Gezgin
Orkney'de geceyarısı güneşi
Büyük Britanya'nın tepesinde irili ufaklı bir çok ada. Orkney Adaları. Mainland, adaların en büyüğü.. Yemyeşil, yağmurlu, sessiz, kendi halinde bir yer. Kısa bir süre için yalnızlığı yaşamak isteyenlere öneririm.
Orkney Adaları'nın en büyüğü olan Mainland'deydim. İngiltere'nin damında, hiç batmayacak güneşin altında Jimy'i bekliyordum. Jimy benim sorumlumdu. Havalanından alacak, otele götürecek, adayı gezdirecekti.. Uçak ineli 10 dakika olmasına rağmen Jimy hala ortalıkta görünmüyordu. Havalanı görevlileri bile, kapıları kitleyip gitmişti. Bir dahaki uçak akşamüstü gelecekti.. Gözüm, yeşil tepelere doğru uzanıp giden yolda, öylesine bekliyordum..
Nihayet göründü.. Jimy 70'ine merdiven dayamış, güleryüzlü bir adalıydı. Ceketinin yakasına, neden ve nereden aldığını anlamadığım bir sürü rozet takmıştı.
-Özür dilerim.. Trafikte bir sorun vardı onun için geciktim..
Bavuluma hamle etti ama bırakmadım.. Neden geç geldiğine de aldırmıyordum.. Nasıl olsa bir acelem yoktu. Ama şu küçücük adada, 'trafik' bahanesini de yutmamıştım.. Neyse.. Giderken konuşmaya başladık.. Aslında, konuşmamız pek akıcı değildi. Çünkü, ağır aksanlı Ada İngilizcesini anlamakta güçlük çekiyordum.. Çıkartabildiğim kadarıyla Jimy, doğma büyüme Orkneyliydi. İtfaiyeden emekli olmuştu..
HUZURLU İNSANLAR
70 adadan oluşan Orkney, İskoçya'nın 32 kilometre uzağındaydı. Oraya varmak için, Petland Boğazı'nı aşmak gerekiyordu. Adalardan sadece 20'sinde yaşam vardı. En büyük yerleşim birimleri, Mainland Adası'ndaydı. Buradaki Kirkwall ve Stromness adlı iki kasabada, 7.500 huzurlu insan yaşıyordu.
Ben oradayken, Ada en sıcak günlerinden birindeydi. Güneşli, pırıl pırıl bir hava vardı.. Böylesine güzel günlere, buralarda yılda sadece beş gün rastlanıyordu. Adalılar sıcaktan bunaldıkları için açılıp saçılmışlardı.. Ben ise, biraz ürperdiğim için, kazağın üstüne bir de ceket giymiştim.. Adalılar ile ben, karşılıklı olarak hayretle birbirimize bakıyorduk.. Jimy bile üşümeme şaşmıştı.
-Bu kadar üstüste giysiyle bunalmıyor musun..?
-Jimy, baksana gölgede donuyor insan..
-Bundan sıcağını bulamazsın.. Güneşi de..Biraz sonra herkes yarı çıplak çimenlere serilir..
-Jimy biraz camı kapatabilir misin..? Serin esti..
Ona bir gün önce bulunduğum İstanbul'da, termometrenin 30 dereceyi gösterdiğini, güneşin nasıl kavurduğunu, 12 derecenin bizim oralarda, ayaz bir ilkbahar sıcağı olduğunu ve iklimle ile ilgili diğer detayları söylemedim. Çünkü, bunları yarım kulak dinleyeceğini ve sıcaklığın bunaltıcı olduğu konusundaki ısrarını sürdüreceğini biliyordum.
AĞAÇ YOK
Yolun bir yanında masmavi bir deniz, diğer yanında ise uçsuz bucaksız yeşil otlaklar uzanıyordu. Zaten adayı tanımlarken, denizle çevrili, yeşilin her tonunun görülebileceği, ağaçsız büyük bir otlak demek yeterli olabilirdi. Yeşillik öylesine yoğundu ki, ağaçsızlık farkedilmiyordu bile. Koca adada 5-10 ağaçtan fazlasını sayamadım. Kuzey Denizi'ni yalayıp gelen tuzlu soğuk rüzgar, ağaca hayat hakkı tanımıyordu. 100 bin baş sığır ve bir o kadar da koyun, gölgesi olmayan bu yeşilliklerin içinde siyah, kahverengi ve beyaz noktalar halinde yavaş yavaş yer değiştiriyorlardı.
