Başka Türlü Bir Şey / Instagram: @baska_turlu / www.baskaturlubirsey.com
Nebatilerin Kayıp Şehri: Petra
Kapatın gözlerinizi ve yavaş yavaş hayal etmeye başlayın. Düşünün ki yeryüzünün en kadim uygarlıklarından birinin uzun uğraşlarla kurduğu antik şehrin tam ortasındasınız ve derin kanyonların oluşturduğu koridorları aşarak geldiğiniz şehrin en değerli binasına karşı bağdaş kurmuş, oturuyorsunuz. Etrafınızda yüzlerce mum dolunayla birlikte geceyi aydınlatıyor ve gökyüzünde bu kadar çok yıldızı bir arada gördüğünüz son zamanı hatırlamıyorsunuz bile. Kulağınızda sadece yankılanan flütün sesi var, gerisi uçsuz bucaksız sessizlik. Gözünüzü açtığınızda hayalinizin gerçek olması nasıl olurdu? Başka Türlü Macera bu hafta bu hayalin peşinden kendini Ürdün yollarında buldu ve Nebatilerin Kayıp Krallığı Petra’da inanılmaz bir gösteriye şahit oldu.
İsviçreli seyyah Johann Burckhardt 19. yüzyılın başlarında, yönünü Ortadoğu’ya çevirdiği yıllarda hiç kimse Petra’nın varlığından haberdar bile değildi. Nitekim Johann Burckhardt’ın da asıl amacı Ortadoğu değil Afrika’nın en önemli nehirlerinden biri olan Niger nehrine yolculuk yapmaktı.
Ancak bölgeye olan yolculuğunu Suriye, Lübnan ve Mısır üzerinden yapacağından yola çıkmadan önce uzun süre Arapça ve İslam üzerine çalışmış hatta kendisini Müslüman bir tacir olarak tanıtıp Şeyh İbrahim İbn Abdullah ismini kullanmıştı. Yolculuk sırasında Kahire’ye doğru ilerlerken bölgedeki köylülerden yakınlarda çok eski antik mezarların bulunduğunu öğrendi ve çölün ortasında dar kanyonlardan bölgeye giderek Petra’nın muhteşem kral mezarları ile karşılaştı.
Petra’nın tarihi aslında M.Ö. 300’lü yıllara kadar dayanıyor. Göçebe bir Arap kabilesi olarak yıllar boyunca bölgedeki diğer kabilelerle savaşa tutuşan Nebatiler kendilerine korunaklı bir şehir bulmak amacıyla uzun süre uğraş vermişler ve sonunda yüksek ve sarp tepelerin arasında kendilerine çok uygun bir vadi keşfetmişler.
Sonrasında sıra şehre şekil vermeye gelince inanışları ön plana çıkmış ve ölümden sonra yaşama inandıkları için şatafatlı mezarlar inşa etmişler. Yaşadıkları evler son derece gösterişsiz mağaralardan oluşurken mezarlarına anıtlar ve görkemli girişler eklemişler. Şehrin yüzlerce basamak sonrasında ulaşılabilen tepelerine gizemli manastırlar inşa etmişler.
Nitekim uzun süre çeşitli şekillerde kavanozu kırıp defineye ulaşmaya çalışsalar da sadece yapıya hasar vermekle kalmışlar. Hazineliğin yüksekliği 39 metre ve içinde biri Kral’a diğerleri de 2 eşine ait olmak üzere 3 mezara ev sahipliği yapıyor.
Petra’yı bu kadar zenginleştiren şey ise aslında konumu. Zira şehir Ortadoğu’daki bütün ticari rotaların tam kesiştiği nokta olmuş. Batıda Gazze, kuzeyde Şam ve Basra, güneyde Akabe ve Kızıldeniz, doğuda ise Basra Körfezi ve ilerisinde İran’a kadar uzanan tüm yollar Petra’da buluşmuş.
Günümüzde Petra, İsviçre merkezli New7Wonders vakfının Dünya’nın Yedi Harikası’na alternatif olarak seçtiği Dünya’nın Yeni Yedi harikasından biri durumunda ve bir nevi Ürdün’ün simgesi olmuş, bu sebeple de yüzlerce kişiyi doğal olarak kendisine çekiyor.
Gündüz saatlerinde The Siq’den ağır adımlarla ulaştığınız şehirdeki kral mezarlarının arasında uzun uzun dolaşabilir, sonrasında da kendinizi yaklaşık bir saatlik tırmanışın ardından Araba Vadisi’ne tepeden bakan Al-Deir Manastırı’nda ya da Al-Khaznah’ı tepeden gören sarp kayalıkların üstünde bulabilirsiniz.
Ancak gecenizi mutlaka ayırmanız gereken başka bir şey var, o da Petra by Night olarak bilinen gece gösterisi. Çünkü o an hayale kavuşulan an; binlerce yıllık bir yapının önünde, yüzlerce mumun arasında önce yerel ezgileri, sonra da Nebatilerin hikâyelerini dinlemek yorgunluğunuza fazlasıyla değecek.