Evrim SÜMER
Son Güncelleme:
Eskiden bisikletle gezerdi sonra motosiklet aldı şimdi karavan-minibüs! Sonrasını siz düşünün
Bu haftaki konuğumuz fotoğraf sanatçısı Manuel Çıtak. İsmi en son Kardelenler isimli kitap için çektiği birbirinden güzel fotoğraflarla basına yansıyan Çıtak, gerçek bir doğa düşkünü, aynı zamanda bir bisiklet tutkunu.
Öyle ki zamanında şehirde her gün 40-50 kilometre yol yapar, o gün bisiklete az bindiğini düşünürse, gece atlayıp biraz daha şehri turlarmış. Şimdilerde, altı ay evvel kırdığı bacağının iyileşmesini bekliyor ama bu bile onu pek durdurmamış, çünkü röportajdan bir gece evvel altı yaşındaki kızıyla başbaşa çıktığı seyahatten yeni dönmüştü. Artık eskisi kadar çok seyahat etmediğinden yakınan Manuel Çıtak, yıllar önce bisikletle tek başına çıktığı Antalya ve Ege yolculuklarını anlattı. Bu arada, naçizane bir tespitim de oldu: Çıtak ‘Ben bir doğaseverim’ diyor ama o bence ciddi bir ‘gölsever.’ Bana anlattıklarının arasında en çok yeri göller tuttu, en çok gölleri beğendiğini söyledi. Bilenler bilmeyenlere söylesin...
Bu seyahate çıkmaya nasıl karar verdiniz?
- O zamanlar günlük hayatımda devamlı bisikletle içiçeydim zaten. Şehirde her gün 40-50 kilometre yol yapıyordum, işimi gücümü onunla hallediyordum. O günlerde de ne yapayım diye düşünürken bu seyahate karar verdim. Burdur-Antalya parkuruyla başladım.
İstanbul’dan Burdur’a nasıl gittiniz?
- Haydarpaşa’dan trene bindim, bisikleti de yükledim. Trenlerde bisikletle seyahat eden pek kimse olmadığı için de bayağı bir atraksiyon konusu oldum. Genelde bisikletler yük trenine veriliyor ama o tren ayrı zamanda varıyor ve bisikletin o trenden nasıl çıkacağı belli değil, o yüzden yanıma aldım. İlk yapmak istediğim etap Köprülü Kanyon etabıydı, onun için Burdur’dan başladım gezmeye. Aktarmasıyla bayağı uzun bir tren yolculuğu oldu. Sabahın köründe Burdur’a vardığımda iki seçeneğim vardı: Ya asfalt yoldan gidecektim ya da dağlardan geçecektim. Tabii ki dağ yolunu seçtim. Bunlar günde 3-5 arabanın geçtiği, sakin yollar.
Bisikletle seyahat ederken en büyük problem ne? Ya da en önemli konu diyelim...
- Su... Normalde içtiğinizin onlarca katı su içmeniz gerekiyor. Onun bir hesabı da var, saatte birkaç litreye kadar çıkabiliyor. İçtiğiniz suyu anında kaybediyorsunuz. Bu işin önemli yanı, problem ise o kadar suyu üzerinde taşımak. Onun için mümkün olduğunca az taşıyıp, geçilen her yerden su almak lazım.
Kaç kilometrelik bir etaptı bu?
- Antalya’ya kadar yaklaşık 170 kilometre. Yanımda minimum eşya vardı. Yağmur yağmayacağını varsayarak çadırımın sadece iç tarafı, yemek için gerekli malzeme, bir şort, bir tişört.
İlk durağınız neresi oldu?
- Kovada Gölü’nde durdum, gece de orada kaldım. Çok ilginç bir göl orası. Herkesin bildiği, hadi gidelim dediği bir yer değil. Ama o bölgeye gitmişken, mutlaka uğranması lazım. Amerika’da olur ya, gidersiniz, balık tutar, huzur içinde oturur, yüzersiniz. Aynen öyle. Gerçi o bölgede çok göl var, hepsi de birbirinden güzel. Kovada Gölü’nden sonra milli park başlıyor, Antalya’ya, Beşkonak’a kadar devam ediyor.
Orada tek başınıza ne yediniz, nasıl uyudunuz?
- Yanımdaki malzemelerle yaptım yemeğimi, çadırımı kurdum, gayet de güzel uyudum.
İkinci gün nereye gittiniz?
- Şimdi hatırlayınca komik geliyor ama o gün bayağı bir heyecanlı geçti. Antalya’ya gitme planıyla başladım pedal çevirmeye. Yaklaşık 90 kilometrelik bir etaptı planlarıma göre. Ama bütün gün tırmandım durdum. Bir de bisiklete binenler iyi bilir, yokuşlar hep uzundur, inişlerse kısacık. Sonra tipik Türkiye halleri başladı: Mesela bir yerde üç yol ayrımı var ama hiçbirinde tabela yok. Yolda sekiz kişi görüyorsam, sekizi de başka bir şey diyor... Bir baktım, saatler geçmiş, hálá tırmanıyorum, hava serinledi, doğa değişti. Bayağı yüksek bir noktadayım herhalde dedim. Yolda gördüğüm insanlar da azaldı, saatte 1-2 kişi görmeye başladım. O saatlerde Antalya’da olmayı planlarken, nerede olduğumu bile bilmediğim bir noktadaydım. Hava karardı, ben sonunda kaybolduğumdan emin olup, bir köy bulmayı bile ummaz bir halde, geceyi geçirebileceğim bir yer aradım. Sonunda bir yerde yattım, aç biilaç, yorgunluktan bayılmak üzereyim. Nasıl uyuduğumu bile hatırlamıyorum. Sabah uyandığımda bir baktım, bir mezarlıktayım, o bulamadığım köylerin biri de herhalde 100 metre ötede.
