Arzu ÖZEN / Instagram @gezginhayalci
Mavi olan sadece denizi değil! (Meis Adası)
Antalya’nın Kaş ilçesinin yanı başındaki Meis Adası, bizim kıyılarımızdan heybetli görünmesine rağmen küçük bir yerleşim. Denizi Kaş’ta da var, kedileri Ayvalık’ta da, mezeleriyle de pekâlâ kapışabiliriz ama ya o evleri… Yok böyle bir estetik. Özellikle Meis'in Mavi Mağara'sı mutlaka görülmeli. Gezdikçe gördükleriniz karşısında şok olacaksınız. İşte size Meis adası gezi rehberi...
Antalya’nın Kaş ilçesinin yanı başındaki Meis Adası, bizim kıyılarımızdan heybetli görünmesine rağmen küçük bir yerleşim. Denizi Kaş’ta da var, kedileri Ayvalık’ta da, mezeleriyle de pekâlâ kapışabiliriz ama ya o evleri… Yok böyle bir estetik. Özellikle Meis'in Mavi Mağara'sı mutlaka görülmeli. Gezdikçe gördükleriniz karşısında şok olacaksınız. İşte size Meis adası gezi rehberi...
Fotoğraflar: Arzu Özen
Fotoğraflar: Arzu Özen
Bana hâlâ yaz ama kendisi artık resmi olarak bizi bırakıp güney yarım küreye gittiğine göre bir sonraki yaz için kuracağınız hayallere, yapacağınız planlara bence kesinlikle dâhil etmeniz gereken bir yer var. Bu her yerinden Yunanistan fışkıran minyatür Yunan adası, hani burnumuzun dibinde derler ya, aynen öyle işte. Kaş’ımızın dibinde… Denizi Kaş’ta da var, kedileri Ayvalık’ta da, mezeleriyle de pekâlâ kapışabiliriz ama ya o evleri… Yok böyle bir estetik. Bir feribota biniyorsunuz, az gidiyorsunuz, uz gidiyorsunuz, kısacık bir zaman sonra bambaşka bir dünya selamlıyor sizi… Ve Karşınızda Meis Adası. Kendisi Yunan adalarının güzeller güzeli…
Biraz ötemizde başka bir dünya var ama çok da tanıdık aynı zamanda… Evet, yurt dışına çıkmış olacaksınız ama yurt dışına çıkmış gibi hissetmeyeceksiniz… Kaş’tan bineceğiniz feribotla Meis’e varmak sadece 20 dakikanızı alacak mesela, yani düşünsenize İstanbul’da, Bostancı’dan vapura bindiğimizde Büyükada’ya bile gitmek daha uzun sürüyor. Ayrıca yanınızda döviz taşımanız da gerekmeyecek çünkü TL her yerde geçecek, adanın ufacık tek fırınında bile… Bir de tabi cep telefonunuz uluslararası dolaşıma girmeyecek, size kendinizi son derece Türkiye’de hissettirecek. İngilizceniz bile bu seyahatte sizi sinir edemeyecek çünkü karşılaşacağınız çoğu kişi Türkçe bilecek… ‘Meis’e hoş geldin komşiiii’ diyecek…
Meis Adası… Doğu Akdeniz’de Yunanistan’a bağlı oniki adadan biri… Türkiye kıyılarından sadece 2,1 km uzaklıkta olan (Rodos’tan ise 125 km) bu adanın yeryüzünde kapladığı alan sadece 7,3 km2… Dünya için küçük bir ada olabilir ama benim için bir hayli büyük bir ada… Zira bu yaz iki kere gitmeme rağmen hala yapmak isteyip de vakitsizlikten dolayı yapamadığım şeyler var… Evet, adanın yerleşim olan bölgesini gezmeniz en fazla 2-3 saat, o da ara sokaklara dalıp kaybolmak isterseniz… Yoksa bir ucundan bir ucuna 30 dakika…
Bu adaya biz Meis diyoruz, Yunanistan’da ‘Megisti’ diyorlar, Avrupa genelinde ise Kastellorizo deniyor. Bunu yapmak hiç hoşuma gitmiyor, biliyorum ve anlıyorum, bazı yalanlar güzeldir ama üzgünüm, Meis ‘göz’ demek değil, hem de hiç değil. Bu naif coğrafi benzetme, Kaş kökenli tatlı bir efsane mi yoksa Kenan Işık’tan mı türedi ona emin değilim… Baya bir zaman önce Kim 500 Milyar İster adlı yarışmada ‘Türkiye’ye en yakın Yunan adası hangisidir?’ sorusu çıkmıştı. Cevap malumunuz. Kenan Işık da “Haritada yukarıdan bakınca Kaş ve Meis tam karşılıklı yer alıyor, dikkatli bakınca Kaş ve Göz gibi gözüküyor.” demişti. O yüzden Meis Adası’na göz anlamına gelen Meis adı verilmiş… Keşke öyle olsaydı, pek tatlı olurdu.
