Yıldırım GÜNGÖR / Fotoğraflar: Yıldırım Güngör, Alamy
Eski 40 derecede sıra dışı yaşam! Türk gezgin öyle şeyler yaşadı ki...
Soğuk bir kış akşamı otobüsten indiğim Karakurum otogarında taksi bulmaya çalışıyorum. Hava kararmak üzere ve çok soğuk. Tüm şoförlere İngilizce bilip bilmediklerini soruyorum. Biri “Eh” der gibi bir işaret yapıyor. Anlaşıyoruz. Buralarda bir araban varsa taksi hizmeti verebiliyorsun. Benim şansıma eski püskü bir minibüs düşüyor. Minibüse binip otele giderken son birkaç günüm geçiyor gözlerimin önünden...
Havanın eksi 40 civarında olduğu bir akşamüzeri varmıştım Ulan Bator’a. Cengiz Han heykeli, Tonyukuk Anıtı, Parlamento binası, müzeler derken iki de şaman ayinine katılmıştım. Burada en dikkatimi çeken şey, Moğolların Cengiz Han’a ilgisi olmuştu.
Parlamento binasının kentin meydanına bakan yüzünde bulunan Cengiz Han heykeliyle fotoğraf çektirmek isteyen gencinden yaşlısına yüzlerce Moğol görmüştüm yarım saat içinde. Bir gün sonra ise tilki ve kurt avında kullanılan kartalları yetiştiren ailelerden birinin konuğu olmuş, yiyeceklerini paylaşmıştım.
Kartalı koluma kondurduğum o muhteşem pençelerin gücünü ve keskinliğini hissettiğimde avlarına acımadım değil. Bir günümü de yaklaşık 1.5 milyonluk Ulan Bator’un dış mahallelerinde gezerek geçirmiştim. Bu tür yerlerde dış mahalleler her zaman risklidir ama Moğolistan’da her yer çok güvenli.
Merkezden ayrılmadan, dış mahallelere gitmeden kentin ruhunu asla okuyamazsınız. Sonra Karakurum’a gitmek için bilet almaya çalıştığım geldi aklıma. Şive farkından dolayı neredeyse başka bir yere bilet alıyordum.
şte artık Karakurum’dayım. Burası Moğollar tarafından ele geçirilmiş ve 1220 yılında bölgenin başkenti ilan edilmiş. Cengiz Han’dan sonraki dönemlerde Orta Asya’nın önemli bir kültür ve siyaset merkezi olmuş.
Her ikimiz için de çok uygun olan 70 bin Tügrik’e Orhun Anıtları’na götürecekti beni. Otele girerken “Saat 07.00’de al beni” dedim. İtiraz etti. “Ben gelirim sen merak etme” dedi. Ama gelmedi. Saat 08.30’da geldiğinde çok sinirliydim ama dışarı çıkar çıkmaz neden itiraz ettiğini anlamıştım.
Sağımda solumda kilometrelerce uzanan ince karla kaplı bir ova var. Hava çok soğuk ama kar çok az. “Yazın neyse de kışın nasıl yaşamışlar burada” diye düşünürken bacalarından duman tüten, önlerinde hayvanların olduğu tek tük yurtlar görmeye başladım bozkırın ortasında. “Hâlâ yaşıyorlar, gelenek devam ediyor” dedim içimden.
Şoföre dönerek “İndin buradan ama dönüşte bu araba bu yokuşu asla çıkamaz” dedim. Gülüyordu. “Neden telaşlısın, sakin ol. Önce gidelim. Hedefimize ulaşalım, işimizi yapalım. Dönüşü sonra düşünürüz” dedi. Bu sakinlik ve özgüven karşısında sesimi çıkaramadım.
Birkaç küçük köyü geçtikten sonra ileride bir müze göründü. “Burası” dedi. Ancak müze kapalıydı ve etrafta kimse yoktu. Orhun Anıtları ve buradaki kazılardan çıkan tüm eserler için Türkiye bir müze yaptırmış. Dış koşullardan zarar görmesinler diye Orhun Anıtları da bu müzeye konmuş. Buraya kadar bu iki anıtı görmeye gelmiştim ama sanırım göremeden dönecektim.
Anıtlara dokununca zaman durdu sanki
Yaklaşık 300 metre ötede üç yurttan oluşan küçük bir köy vardı. Şoförüm yurtlara birkaç kez seslendi. Biraz bekledik. Birinden bir kadınla bir erkek çıkarak bize doğru gelmeye başladı. Şoförüm “Bekçi geliyor” dedi. Bekçi geldi ama “Kapalıyız” dedi.
Yaklaşık 300 metre ötede üç yurttan oluşan küçük bir köy vardı. Şoförüm yurtlara birkaç kez seslendi. Biraz bekledik. Birinden bir kadınla bir erkek çıkarak bize doğru gelmeye başladı. Şoförüm “Bekçi geliyor” dedi. Bekçi geldi ama “Kapalıyız” dedi.
İçeri girdim ve tüm eserleri tek tek dolaştım. Heykeller, takılar ve diğerleri... İçerisi daha soğuk. Fotoğraf çekerken ellerim donacaktı neredeyse. Müzenin en geniş bölümüne doğru heyecanla ilerlemeye başladım. En nadide eserler burada sergileniyordu. İki granit sütun, birbirlerinden bir metre uzakta, zamana meydan okur gibi duruyordu. Tarihte Türk kelimesinin geçtiği ilk yazılı belgeydi bunlar ve taşa yazılmışlardı. Anıtlara dokundum.
