Semra Kadaifçioğlu / Instagram: @aysesemra
Meğer cennet Akdeniz'deymiş: Malta
Birkaç yıl öncesine kadar hakkında fazla bir bilgiye sahip olmadığım bir ada, Malta. Oysa ki Malta adasına gittikten sonra hakkında belki de hiç söylenmemiş pek çok şey vardı gördüğüm, duyduğum, tattığım, hissettiğim... Dönüş günü, neredeyse “Dönmeyelim, burada kalalım” dedirtecek kadar...
Sicilya’nın güneyinde, Akdeniz’in ortasında bir Adalar Devleti… Üç büyük ve iki küçük adadan oluşuyor. Malta, Gozo ve Comino... Neredeyse hiç dağ olmayan adanın kilometrelerce uzunluktaki kıyılarında harika kumsalları, koyları ve limanları var. Ilık kış ve sıcak yaz ayları ile nefis bir iklime sahip. Ekonomisi oldukça düzgün, halkın refah düzeyi oldukça yüksek.
Geçmişi tarih öncesi dönemlere kadar uzanan adaya ilk gelenlerin Sicilyalılar olduğu söyleniyor. Daha sonra Fenikeliler, Kartacalılar, Romalılar, Araplar ve Fransızların hüküm sürdüğü ada en son İngiltere egemenliğindeyken 1964 yılında bağımsızlığına kavuşmuş ve 2004 yılında Avrupa Birliği üyesi olmuş.
Malta’da adanın her yerine ulaşım son derece kolay. Valetta şehrindeki ana terminalden adanın her yanına otobüs kalkıyor. Adada İngilizce konuşuluyor, ancak Maltizce de günlük hayatta halk tarafından çok kullanılıyor. İtalyanca, Arapça, Fransızca, İspanyolca karışımı bir dil olmasına rağmen ağırlıklı olarak Arapçadan etkilenmiş.
Malta’nın önceki ismi Melita’ymış ve Yunanca’da ‘Bal adası’ anlamına geliyormuş. Malta’nın iki sembolü var. Birisi “Luzzu” denilen Malta botları, diğeri ise şövalyeler tarafından kullanılan “Malta Haçı”. Tavşan yahnisi Malta’ya özgü bir yemek, “Cisk” ise Malta birası.
Otel, alışveriş ve eğlence mekânları Sliema’da... İzmir’in Kordonu’nu andıran şirin mi şirin, küçücük şehirde tur tekneleri ve yatlara ev sahipliği yapan güzel bir koy, denize dik inen, taş döşeli, dar sokaklarındaki Malta taşından yapılmış, iki üç katlı, rengârenk cumbalı, birbirine bitişik evlerin her birinden farklı hikâyeler gizli...
Evlerin girişindeki numarasının yanı başında, ev sahiplerinin soyadları ya da bir Aziz’in veya Azize’nin adı yazarken, yanlarında da kabartma seramikten yapılmış figürleri var. Daracık sokaklarda yürürken, bir anda kaybolduğunuzu sanıyorsunuz. Döndüğünüz her sokakta sizi başka bir güzel ev, renkli kapılar, çeşit çeşit tokmaklar, rengârenk cumbalar ve pencereler karşılıyor. Aralarında da çok sayıda kilise var.
Sessizliğin sesi Mdina’da... Sliema’dan otobüse binip, yarım saatlik bir yolculuk sonrası Mdina’da otobüsten indiğimizde sanki kendimizi zaman tünelinden çıkmış gibi hissediyoruz. Her şey öylesine yüzyıllar öncesinden kalma ki; modern giyimli insanlar ve arabaları kaldırsanız kendinizi Ortaçağ'da zannetmeniz işten bile değil... Sanki film seti gibi bir büyüleyici şehir...
Mdina’nın ara sokaklarında kaybolmak belki de hiç o kadar korkulacak bir şey değil… Çünkü her döndüğümüz sokakta karşımıza çıkan şehre özgü rengârenk çiçekler ile bezenmiş sokakları, özenerek dizayn edilmiş, renkli kapı ve pencereleri, kapı tokmaklarını gördükçe bir sonrakinde karşınıza ne çıkacağını merak ederek, taş döşeli, labirente benzeyen daracık sokaklarda ilerliyorsunuz.
Etrafı surlarla çevrili Rabat’a surların hemen bitiminde başlayan hendeğin üzerine kurulmuş bir kapıdan giriyoruz. Rabat'ı Mdina’dan bir park ve parkın hemen bitiminde başlayan bir yol ayırıyor. Girişinde küçük bir meydan, meydanın ortasında bir havuz, havuzun ortasında suyun etkisiyle dönen bir küre var. İçeriye doğru girdiğimizde yine bizi Malta'nın karakteristik, renkli kapı ve cumbalı sarı binaları selamlıyor. Yerlerde bir tane çöp olmadığı gibi, tahminime göre şehir her sabah şakır şakır yıkanıyor. Kelime anlamı ile Arapça’da “kenar mahalle” olan Rabat eski zamanlarda Mdina’nın bir mahallesiymiş.
Malta’nın kuzeydoğusunda büyük bir sahil köyü olan Bugıbba, otel, restoran, kulüp ve barları ile özellikle İngiliz turistlerin ilgisini çeken bir yerleşim.
UNESCO'nun ''Dünya Mirası'' listesinde yer alan Valetta, Malta'nın Başkenti. Burası tarihiyle, yapılarıyla, müzeleriyle, denize dik inen, taş döşeli, daracık sokaklarıyla Malta’nın en güzel şehri… Küçük bir yarım adada bulunan, etrafı kalın ve yüksek duvarlarla çevrili şehri gezmeye “City Gate”den girerek başlıyoruz. Kapının açıldığı Republica Caddesi, şehrin en önemli caddesi. Yaklaşık iki buçuk kilometre olduğu söylenen cadde giriş kapısından başlayarak “Fort St. Elmo”ya kadar uzanıyor. Valetta'da görülmesi gereken yerlerin çoğu bu cadde üzerinde yer alıyor.
Marsaxlokk, Malta’nın güneyinde yer alan, geleneksel bir balıkçı köyü. “Luzzu” olarak bilinen, sarı, mavi, kırmızı, beyaz ve yeşilin canlı tonlarıyla boyanmış, ön taraflarına koruyucu olduğuna inanılan iki göz resmi çizilmiş tekneler köye renk katıyor.
Sessiz, sakin bir ada Gozo. Gozzo’daki Azure Window gerçekten görülmesi gerekli bir doğa harikası. Akdeniz'in güçlü dalgaları, kıyıdaki kayalara yüzyıllarca çarparak kayaları bir oya gibi işlemiş.