GeriSeyahat Gülistan Sarayı’ndan Sadabad’a Osmanlı izleri
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Gülistan Sarayı’ndan Sadabad’a Osmanlı izleri

Gülistan Sarayı’ndan Sadabad’a Osmanlı izleri

Tahran’da sadece iki günümüz vardı. İstanbul Kavşağı yakınlarındaki orta kalitedeki ucuz, sessiz otellerden birini seçip yerleştik. Sahibi Urmiyeli bir Azeriydi. Bozkaya’nın “İran Gezi Rehberi”nden yaptığımız listeyi onun önerisiyle iki güne bölüp, hemen yola düştük.

Kent merkezindeki tüm önemli müzeler, Tahran Çarşısı birbirine yürüyüş mesafesindeydi. Trafik öyle yoğun, sokaktaki motosiklet sayısı o kadar fazlaydı ki, trafik ışığının bulunmadığı caddelerde yaya geçidinden bile geçmek Rus ruleti oynamak gibiydi. “Yayaya vurup yere devirmedikten sonra sorun yok, her gün yüzlerce küçük kaza oluyor” demişti bir taksi soförü.

 

Kent merkezindeki sokaklar ağaçlandırılmış, Tahran yaz sıcağında kavrulurken bile yayaları koruyacak gölgelikler oluşturulmuştu. Kaldırımlar merkezi sistemle sulanan çiçek kulecikleriyle renklendirilmişti. Ulusal Müze’ye yürürken geçtiğimiz her caddede bir sektör yoğunlaşmıştı: Dericiler, sahaflar, kuyruklu piyano dahil Batı müziği enstrümanları, elektronik ses sistemleri satıcıları, yedek parçacılar.

 

PERSEPOLİS’İN ASLANLARI

 

Bugün Ulusal Müze olarak kullanılan, Fransız mimar Godard’ın tasarladığı 70 yıllık tuğla cepheli, girişi seramik kaplı binabile başlı başına görülmesi gereken bir eserdi. Giriş katında, daha kapıda sergilenen objelerle şaşırtıyordu ziyaretçilerini. MÖ 8’inci binyılda yapılmış, yani tam 10 bin yıllık taş ve topraktan objelerle başlıyordu tarih gösterisi. Toprak kapların tasarımları, kullanılan figürler, renkli taşlardan takılar günümüz sanatçılarını kıskandıracak kadar güzeldi. Kâğıt kadar inceltilmiş mermer kâseleri görünce Mehmet Aksoy’un deniz serisinden mucizevi heykelciklerini hatırladım. Taşı tül gibi işleme ustalığı yedi bin yıl önceye gidiyordu demek ki.

 

Birinci koridorun sonunda ziyaretçinin karşısına aniden dikilen, karakehribar gibi bir taştan yapıldığını tahmin ettiğim anıtın önünde tek satır olsun bilgi yoktu. Rehber kitabımız üç metre yüksekliğinde, 10 metre genişliğindeki rölyefin müzenin en değerli parçası olduğunu yazıyordu. Persepolis’ten getirilmişti. Rölyefte tahttaki Darius’u, arkasında oğlu Artaxerkes’i, yanı başlarında Zerdüştlerin kutsal ateşini, karşılarında saygıyla ağzını kapatarak konuşan Med elçisi resmedilmişti. Rölyefin hemen yanında Persepolis’in girişindeki efsanevi aslanlı kapı sergileniyordu. Çağların ötesinden bakan aslanlar gerçekten ürkütücüydü.

Hamurabi Kanunları, bilinen ilk insan hakları bildirgesi, bir madende bulunan tuzadam müze koleksiyonundaki diğer önemli eserlerdi. Üst kattaki İslam Medeniyeti bölümü kapalıydı. Görkemli kapıdan çıkarken şunu düşündüm: Bu uygarlıkların temsilcisi İran nasıl mollalara teslim olmuş, 30 yıldır bu rejimden kurtulamamıştı? ABD, 1953’te Doktor Musaddık’ı darbeyle iktidardan uzaklaştırıp ülkeyi Rıza Pehlevi’ye teslim etmese, İran halkı bugün bu acıyı yaşar mıydı?

