GeriSeyahat Evreşe yolları dar değil
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Evreşe yolları dar değil

Evreşe yolları dar değil

Hem sonbaharın içinden geçmek, hem çok eski köylere gitmek, hem Evreşe yolları dar mı değil mi diye yerinde inceleme yapmak, hem de tarihin içinde dolaşmak istiyorsanız bu hafta bizim rotamızı izlemelisiniz. İstanbul’dan Tekirdağ yönünde yola çıktıktan bir buçuk saat kadar sonra ulaşacağınız bu güzergahta sizi sürprizler bekliyor.

Sislerin içinde kaybolmuş meşe ormanları, sarıdan kızıla dönen milyonlarca yaprağın güneşle, ışıkla oynadığı köşe kapmaca, toprak yolların kauçuk etkisi, dünyanın en güzel Mevlevihanesi, balıkların fink attığı bir körfezde Marmara’nın en güzel balık lokantaları. Söz konusu rotayı Chevrel Traher adında bir İngiliz’den öğrendik. Onunla birlikte aştık ormanları. Ve onun gözünden baktık doğaya ve tarihe.

Birkaç hafta önce, English Gardens’in patronu, bahçe ve tarla bitkileri uzmanı, botanikçi Chevrel Traher ile Çanakkale’deki Ömercan Çiftliği’ne doğru yola çıktık. Tekirdağ’dan çıkıp 50 kilometre kadar yol aldıktan sonra Şarköy yol ayrımına geldik. Traher, bu noktada arabayı kenara çekip "Sizi farklı bir rotadan götürmek istiyorum" diyerek, Şarköy tabelalarını gösterdi. "Koru Dağları’nın altından Evreşe’ye oradan da Saroz Ovası’na ulaşacağız" dedi.

Kıvrıla büküle denize doğru ilerleyen Şarköy yoluna girip iki kilometre kadar devam ettikten sonra sağda Balabancık tabelasını gördük. Yağmur sonrası ıslanmış ve yer yer çamur çukurları oluşmuş stabilize yoldan fazla bir zorluk çekmeden Balabancık köyüne ulaştık. Aslında burası 2100 nüfuslu bir belde. Trakya’nın birçok yerleşim alanında olduğu gibi buranın ahalisi de okuma - yazmaya düşkün. Malkara ilçesine bağlı eski bir yerleşim alanı. Mübadele öncesinde de nüfusun çoğu Türklerden oluşuyormuş. Rumlarla Türklerin barış ve huzur içinde yaşadığı güzel kasabalardan biriymiş burası. Hálá da öyle. Balabancık yakınlarındaki Ahievren ve Yörük köylerinin adından da anlaşılacağı gibi bu bölge 1402’den beri Saruhanlı Beyliği sınırları içinde yaşayan yörüklerin yerleştiği bir alan. Ayrıca yine aynı dönemde Ankara ve Çankırı civarından ahi toplulukları da buraya göç edip kasabada yeni bir hayata başlamışlar. Sağda solda, tek tük de olsa eski soylu mimarisinin izlerini görmek mümkün. Eski evler, Arnavut kaldırımı döşeli dar sokaklar zarafetini koruyor.
/images/100/0x0/55eb41eff018fbb8f8b57e26


Ve Çimendere’ye doğru harekete geçtik. 520 nüfuslu küçük bir köy burası. Altyapısı sağlam köylerden biri Çimendere. Balabancık’tan buraya gelen ve köyden Evreşe’ye kadar uzanan yol, yer yer bozulmuş ve çözülmüş olsa da asfalt kaplı.

Artık Tekirdağ il sınırlarından çıkıp Çanakkale’ye doğru ilerliyoruz. Sırada Yülüce köyü var. Gelibolu ilçesine bağlı olan bu köyde yaşayanların büyük bir bölümü 1935’te Bulgaristan Razgatlı bölgesinden buraya göç etmiş. Köyde eskiden Rumlarla Türkler birlikte yaşamış. Mezar taşlarındaki kitabelerden 320 ila 500 yıl öncesinde Yülüce’de Türklerin yaşamış olduğunu anlıyoruz. Köye vardığınızda sokak aralarına girmeli ve eski evlerle deve hanlarını mutlaka görmelisiniz. Osmanlı döneminde Ege bölgesinden gelen ve İstanbul’a odun taşıyan kervancıların konakladığı hanlara, deve hanları adı veriliyor. 710 nüfuslu köyden çıkıp kuzeye doğru yönelince Koru Dağları’nın içinde buluyorsunuz kendinizi. Bu dağlarda genellikle çam ağaçları var. Ama etekleri meşelerle kaplı.