Efsane istiyorsanız illa, ben anlatayım size bir tane. Kaş’ı bilen Uyuyan Dev’i de bilir. Deniz kenarında oturup dağlara baktığınızda kocaman bir dev görürsünüz, gözü, kulağı, burnu ve göbeği çok belirgindir ve kafası Meis’e dönüktür. Çünkü sevgilisi olan başka bir dev de Meis adasında dağların en tepesinde boylu boyunca uzanmaktadır ve onun yüzü de Kaş’a dönüktür. Bu iki sevgili birbirini yüzyıllardır uzaktan sever. Derler ki ne zamanki sular yükselecek, dağların tepesine erişecek, bizim aşık devlerimizin yüzüne değecek, işte o zaman bu iki sevgili uyanacak ve birbirine kavuşacak. Tabi Kaş ve Meis halkı sular altında kaldığından buna şahit olamayacak. Ne anladık biz şimdi bu efsaneden eğer mutlu sonu göremeyeceksek…
Meis ismini açıkladık, peki Megisti ne ola? Çok ilginçtir ki, Oniki ada içinde Meis adasının en küçük ada olmasına rağmen kendisine ‘en büyük’ anlamına gelen Megisti adı layık görülmüştür çünkü etrafındaki kayalıklar ve adacıklar içerisinde en büyük olanıdır.
Ben sizin yerinizde olsam Meis’e gitmişken bir gece kalırdım, ama günübirlik de Meis’in tadına varabilirsiniz. Schengen vizeniz varsa ne ala, ama yoksa da dert değil, biraz pahalıya patlasa da kapı vizesi almak da mümkün. Yaz sezonu boyunca Kaş’tan Meis’e feribot seferleri yapan iki firma var. İkisinin de fiyatları ve sefer saatleri aynı ama arada çok önemli bir fark var, bir tanesinin güvertesinde kocaman armut minderler var. Gece dönerken armutların üstüne uzanıp samanyolunu izleyebilirsiniz, o an karnınızdaki kelebeklere benden selam söyleyin… Reklam kokmasın diye firma ismi veremiyorum ama siz armutları mutlaka sorun.
Sabah 10’da Kaş’tan Meis’e, öğleden sonra 16’da ve gece 23’te de Meis’ten Kaş’a seferler var. 16 seferiyle dönerseniz Meis’e gittim deyip yanına check işareti atabilirsiniz. Bayram tatillerinde 5 günde 6 ülke gezmek gibi bir şey bu. Bence adayı keşfetmek için o süre asla yeterli değil. Bir de unutmadan, ‘benim olayım sadece yemek, ben Meis’a akşam yemeğine gitmek istiyorum’ derseniz, Kaş’tan Meis’e saat 18’de de bir sefer var, akşam yemeğine yurtdışına çıkmak isteyenler için… Ama yapmayın etmeyin, gerçekten Kaş’ta daha güzel restoranlar var.