 

ŞAH’IN VAHASI

İkinci durağımız Gülistan Sarayı, müzeye 10 dakika yürüyüş mesafesindeydi. Görkemli havuzlarla süslü bahçesindeki güller açmış, kültür festivali çevresinde bahçesine el sanatlarının satıldığı çadırlar kurulmuştu. Safevilerin en güçlü hükümdarı Şah Abbas’ın 16’ncı yüzyılda başlattığı saraya, sonrasında tahta çıkanlar, özellikle de Nasiruddin Şah önemli eklemeler yapmıştı. Ziyaretçileri 80 metrelik bir havuzun ardında, mermerden açık hava tahtı Kerim Han’ın Halveti karşılıyordu. Tüm yapıların cephesi zarif çinilerle kaplıydı. Nasiruddin Şah’ı hediyeye boğan Abdülhamit’in hediyeleri Kah-ı Abeyaz adlı yapıda kullanılmıştı. Sarayın en görkemli bölümü, on binlerce parça cam ve aynayla şekillendirilen Talar-e Selam’dı. Günümüzde biraz kitch görünmekle birlikte, yapıdaki işçilik etkileyiciydi.   

 

Birinci günümüzü Sadabad Sarayı ve bitişiğindeki sayfiye yeri Derbent’le tamamladık. Elbruz Dağı’nın eteğinde 1700 metre irtifadaki saraya Gheytariye metro istasyonundan sonra taksiye 5 TL ödeyip, 20 dakikada ulaştık. Asırlık çınarlarla kaplı, içinden dere ve derecikler geçen, bülbüllerin öttüğü 400 hektarlık alan adeta bir cennet bahçesiydi. İçindeki 18 yapı 1984’te müzeye dönüştürülmüştü. İçlerinden ikisi görülmeye değerdi: Rıza Pehlevi’nin ülkeyi terk edene kadar kullandığı Millet Sarayı ve şahın babasına ait yazlık Yeşil Saray. Bahçesinde dev bir okçu heykeli bulunan Millet Sarayı’nda şahın kullandığı kırmızı hatlı telefon dahil hiçbir şeye dokunulmamıştı. Rıza Şah’ın sarayı ise cephesindeki zarif işlemeler, içindeki küçük ama şatafatlı salonlar göz alıcıydı. Şahların ayna merakı zaman içinde azalmamış, artmıştı. Vitrinlerde Türkiye’den de gönderilen hediyeler sergileniyordu. Yeşil Saray’ın yakınlarında camdan bir kulübe 1940’larda motosikletle dünya turuna çıkan, kutuplara kadar giden İranlı iki gezgin kardeşe ayrılmıştı. İki cesur kardeşin motosiklet ve Citroen 4CV’si sergileniyordu.

Sadabad’ın dağa bakan kapısından çıkıp, dere boyunca bir kilometre kadar yürüdükten sonra meşhur sayfiye yeri Derbend’e ulaştık. İki tepenin arasındaki vadi sıcak yaz günlerinde Tahranlıların sığınağıydı. Restoranların mönüsü kebaplardan oluşuyordu. Ve tabii gazozla sudan başka içecek yoktu. Derbent’te en çok ilgimi çeken, kurumuş bir çınar ağacının gövdesinden yapılan dev kurbağa heykeliydi. Gelen geçen hayret dolu bakışlarla seyrediyordu bu heykeli.