Hayvanlar adanın en önemli gelir kaynağıydı. Sığırların eti, koyunların yünü iyi para ediyordu. Hem de pek emek sarf etmeden. Uçsuz bucaksız otlaklardaki hayvanların başında, ne bir çoban ne de çoban köpeği vardı. Kendi başlarına, karışanları görüşenleri olmadan özgürce otluyorlardı. Sadece, dayanılmaz soğukların hüküm sürdüğü kış günlerinde içeriye alınıyorlardı. Bir de Kuzey Denizi'nin bereketli ve hırçın sularında avlanan balıkçıları unutmamak gerekti. Kırmızı, sarı, yeşil, turuncu renkli tekneler, limana her seferinde ağlarında bol balık, sepetlerinde büyük istakozlar ve yengeçlerle dönüyorlardı.
Jimy'nin gösterdiği yerde, bir alanı çevreleyen bir çok dikilitaş vardı. Bunlar binlerce yıl öncesinin taşlarıydı. Yerdeki süpürge otlarına basmamaya özen gösterip, taşlara elimi sürdüm, dilek diledim.
Oradan Skara Brae'ye gittik. Geç Neolitik çağın en iyi korunmuş yerleşim yerlerinden biri olan 5 bin yıllık Skara Brae, Jimy'nin gurur kaynağı idi. Çevre hakkında bilgi verirken, hafif kamburlaşmış beli doğruluyor, göğsü öne doğru çıkıyor, gözlerine tepeden bir bakış yerleşiyordu.
-En eski burası.. Dünyada bir eşi daha yok.. Şiddetli bir rüzgar kumları uçurunca altından bu evler çıktı..
Jimy'e Çatalhöyüğü anlatmadım. Oranın daha eski olduğunu da söylemedim. İtfaiyeden emekli Jimy'nin kafasını, daha uzak diyarlardaki öykülerle bulandırmayı anlamsız buldum. Tarihi bitirip, bugünü görmek için kasabanın sokaklarına daldık. Terkedilmiş bir kent görüntüsü vardı. Dükkanlar kapanmıştı. İnsanlar, kediler, köpekler hatta kuşlar bile görüntüden çekilmişti. Jimy bir pub'ın kapısında durdu:
-Biraz soluklanalım.. Bu sıcakta serin bir bira iyi gelir.
O kendine, bir büyük bardak 'Orkney Raven Ale' söyledi. Ben ortaboy istedim. Jimy elimdeki bardağa bakıp söylendi:
-Buralarda buna kız bardağı denir. Erkekler büyük bardakta içer.
Jimy'i arkadaşlarının yanında mahçup etmemek için, 'Belhaven Best' birasını büyük bardakta istedim. Bendeki bu gelişme onu sevindirdi:
-İşte şöylee..Bunlar İskoçya'nın en iyi biraları.. Bunlar bitince Mc Ewan's Export, Mc Ewan's 80 ve Tartan biralarından da tadacağız.
Saatime baktığımı görünce hemen atıldı:
-Hiç meraklanma.. Gezmek için daha çok vaktimiz var.. Burada bu aylarda güneş hiç batmaz..
GECEYARISI GÜNEŞİ
Geç saatlerde Pub'tan çıktık. Jimy, yana kayan kravatını düzeltirken bir şeyler söyledi ama anlamadım. Onu evine yolcu edip, limana indim. Gece yarısı güneşinin mora boyadığı suda, peşinde yavrusuyla yüzen kuğuyu seyrettim. Güneşin bir türlü batamadığı yerdeki erguvani bulutlara bakıp, güzel aşk mısraları hatırlamaya çalıştım. Ama beceremedim.. Jimy'nin ısmarladığı biralar, geçmişle ve gelecekle olan ilgimi kesmişti. Sadece, geceyarısı güneşinin yakamozlu yolunda yüzen kuğuya bakıyordum.
Karanlık hiç gelmedi. Ben de beklemedim. Uyandığımda güneş bu kez bulutların ardına saklanmıştı.
Ertesi gün kararlaştırdığımız saatte, Aziz Magnus Katetrali'nin önüne gittim. Jimy yine ortalarda yoktu. İçeri girdim. Bembeyaz tenli kasabalı kızlarla birlikte, Şeytan'ın, Adem ile Havva'yı kandırıp, yasak elmayı yedirmesini izledim. Oyun bitip de dışarı çıkınca Jimy'i, bankın üstünde uykulu gözlerle beni bekler buldum.