Benden söylemesi, adaya sabah 10’da gidin gece 23’e kadar köşe bucak gezin. 16 feribotu ile dönerseniz sadece beş buçuk saatte hangi birini yapacaksınız? Mavi mağaraya mı gideceksiniz, adanın sokaklarını mı keşfedeceksiniz, fotoğraf mı çekeceksiniz, tepelere mi çıkacaksınız, yemek mi yiyeceksiniz… Gezmek var gezmekcik var…
Sabah 10’da bindiniz feribota, aşağıda oturmayın, hemen yukarı güverteye çıkın çünkü feribot adaya yaklaştığında herkes yukarı çıkacak ve göz açıp kapayana kadar güvertede yer kalmayacak… Adaya yaklaşırken önce küçük kayalıklar göreceksiniz, o kayalıkları görünce geldiniz sayılır, az sonra 20 dakika ötemizde görüntünün ne kadar değiştiğine inanamayacaksınız…
Adaya yaklaşırken, biliyorum, ne yöne bakacağınızı şaşıracaksınız ama önce solunuza bakın, tepede, 200 metre yükseklikte, Meis Kalesi’ni göreceksiniz… Adı Castel Rosso, yani Kırmızı Kale. Kastellorizo’ya ismini veren bu kale 14. yy’da Saint Jean Şövalyeleri tarafından milattan önce 4. yy’dan kalma kale kalıntıları üzerine yapılmış. Eski kaleden kalan taşlar günbatımında kızıl kırmızı gözüktüğünden kendisine bu isim verilmiş. Osmanlı zamanında da adaya Kızılhisar deniyormuş… İyi de günbatımında birçok yer kızılımsı kırmızı olmuyor mu? Her yere bu ismi mi verelim şimdi…
Aşağıdan gördüğünüz bu kaleye üşenmeyin bir çıkın, bir de onun olduğu yerden Meis’e bakın. Kimse alınmasın ama kalenin kendisinde görebileceğiniz pek bir şey yok aslında, harabemsi bir hali var ama oraya çıktığınızda adanın her iki limanını da tepeden görebiliyorsunuz. Arka tarafta kalan liman genelde yelkenlilerin olduğu ve balıkçılar tarafından kullanılan Mandraki Limanı. Adanın daha sessiz, daha az turistik, daha bakir kısmı. Ana liman, tamam Allah’ın emri zaten ama şimdi bu sıfatlardan sonra Mandraki’ye gitmemezlik olmaz sanki.
Kaleye iki çıkış yolu var, birincisi Mandraki Limanı’ndan merdivenlere giden yolu bulup, spor yaparak Kale’ye çıkabilirsiniz ki bu bence her iki anlamda da nefes kesici bir yol. Bir de ana limandan feribottan indiğiniz yerde karşınıza gelen sokaktan evlerin arasından kıvrıla kıvrıla gidebilirsiniz… Bana bırakıyor musunuz? O zaman siz en iyisi Mandraki’den merdivenlerden çıkın, evlerin arasından da yumuşak yumuşak merkeze inersiniz, sonra da kendinize bir ödül verip buz gibi bir Yunan Frappe’si içersiniz…
Burada her şey Yunan adalarında görmeye alıştığımız gibi. Yunan adalarının bir prototipini yap deselerdi bu çıkardı herhalde… Yunan kültürü ile ilgili her şey var yani, ama azar azar, küçük küçük. Ama sürprizli de bir yer… Kale’nin aşağısında, adaya feribotla yaklaşırken solda kırmızı kubbeli ve minareli bir Osmanlı Cami’si göreceksiniz. Artık cami olarak kullanılmıyor. Adaya şaşırtıcı bir güzellik katıyor. Bu kültürel sentez, Meis’in öncesinde Osmanlı’ya sonra İtalya ve İngiltere’ye ve son olarak da Yunanistan’a bağlanmasının rengârenk bir sonucu. 1775 senesinde inşa edilen cami şimdilerde etnografya müzesi olarak kullanılıyor.
Cami yavaş yavaş arkanızda kalınca sonrası rengarenk elbisesini giymiş çok güzel bir kadın ya da Legolardan yapılmış kocaman oyuncak bir kasaba, belki de bir tiyatro dekoru… Pembe panjurlu ev ne ki, komple pembe ev var Meis adasında… Her biri farklı renkte bir sürü evin denizin mavisinin üzerine düşmesi insana farklı bir yere geldiğini hemen hissettiriyor.
Kalıcı nüfusu yaklaşık 450 olan bir adanın her bir vatandaşı mı zevkli olur… Hangi evi en çok beğendin derseniz beni gerçekten yorarsınız… İnsanı hayallere daldıran evlerin arasına bolca çiçek ve kedi de olunca kusursuz bir başyapıt çıkıyor ortaya… Bu arada nerde bu 450 kişi, adada 40 kişi ya gördüm ya görmedim…
Her yerde göreceğiniz kediler dışında adanın sizi çok merak eden bir başka sakini daha var. Sokak aralarında yürürken miyav sesleri eşliğinde kediler takılacak peşinize ama burada miyav seslerine ek olarak bir de ‘puuufffff’ diye sesler duyacaksınız. Şaşırmayın bu da ne böyle diye… Nefes almak için yüzeye çıkan carettaların sesi...
