan geçer geçmez de kendinizi havalimanının ortasında buluyorsunuz. Zira yer yokluğundan şehrin hemen önüne kurmuşlar. Bir anda kendimizi kalkan bir uçakla burun buruna buluverdik. Topluca müthiş bir deneyim. Yarımadanın üzerinde ‘The Rock’ adı üstünde koca, yüksek taş bir tepe. Bir yamacında tipik bir İngiliz kasabası. ‘pub’lar, İngiliz markalar çeviriyor etrafınızı bir anda. Taş’ın diğer yamacında Akdeniz Atlantik Okyanusu’yla buluşuyor. Punto Grande de Europe-‘Büyük Avrupa Noktası’na Cebelitarık Boğazı ve Kuzey Afrika’yı seyretmek için vardığımda gerçekten içim titredi. Fazla zamanımız olmadığından teleferikle The Rock’a çıkıp manzarayı oradan göremedik. Ayrıca burada Avrupa’daki tek maymun türü olan makak maymunları yaşıyor.
Sımsıcak Cadiz
Görür görmez Cadiz’i “Beni burada bir ay bırakın” dedim. Endülüs Bölgesi’nin en batısında bulunan Cadiz, okyanusa çıkıntı yapan bir buruna kurulmuş. Surlarla çevrili eski şehri çok ama çok güzel. Arap mimarisinin etkilerinin fazlasıyla hissedildiği Cadiz Katedrali’nin önünde Atlantik Okyanusu’nun kokusunu içimize çekerek şehri gezmeye başladık. Daracık, ucu dört taraftan hem Cadiz Denizi’ne hem okyanusa açılan sokakları tam kaybolmalık. En güzel espadril ve hasır çantaları bulduk. Pazar yerinde her türlü deniz kabukluları, meyve ve sebze insanın iştahını kabartıyor. Tezgâhlarda istediğinizi önünüzde hazırlayıp veriyorlar. Restoran derseniz en eskilerinden El Faro’ya gidin. Sımsıcak, huzurlu bir yer burası. Geçirdiğim vakte doyamadım.
Hayallerinizin peşinden gidin!
Beş yıl kadar önce bir fotoğraf gördüm. İsmini hiç duymadığım Güney İspanya’da Jerez de la Frontera şehrinden Ciegos Sokağı... O zaman ne gazete ne dergi yazılarım vardı. Sonunda gezgin ruhum beni oraya götürdü. Bir ‘sherry’ (İspanyol şarabı) fabrikasının arazisi içinde bulunan sokakta 1.5 saatlik tur sırasında 10 dakika kadar kalabildim. Rüya gibiydi. Jerez’e sırf bu sokak için geldim. Bütün seyahatte o kadar yer arasından en çok buraya varmayı heyecanla ve sabırsızlıkla bekledim.
Büyülü Sevilla
Gitmeden önce dersinizi çalışmazsanız, Sevilla’da geçireceğiniz zaman hem yetmez hem de gezdiğiniz yerlerden pek bir şey anlamazsınız. Bütün gün durmadan yağan yağmura rağmen sabah turumuza İspanyol Meydanı’ndan başladık. Amerika Meydanı ve Altın Kule, Valencia’lı ünlü mimar Santiago Calatrava’nın tasarladığı Alamillo Köprüsü, Kristof Kolomb Anıtı, çatısı arı kovanına benzeyen Metropol Parasol mutlaka görmeniz gereken yerler arasında. Dünyanın en büyük gotik kilisesi Sevilla Katedrali ve Granada’da bulunan El Hamra Sarayı’ndan etkilenerek yapılan Alkazar Sarayı da listenizde olmalı. Müze Meydanı’nda Murillo Heykeli’nin etrafını saran ‘Jacaranda Ağaçları’nı dakikalarca fotoğraflamaya doyamadım. Gezmekten yorulunca Alfonso XIII Oteli’nde Arap-İspanyol melezi dekorasyonu seyrederek içki molası verin. Burada tapas’ların en lezzetlilerinin Bodequita Casablanca’da olduğuna karar verdik. İçeride rastladığımız Sevilla Türk Konsolosu da doğru yerde olduğumuzu söyledi.
Dinlerin buluştuğu şehiri Cordoba
Sevilla’dan ayrılıp 130 km. uzaklıkta ‘Endülüs’ün mücevheri’ Cordoba’ya varıyoruz. Romalılar ardından Müslümanların etkisi büyüleyici mimarisi ve dolambaçlı yollarında fazlasıyla hissediliyor. Gotik, Barok ve İslam mimari etkilerini taşıyan Mezquita Cordoba Camii, 13. yüzyılda inşa edilen gösterişli Alkazar Sarayı, şehrin en güzel meydanlarından Plaza Corredera, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olan Musevi Mahallesi görülecek yerler arasında. Cordoba’da tüm Endülüs’ün en güzel otellerinden biri olan NH Collection Amistad’da kaldık.
Granada deyince El Hamra Sarayı
İslam mimarisinin ulaşabileceği en yüksek noktalardan biri olarak gösterilen El Hamra Sarayı 1232 yılında Granada’ da inşa edilmiş. Kırmızı anlamına gelen ismini I. Muhammed’in sakallarından aldığı söyleniyor. 1984 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren saray; Generalife, Alcazaba, Partal ve Nasrid Sarayı bölümlerinden oluşuyor. Doğal çevre ile uyumlu granit taşı yapısı, süslemeleri, bahçe ve havuzları sayesinde kendinizi masal diyarına girmiş gibi hissediyorsunuz. Gitmeden haftalar önce biletlerinizi (Yaklaşık 75 lira) internetten almayı unutmayın.