-Bak dostum bu katedrali Vikingler 12. yüzyılda yapmışlar. Vikingler canları sıkıldıkça bu adaya saldırmışlar. 9.yüzyılda da tamamen yerleşmişler.. Onun için biz bu vahşi denizcileri atalarımız biliriz.. Daha sonra ada Norveçlilerin eline geçmiş..
Jimy'nin işi, beni gezdirmek ve bana anlatmaktı. Omuzuna dokunup, 'boşver' dedim. Orkney benim için tarihsiz de olabilirdi. Jimy sustu ve arabaya doğru yürüdü.
Dünyanın kuzeyin bu adada yaşayabilir miydim..? Mainland'ın başka bir ıssız ucuna giderken bu soru aklıma geldi.. Belki bir haftalık, bilemediniz 15 günlük bir 'arınma' sığınağı olabilirdi. Bu süre için dünyayala iplerimi kopartabilirdim.. Ama daha fazlası..? Bir Akdeniz Adası'nda, ömürboyu sürmesini dileyeceğim sürgünlüğe, burada yalnızca, iki elin parmakları kadar dayanabilirdim.
Yanımda oturan Jimy'ye baktım. O burada doğmuş, burada büyümüş, aşık olmuş, evlenmiş, emekli olmuş, yaşlanmıştı.. Acaba bir Akdeniz adasının pırıltılı güneşinde, kanı kaynatan müziğin ve yanık tenli kızların şuh kahkahaları kulaklarında çınlasaydı ne yapardı..? Jimy'ye, böyle yaşamların varlığından söz etmedim.. Onu, sessizliği ve yalnızlığı ile başbaşa bıraktım.
Mini Rehber
Nasıl Gidilir:
Londra, Edinburgh, Aberdeen ve İnverness kentlerinden uçak var. Ayrıca Aberdeen'den feribotla gitmek de mümkün. Ama Kuzey Denizi hep dalgalı olduğu için bu yolu önermem.
OTEL:
Lynnfield Hotel: 00 44 (1856) 872505
Ayre Hotel 00 44 (1856) 873001
Foveran Hotel 00 44 (1856) 872 389
ALIŞVERİŞ
Adanın yün örgü kazakları dünyaca ünlü.
Dünyanın diğer ucunda olan bu adada, lezzetli yemekler yeme olanağınız var. Örneğin St. Margaret's Hope köyündeki Creel adlı restoranın bir çok madalyası var. Ayrıca bu köy lokantasında, şarap mönüsü bir ansiklopedi kadar kalın. Yani dünyanın dört bir yanında üretilmiş şarapları bulmanız mümkün. Yemek olarak, Kuzey Denizi'nden çıkan balıklar, istakoz ve yengeç liste başı. Eğer deniz mahsülleri ile aranız iyi değilse, ada otlaklarında beslenmiş kuzu pirzolasını da öneririm.
GEZİLECEK YERLER
Dikilitaşları, beş bin yıllık yerleşim yeri Skara Brae'yı gezebilirsiniz. Ayrıca viskiye meraklıysanız, İskoçya'nın ünlü Highland Park Malt Viski'sinin damıtım evini ziyaret edip, viski yapımının her aşamasına şahit olabilirsiniz.
VİSKİ DÜŞKÜNLERİNE
İskoçya demek, malt viski cenneti demek. Viskinin bu topraklardaki tarihi 500 yıl öncesine dayanıyor. Bu viskilerin en ünlülerinden biri olan Higland Park, Orkney Adası'nda damıtılıyor. Bu damıtımevini ziyaret edenlere, bir tadım seansı düzenleniyor. 12,18 ve 25 yıllık viskilerden tadma olanağı buldum. Damağımda kalanlara göre viskinin hafif isli bir kokusu var. 18 yıllıkta bu kokuya, sherry ve meşe fıçılarından gelen koku da karışıyor. Tadı dolgun, damakta kalma süresi oldukça uzun. 25 yıllık ise damakta tam bir lezzet patlaması yapıyor. Ama alkol derecesi oldukça yüksek. Ben size 18 yıllığını öneririm. İdeal bir yemek sonrası maltı. NOT: Viski konusunda daha fazla bilgi edinmek isteyenlere, Mehmet Yalçın ile Teoman Hünal'ın birlikte yazdığı 'A'dan Z'ye Viski' adlı kitabı öneririm.