Deniz kenarında yürürken peşinize carettalar takılacak. Büyük ihtimalle göz göze de geleceksiniz, merakla bakacaklar gözlerinizin içine… Sizinle birlikte Meis turu atacaklar. Hiç dert etmeyin acaba caretta görür müyüm diye, deniz kenarında beş dakika yürümeniz yeterli, bir değil iki caretta bile görebilirsiniz, hem de onlar cilveleşirken…
Feribottan iner inmez vize kontrolü var, vakit kaybetmemek için feribot yanaşırken hızlı hareket etmenizi öneririm çünkü özellikle yüksek sezonda bir saat kadar sıra bekleyenleri duydum… Vize kontrolünden çıktınız, adanın artık sosyal medya sembollerinden biri haline gelmiş yunus heykellerinin önüne geldiğinizde, yanınıza büyük ihtimalle Hurigül gelecek ve adadaki ilk Türkçe’yi onunla konuşacaksınız;) Kendisi Meis adasında yaşıyor ve buradaki tek özel plaj olan Saint George Beach’in (Türkçe’de Aya Yorgi diyorlar bu plaja) işletmecisi…
Hurigül size, deniz taksi ile 10 Euro’ya gidebileceğiniz, adanın olmazsa olmaz iki kıymetlisini anlatacak. Mavi Mağara ve Saint George Plajı… Bakın benden söylemesi, önce kahvaltımı edeyim, biraz dinleneyim filan derseniz, Mavi Mağara’ya gidersiniz ama içeri girme şansınız azalır. Ne kadar erken o kadar iyi çünkü öğlen saatlerine doğru adanın o kısmında sular yükseliyor ve deniz taksiler Mavi Mağara’ya giremiyor.
Hadi diyelim ki deniz taksiniz zar zor içeri girdi, ki bunun ne kadar zor olduğunu da anlatacağım, sular yüksek olduğundan güvenlik sebebiyle içeride fazla kalmak istemiyor, bir cee eee deyip, içeriyi şöyle bir görüp çıkıyorsunuz, yani o nefis suya giremiyorsunuz. Yani neymiş, adaya ayak basar basmaz ilk iş deniz taksiye atlayıp Mavi Mağara’ya gitmekmiş. Limandan mağaranın girişine gelmek 10-15 dakika kadar sürüyor, mağaranın girişine geldiğinizi de kaptan ‘yere yatın’ demeden anlamıyorsunuz.
Aynen öyle, yere yatacaksınız, gerekirse üst üste, kaçaklar gibi… Mağaranın girişinin yüksekliği 1 metre ya var ya yok. Onu da hiçbir zaman net söyleyemeyiz aslında çünkü bir dalga gelse su biraz yükselse rakamlar değişir. Kafayı gözü dağıtmamak için herkesin teknenin içinde boylu boyunca yere uzanması gerekiyor… Nefesler tutuluyor, kaptanlar, biraz da bilerek heyecan yaratmak için, ‘yüzerken foka denk gelirseniz şaşırmayın’ diyor… İçeri bir giriyorsunuz, nefesiniz iyice kesiliyor… Öyle bir ışık var ki görsel hafızanız yeni bir renkle tanışıyor… Bu arada bu mağarada fok balığına denk gelen var mı acaba?
Sizi Mavi Mağara’ya götüren deniz taksi dönüşte Saint George-Aya Yorgi plajına bırakıyor ve ne zaman isterseniz de geri gelip sizi limana götürüyor. Adanın diğer yerlerine göre daha sakin ve daha berrak bir suda yüzerken kendinizi terk edilmiş bir adada gibi hissedebilirsiniz…
Adanın iç kesimleri de en az deniz kenarı kadar görülmeye değer. Mesela Chorafia (Horafya diye okunuyor) tam bir arka mahalle sürprizi… Bu mahallenin meydanında adını Oscarlı film Mediterraneo’dan almış Mediterraneo isimli bir kafe var. Filmde bu kafede geçen birçok sahne var. İtalyan yapımı bir film olduğu için de bu kafeye en çok İtalyan turistler geliyormuş… Akdeniz havası esen bir yer…
Bu kafenin hemen arkasında da Bizans mimarisinde yapılan St. Georges kilisesi var. Şu an kullanılmıyor, hatta camları kırılmış, ama yine de köhneliğiyle bile bu mahalleye çok hoş bir hava katıyor. Film karesinden fırlamış gibi… Kiliseyi gördünüz, sonra bu kiliseden yukarı devam eden yokuşu takip edin…
Bir anda karşınıza merdivenler çıkacak, tabi bu merdivenler, 404 tane olduklarını ilk bakışta size asla çaktırmayacak… Üşenmeyin, çıkın… Evet, bu 404 sizi yere yapıştıracak ama adanın en tepesine çıkaracak. Yukarıda sizi çok güzel bir manzara bekliyor, belki bir iki tane de sakallı keçi...
