Bahar Gündoğdu / Instagram: @nerdesinbahar | Fotoğraflar: Bahar Gündoğdu, Anadolu Ajansı, İHA
Ege'nin keşfedilmeyi bekleyen adresi... Denizi Maldivler'i aratmıyor
Kendine ‘gezgin’ diyenlerin bir dönem mutlaka gidip, fotoğrafının olduğu Delikli Koy’a gitmeye karar verdim. Özellikle şu sıralar yeni evlenecek çiftlerin dış mekan için gelip sürekli fotoğraf çektirdiği yer konumunda… Atladım arabama düştüm Delikli Koy yoluna… Dönerken de Alaçatı’nın sokaklarında gezintiye çıktım. Şu sıralar buraların tam zamanı. İşte size güzel bir hafta sonu önerisi…
Alaçatı’dan sonra sahil boyunca ine çıka kıvrıla kıvrıla bu koya ulaşıyorsunuz. Alaçatı’dan buraya dolmuşların çalıştığını söylediler ya da taksiyle geliyorlarmış. Ben kendi aracımla gittim. Bir tepeden aşağıdaki manzarayı seyrettim, doyumsuzdu.
İlk aşağıya indiğimde birilerine sordum ve Delikli Koy’un iki girişi olduğunu öğrendim. Asıl Delikli Koy biraz daha ilerideymiş ama tepeden aşağıya inen yol çok bozukmuş. Genelde arabaları yukarıda bırakıyorlar. Yere yakın araçlar çok zorlanıyormuş. Sahil boyunca yürüyerek oraya ulaşabileceğimi öğrenince işi riske atmıyorum.
Bakir bir koy olduğunu bildiğim için yanıma para bile almıyorum. Benim indiğim ağaçlıklı tarafta gençler kamp yapıyor. Çok özeniyorum. Bir sürü de köpek var. Sahil boyunca yürüyerek kısa sürede meşhur Delikli Koy‘a ve Delikli Taş’a ulaşıyorum.
Delikli Koy‘a adını veren denize uzanan bembeyaz kayaların içindeki tünel gibi bir delik. Bu kayalar ve delik bu iki koyu birbirinden ayırıyor. İlk gittiğimde kayaların üstünden çok zor bir şekilde o tarafa geçiyorlardı. İkinci gittiğimde kayalardan aşağıya bir merdiven koymuşlar. Herkes rahat rahat geçiyordu. İki gidişimin arası iki hafta sadece.
Hatta arabayı bıraktığım diğer koya ve buraya seyyar tuvaletler konmuştu. O kadar insan var ki, çok isabetli karar olmuş. Hatta belediye gelip çöpleri topluyor. Delikli Koy’da hummalı bir fotoğraf trafiği var. Resmen kuyruğa girmeniz gerekiyor. Sahile havlumu atıp ben de fotoğraf işine başlıyorum. Bakıyorum işitme engelli bir çift fotoğraf için bir hayli uğraşıyor. “O zaman fotoğrafımı onların çekmesi lazım” deyip rica ediyorum. Birbirinden güzel fotoğraflar çekiyorlar. Ben erken gelip kayaların üstünde dolanıp sonra plaja sermiştim ya havlumu, meğer burada kıymetli olan o kayanın tepesiymiş.
Tüm gençler sandalyesini kapıp gelmiş. Kayanın üstü hiç boş kalmıyor. Ben de ilk fırsatta kayalarda kendime bir yer buluyorum. Gençler öyle güzel eğleniyorlar ki… Açmışlar müziklerini dans ediyorlar. İstanbul’un Caddebostan’ı gibi. Çok hoşuma gidiyor. Sadece birkaç saat geçirir giderim dediğim Delikli Koy‘da canım bir türlü gitmek istemiyor.
Koyda çok sevimli bir karavan var. Anadol arabasından inen bir kişi karavanı açıyor. Meğer içecek satıyormuş. Yiyecek satmıyor. Yanıma para, yiyecek, su hiçbir şey almadım. Mısırcısından tut midyecisine kadar geliyor ama param yok.
Sonraki gidişlerimde o kadar çok gelin geliyor ki, kafanızı nereye çevirseniz bir dış çekime denk geliyorsunuz. En son Delikli Taş’da gelinlikle suyun içine giren bir çift de görüyoruz. Ben kendimi fotoğraf delisi sanırdım...
Anladığım kadarıyla işten çıkanlar yiyeceğini içeceğini alıp burada alıyor soluğu. Orada tanıştığım bir İzmirli “Biz beğenip de gelmezdik buraya, çok popüler oldu sonradan” diyor.
Açlıktan ölmeden önce 15 lira verip aç kurtlar gibi saldırıyorum. Sonraki gidişlerimde bu köfte ekmek minibüsü de yoktu. Bu taraflarda hep bir rüzgâr var. O rüzgâr yukarıdaki beyaz kayaların tozunu toprağını üstünüze estirebiliyor.
Bir sonraki gidişimde bayağı toza bulandım. Demedi demeyin. Denizi biraz taşlık. Yanınızda bir deniz ayakkabısı götürmeniz de fayda var. Bir maskeniz olursa denizin dibini seyretmek de keyifli. Özellikle Delikli Taş’ın dibindeki görüntü çok efsane. Küçük kırmızı balıklar yüzüyordu ben gittiğimde.
Mavi kapılara dolanmış fuşya begonvillere hayran hayran bakabilirsiniz. Alaçatı sokakları açık hava meyhanesi gibi. Sokaklarda sıra sıra zevkle döşenmiş masalar sizi bekliyor. Alaçatı son zamanlarda bir hayli popüler.
Gecesini de yaşamak isterdim ama bu sefer olmadı. Bir sonraya kaldı. Alaçatı'nın adını ilk ‘Ferhunde Hanımlar’ dizisinde duymuştuk. O zamanlar bir köydü. Şimdi pahalı bir tatil beldemiz artık. En güzel giysilerin giyilip sokaklarında dolaşıldığı, en pahalı meyhanelerde sabahlandığı bir yer oldu.