YOLU MANDALAR DARALTIRMIŞ

Artık Evreşe’deyiz. Geçmişi antik Aphrdisi kentine kadar uzanıyor. Latin dilinde, Aphrodisi şeklinde okunuyor. Ki bu da, eskiden Evreşe bölgesinde tanrıça Afrodit’e adanmış bir tapınak ve bu tapınağın çevresinde bir yerleşim alanı olduğuna işaret ediyor. Kuruluş tarihi tam olarak bilinmeyen antik kentten toprak üstünde hemen hemen hiçbir kalıntı görünmüyor. Ama söz konu alandan hálá büst parçaları ve Roma dönemi sikkeleri bulunabiliyor. Evreşe’nin içinde de geçmişten çok anı kalmış.

Türküde olduğu gibi Evreşe yolları dar değil. Hatta, Gelibolu Yarımadası’ndaki kasabaların tümünden daha geniş. Etrafı sulak ovalarla çevrili olan bu şirin kasabada bundan 10-15 sene öncesine kadar binlerce manda bulunurdu. Yüksek yağ oranı barındıran lezzetli sütü, yoğurt ve peynir yapımında kullanılan mandalar, sabah saatlerinde otlamaya giderken yolları daraltır, beldenin trafiği kilitlenirdi. Akşam saatlerinde dönüşe geçtiklerinde de aynı olay yaşanırdı. "Evreşe yolları dar / bana bakma benim yarim var" türküsünün, yolları sabah akşam daraltan mandalardan çıktığı rivayet ediliyor.

Evreşe’den çıktığınızda her yanından sular akan bir ovada çeltik tarlalarıyla karşılaşırsınız. Türkiye’deki yerli pirincin büyük bir bölümü İpsala’ya kadar giden ve kuzeyde Meriç havsasına kadar uzanan sulak ovalarda yetişiyor.

Gelibolu Mevlevihanesi’ne varıyoruz. Traher’le konuşurken kapının ana binanın uzağında yapılmış olmasının garibime gittiğini söyledim. Hemen cevabını verdi: "Antik kültürlerde ve daha sonra Bizans ve Osmanlı’da, kötü ruhların tıpkı domuzlar gibi boyunsuz ve manevra yeteneklerinin zayıf olduğu düşünülürdü. Bu yüzden, yüksek duvarlarla tahkim edilmiş tapınakların bahçe kapıları asimetrik bir biçimde, kötü ruhlar geldiğinde doğrudan ibadethaneye girmeyecekleri bir şekilde uzakta inşa edilirdi."

BU KASABA TAZE BALIKLARIYLA ÜNLÜ

Bu mevsimde Çanakkale Boğazı ve Ege’den taze taze tutulup Gelibolu limanına getirilen balıkların tadına doyum olmaz. Bu kasaba, balık lokantalarıyla ünlü. İlçe girişindeki Hamzakoy’da, Hamzakoy Otel ve Restoran var. Limanın içinde de İlhan, Yelkenci, İmren, Sahil ve Boğaz lokantaları uzanıyor. Eğer geleneksel Türk yemeği istiyorsanız, şehir içinde Trakya mutfağı açısından zengin, 50 çeşit yemeği olan Osmanlı Restaurant’a gitmelisiniz.

BARİ SON KERPİÇ EVLERİ KURTARIN

Chevrel Traher, "Türkler maalesef kurdukları uygarlığı son 40 yıl içinde kaybetmeye başladılar" diyor. "Burası nemli bir atmosfere sahip. Bakın beton evlere, içleri her zaman terlidir. Bu evlerde yaşayanların çoğu romatizmalıdır. Kerpiç ve harman tuğlasından yapılmış eski evlerde yaşamını sürdürenlere bakın, göreceksiniz ki hiçbirinde eklem problemi yok. Çünkü, yüzyıllar içinde oluşan deneyimlerle kurmuşlar bu eski evleri insanlar. Beton, iyi kullanılmadığı zaman insanlığın sonunu getirir. Bütün dünyada aynı problem var. Ama Türkiye, eski köylerini, kasabalarını, şehirlerini beton ejderhaya teslim etmiş durumda. Oysa küçük bir müdahaleyle gelenek devam eder, yeni nesilleriniz de zarif, sağlıklı ve güzel evlerde oturmayı sürdürürdü. Bari şu son kalan yapıları kurtarmak için harekete geçelim...

AVCILAR VE KEÇİLER BÜYÜK DERT

Orman sınırına vardığımızda Chevrel Traher’ın çok sevdiğini söylediği bir çoban çeşmesinin başında durduk. Yerde av tüfeklerinden oraya buraya saçılmış çok sayıda fişek kovanı vardı. Traher, kovanları ve araziyi göstererek şunları anlattı bize: "Dikkat ettiyseniz bu kadar güzel bir yerde tek bir kuş sesi bile yok. Kontrolsüz avlanma neticesinde avcılar kanatlı ve kanatsız tüm mahlukları yok etmişler burada. Avcıların yanında en büyük dert keçiler. Dağın eteklerindeki bu topraklardaki bitki örtüsü bulunduğumuz yerin tipik bir geçiş arazisi olduğunu gösteriyor. Keçilerin körpe fidanları yemeyi sürdürmesi halinde 15-20 yıl sonra bölgenin çölleşeceği kesin".
False