Yaklaşık 1270 yıl önce yapılırken benim dokunduğum noktalara kim bilir kimler dokunmuştu. Anıtı yapan, yazıları yazan Yollug Tigin’di. İşte tam bu noktada zaman durmuş ve ben bir anda onlar olmuştum sanki. Ürperdim birden. Müzede yaklaşık iki saat zaman geçirdim. Bilge Kağan’ın altın tacı son gördüğüm eser oldu ve arabaya döndüm.
Buzda futbol oynayan Moğol kadınları
Sorun çıkaracağından emin olduğum yokuşa kadar sorunsuz geldik. Şoförüm burada yoldan çıkarak araziden gitmeye başladı. Yaklaşık 1 kilometre kadar sert karın üzerinde gittikten sonra yokuşun arkasına dolandık. Yol karşımızdaydı ancak çıkamadık. Çünkü yola çıkan nokta biraz dikti ve arabanın arkası zemine takılıyordu. Yaklaşık 20 dakika kadar uğraştık ama arabayı asfalta çıkaramadık.
Sorun çıkaracağından emin olduğum yokuşa kadar sorunsuz geldik. Şoförüm burada yoldan çıkarak araziden gitmeye başladı. Yaklaşık 1 kilometre kadar sert karın üzerinde gittikten sonra yokuşun arkasına dolandık. Yol karşımızdaydı ancak çıkamadık. Çünkü yola çıkan nokta biraz dikti ve arabanın arkası zemine takılıyordu. Yaklaşık 20 dakika kadar uğraştık ama arabayı asfalta çıkaramadık.
Kış mevsiminde yoldan bir arabanın geçmesi ise mucizeydi. Ben kalan yolu bu havada yürürsem başarabilir miyim hesabı yapmaya başlamıştım bile. Tam umudu kesmişken birden sağdan soldan birkaç kişi beliriverdi. Nerden geldiler, nasıl geldiler anlamadım. Uzaklarda birkaç yurt gözüküyordu. Oradan bizi görmüşler ve yardıma gelmişlerdi. Kısa sürede arabanın arkasını kaldırarak yola çıkardık.
Şoför bana dönerek “Gördün mü bak, çıkmayı başardık” dedi gülerek. Yolun geri kalan kısmı şoförümün söylediği Moğol şarkılarıyla keyifli geçti. Ertesi sabah otelden çıkarak kenti çevreleyen tepelerden birine tırmandım. Yükseldikçe tüm kent ayaklarımın altında kaldı. Aşağılarda, uzaklarda bir yerlerde masmavi bir uzantı çarptı gözüme. Bayaz örtünün arasında kıvrıla kıvrıla uzanıyordu. Orhun Nehri olmalıydı. Efsanevi Orhun Nehri tamamen donmuştu. Buz üzerinde yaklaşık 40 kişilik bir grup vardı. Aralarına katıldım, kısa sürede onlardan biri oldum. Tümü öğretmen olan grup pikniğe gelmişti. Derken buzun üzerinde çift kale maç yapmaya başladılar. Kadınlar futbol oynuyor, erkekler nehrin kıyısında mangalları hazırlıyordu.
Birlikte yemek yedikten sonra grupla vedalaşıp Erdene Zuu Manastırı’na doğru yürümeye başladım. Bölgedeki en önemli Budist manastırların başında geliyor. Eski Moğol hanları zamanında yapılmış. Tibet tarzı mimarisi görülmeye değer. Etrafı yüksek duvarlarla çevrili manastır, oldukça geniş bir alana yayılıyor. Ana avluya giriş serbest ama ana binaya giriş ücretli. Burada da yaklaşık 2 saat geçirdikten sonra Karakurum defterimi kapattım.
Güvenli ve ucuz
Moğolistan son derece güvenli ve ucuz bir ülke. Tek sorun uçak bileti. Uygun bir bilet bulursanız, hiç durmayın gidin derim. Herkes samimi ve doğal. Kimse kazık atmaya çalışmıyor. Konaklama için geceliği yedi dolardan 100 dolara kadar farklı seçenekler var. Ben yedi dolara bir hostelde kaldım.
Moğolistan son derece güvenli ve ucuz bir ülke. Tek sorun uçak bileti. Uygun bir bilet bulursanız, hiç durmayın gidin derim. Herkes samimi ve doğal. Kimse kazık atmaya çalışmıyor. Konaklama için geceliği yedi dolardan 100 dolara kadar farklı seçenekler var. Ben yedi dolara bir hostelde kaldım.
Yemek, özellikle et çok ucuz. Çiğbörekleri aynen bizdeki gibi. Şaman ayininde yediğim mantı ve erişte çorbasının bizim yemeklerden bir farkı yok. Tüm çorbalar çok lezzetli ve bol etli. Kısacası Moğolistan hem kültür hem de yemek olarak hiç yabancılık çekmeyeceğiniz bir yer. Havanın çoğ soğuk olması sakın ürkütmesin. Kışın gitmek benim tercihimdi. Bahardan itibaren hava çok güzel oluyor.