 

HUMEYNİ VE GÖRKEM

 

İkinci günümüzün programında, Tahran’ın kıyısındaki kayak ve yürüyüş merkezi Tochal Tepesi vardı. Kente yaklaşık 4 bin metreden bakan zirveye teleferikle çıkılabiliyordu. Teleferik pazar, pazartesi çalışmıyordu. Birinci istasyondan kenti kuşbakışı seyretmekle yetindik. Çevrede çok sayıda yürüyüşçü vardı. Çoğunluk kadınlardaydı. Sabah tırmanmış, öğleye doğru dönüşe geçmişlerdi. Skydiving kulesi, restoranlarıyla modern bir eğlence yeriydi Tochal.

 

Ardından 435 metrelik Milad Kulesi’ne çıkıp, şehri bir de seyir terasından inceledik. Şehrin her köşesinden yükselen toplu konutlar TOKİ’yi kıskandıracak kadar güzeldi. Gökdelenler, otoyollar Batı kentlerini çağrıştırıyordu. İstanbul’da gördüğümüz demir filizli inşaatlar, karmaşa yoktu Tahran’da. Kuledeki lüks döner restoranın üst katı sanat galerisiydi. Duvarları dört temel element esas alınarak, İran’daki dinler, gelenekleri simgeleyen figürlerle süslenmişti.

Son durağımız kentin güney ucundaki Humeyni’nin mezarıydı. Metronun son istasyonu Harem-i Mohattar’da inenlerin çevresi boş bırakılmış, iki stadyum genişliğindeki dev binayı görmemesi imkânsızdı. Ortadaki dev kubbenin altında, camla kaplı bölmede Humeyni gömülüydü. Yapının iç bölümleri tamamlanmamıştı. Kubbenin altı paravanlarla kapatılmıştı. İşçilik beğenilmediği için iç bölümün yıkıldığı, inşaatın tekrar başladığı söyleniyordu. Bu arada bir intihar bombacısı da mezara zarar vermişti. Ayakkabı çıkarılarak girilen, içeride fotoğraf çekimine izin verilmeyen alanda ziyaretçiler namaz kılıyor, kimileri alüminyum çerçeveyi öperek etrafında tur atıyordu. En ilginç ziyaretçiler mezarın her köşesine sırtını bir kez değdirenlerdi. Alüminyum çerçevenin el hizası, temastan parlamıştı. Camın ardındaki zemin kâğıt para doluydu. Humeyni oğluyla cam bölmede yatıyor, dışarıda ise damadı ve beş din adamının mezarları bulunuyordu.

 

SOKAKLARDAN NOTLAR

 

Sokaktaki üç kişiden biri mutlaka Türkçe konuşuyor. Birçok genç şarkılardan, TV’den İstanbul aksanını öğrenmiş. Azerilerin de söylediklerinin yüzde 40’ı anlaşılabiliyor ancak.

Toplu ulaşım gelişmiş, taksiler çok ucuz. Sokaklar korsan taksi dolu. İstanbul’daki vagonların benzerini kullanan Tahran Metrosu beş hatla kentin büyük bölümünü kapsıyor. Temiz, güvenli. Kadınlar isterlerse, trenin önündeki kadınlara özel vagona binebiliyor. Çoğunluk erkeklerle yolculuk yapıyor.
Tahran’da tercihli yolu kullanan klimalı otobüslerin yanı sıra halk otobüsleri serviste.
Taksiyle yaklaşık 10 kilometrelik mesafenin ücreti 7 TL civarında. Metro 40 kuruş.
Yemek deyince akla gelen şiş kebap ve safranlı pilav. Bir de hamur işleri. Neredeyse tüm etli yemeklerde kuyruk yağı kullanılıyor.
Altı sıfırlı İran Riyali banknotlar kafa karıştırıcı. Halk sıfırı atıp tümen olarak telaffuz ediyor. 1 TL, 6 bin 600 Riyal.
Şehrin lüks semtleri, dağların eteklerindeki yüksek bölgelerde. Bu semtlerde yollar yarım asırlık çınarlarla süslü. Apartmanlar gösterişli.  

 

False