Adanın tepesine çıkan bu merdivenlere St. Georges Steps deniyor. Bütün adayı ve arka planda da Türkiye’deki dağları görebiliyorsunuz… Sadece manzaraya bakmak için değil, ada sakinleri spor yapmak için de bu merdivenleri düzenli çıkıyor. Duydum ki adada spor salonu yokmuş, ne gerek var ki zaten hangimiz spor salonuna gidip de bir günde 404 squat yapabiliyoruz...
Bitti mi Meis’in tepeleri? Bitmediiii… Meis’e ikinci kez gitmeden önce 7 Şapel Rotası (7 Chapels Route) diye bir şey duydum, bir trekking rotasıymış. Adadakilerin bile bilmediği bir rota;) Sonra sağolsun Hurigül’den öğrendik ki adanın esas en tepesi burasıymış ve bu tepede 7 tane şapel varmış, ama gidip gelmesi bir bütün gün alırmış… O kadar vaktimiz olmadığından bu tepeye çıkmaktan tam vazgeçiyorduk ki, taksiyle gidebileceğimizi öğrendik.
Adada sadece bir tane taksi var, onu da ortalarda görme şansınız hiç yok. Ama kime söyleseniz size o taksiciyi arar ve beş dakika içinde taksiniz yanınızda hazır olur. Biz de bindik taksiye 7 tane şapelin olduğu tepeye çıktık. Burası adanın Türkiye kıyılarına (Çukurbağ Yarımadası) en yakın yeri. Öyle yakın ki insanın hemen ‘yüzerek de gidilir yahu’ geyikleri yapası geliyor.
Gezdiğim gördüğüm benim olsun tamam, nerede ne yiyelim, nerede kalalım derseniz zaten 4-5 tane restoran var, ben 2 tanesine gittim ama birine kefilim. Ahtapotların efendisi Lazarakis! Yunan usulü Frappe zaten cepte, her yerde içebilirsiniz. Tatlı sevenler için de Yunan baklavası diyebileceğim Strava isimli bir tatlıyı önerebilirim. İçinde şeker yerine bal ve ceviz var. Ama onu esas ilginç yapan içindeki karanfil ve tarçın… Baklava hiç sevmem ama bu başka;) (Bu fotoğraf için Banu Açıkgöz’e teşekkürler...
Konaklama kısmına gelince, adaya yakışmayan sadece bir tane büyük ve sevimsiz otel var, adanın en ucunda, o da bir sürü güzelliğin içinde Allah’tan arada kaynıyor. Onun dışında tatlı butik oteller ve pansiyonlar var. Kaç tane derseniz herhalde iki elin parmaklarını geçmez... Ama bu butik oteller içerisinde bir tanesi var ki…
Adaya bu yaz ilk gittiğimde iki kuzenimle gitmiştim, havalar sıcaktı, bir kuzenim ‘ben oturmak istiyorum biraz, siz devam edin’ deyince diğer kuzenle ben başladık adayı tavaf etmeye. Tam gün batımı saatinde bir otelin önünden geçiyorduk, ama nasıl bir ortam, nasıl bir dekorasyon, nasıl bir manzara, dedik ki koşarak gidip diğer kuzeni de alalım, bu otelin kafesinde gün batımında bir şarap içelim.
Günbatımını kaçırmayalım diye koştur koştur gittik kuzeni aldık geri geldik, kilimleri kirletmemek için ayakkabıları da çıkardık, tam oturduk, yan masada oturan bir beyefendi son derece kibar bir ses tonu ve muhteşem İngilizcesi ile otel müşterisi olup olmadığımızı sordu. Değiliz ama oturup bir şeyler içebiliyoruz değil mi dedim. Adamcağız gülümsedi, karım içeride odada ve size ikram edebileceğim bir şey yok dedi;) Meğerse bizim ayakkabıları çıkarıp sedirine yayıldığımız yer otelin bir odasına ait özel bir balkonmuş… Ayakkabılarımızı ışık hızıyla giyip gülmekten ağlayarak hemen oradan uzaklaştık. Akşam yemeğinde balkonun sahipleri yan masamızdalardı. Nerelisiniz diye sordu beyefendi. Keşke Türk olduğumuzu söylemeseydik, bu tatili de sarışınız biz deyip bitirseydik… Doğayla kalın...Instagram @gezginhayalci