BİSİKLETLİ UZAYLI
Köydekiler şaşırmıştır sizi görünce...
- E tabii, düşünsenize bisikletli, uzaylı gibi bir adam geliyor. Önce köyün bakkalında çikolata gofret, ne varsa yiyor, sonra da ‘Burası neresi, Antalya nerede’ gibi sorular soruyor. Ben meğerse yanlış bir yola sapmışım, düz gidebileceğim yerde sola dönüp, bayağı bir ters gitmişim. O maceradan sonra Aspendos’un alt tarafından sahile çıktım ve ana yoldan Antalya’ya kadar gittim. Oradan da otobüse binip İstanbul’a döndüm.
Bu iki parkurlu bir gezi demiştiniz. İkinci parkur nerede başladı?
- Bu defa da atladım İzmir’e gittim. O sahili, Ege hallerini çok seviyorum. Antalya parkurunda fiziki zorluklar vardı karşımda, bu seferdeyse insan halleri, yaşanan olaylar keyif kattı seyahatime.
İzmir’den nereye gittiniz?
- Dilburnu’ndan başlayarak Köyceğiz’e kadar gittim. Söke, Marmaris, Milas, Bodrum, Bafa Gölü’nden geçtim. Herakleia (Bafa Gölü) o kadar güzel ki, orada birkaç gün kaldım. Göl kenarına kurdum kampımı. Bodrum çok kalabalık, sevimsiz, karmakarışık, kabus gibiydi. Zaten o seyahatten beri Bodrum’a gitmedim. Marmaris’te de sadece bir gece kalıp, Köyceğiz’e gittim.
Köyceğiz nasıldı?
- Köyceğiz’i çok seviyorum. Dalyan, İztuzu ve Köyceğiz bence Türkiye’nin en güzel yerleri. Doğa olarak da Türkiye’nin bir numarasıdır diyebilirim. Doğadan beklediğiniz her şey var orada: Göl var, bataklık var, deltası var, denizi var, tarihi var... Çok çok özel bir yer. İnsan kendini Brezilya’da Amazon ormanlarında gibi hissediyor. Oranın havası da çok cazip benim için. İstanbul’da havalar soğumaya başlamışken, oralar sıcak, geceler yumuşak. Orada Ekincik Koyu diye bir koy da var, çok güzeldir ama bu seyahatte gitmedim.
Bu seyahatten nasıl döndünüz?
- Birkaç haftadır yollardaydım ve artık pilim bitmişti. Zamanım da kalmamıştı. 400 kilometre gibi bir yol kat ettim. Antalya parkuruyla birleşince toplam 600 kilometreye yakın yol gitmiş oldum. Bu tip seyahatlerde günde 60 kilometre yol almak iyi, çok zorlarsanız 100 kilometre de yapılır. Seyahat uzadıkça, mesafeler arttıkça kilolar veriliyor. Bu seyahat dönüşünde beş kilo vermiştim.
En sevdiği 3 yer
Doğu Karadeniz (Kaçkarlar, Ayder)
Ege (Dalyan, İztuzu Köyceğiz)
Assos
seyahatte ne okuyor
Genelde seyahatte kitap okumuyor, çünkü vakti olmuyor.
ne dinliyor
MP3 çalarını hiç yanından ayırmıyor. İçinde Meral Uğurlu Fasıl’dan, Deep Purple’a, en sevdiği Rachmaninov’a kadar her şey var.
ne yiyor, ne içiyor
Yerel tatları deniyor, yemek konusunda hiçbir sıkıntısı yok. Midesi sağlam, yenilebilir gözüken her şeyi yiyor. Sabahları işkembeciye gitmeyi seviyor, vejetaryen değil ama mümkünse kebap-döner yemiyor.
ne giyiyor
Yanında bir sürü şey götürse bile bir tek şeye takılıyor ve hep onu giyiyor. Gittiği yerde turist gibi gözükmeyi, kıyafetiyle ilgi çekmeyi sevmiyor.
neyle seyahat ediyor
Eskiden bisikletti, sonra motosiklet oldu, şimdi bir karavan-minibüs aldı. ‘Bundan sonrasını siz düşünün’ diyor.
nerede kalıyor
Beş yıldızlı otellerden uzak durmaya çalışıyor. Basit, sakin, yerel hayata dahil olabileceği otelleri tercih ediyor.
kimle seyahat ediyor
Yeşil Bisiklet’in sahibi Gürsel Akay ve kızıyla.
çantasının olmazsa olmazları
Harita, Victorinox çakı takımı, fotoğraf makinesi, MP3 çaları ve ses kaydedicisi. Asla almadıkları ise ilaç vesaire.
Bu seyahate çıkmaya nasıl karar verdiniz?
- O zamanlar günlük hayatımda devamlı bisikletle içiçeydim zaten. Şehirde her gün 40-50 kilometre yol yapıyordum, işimi gücümü onunla hallediyordum. O günlerde de ne yapayım diye düşünürken bu seyahate karar verdim. Burdur-Antalya parkuruyla başladım.
İstanbul’dan Burdur’a nasıl gittiniz?
- Haydarpaşa’dan trene bindim, bisikleti de yükledim. Trenlerde bisikletle seyahat eden pek kimse olmadığı için de bayağı bir atraksiyon konusu oldum. Genelde bisikletler yük trenine veriliyor ama o tren ayrı zamanda varıyor ve bisikletin o trenden nasıl çıkacağı belli değil, o yüzden yanıma aldım. İlk yapmak istediğim etap Köprülü Kanyon etabıydı, onun için Burdur’dan başladım gezmeye. Aktarmasıyla bayağı uzun bir tren yolculuğu oldu. Sabahın köründe Burdur’a vardığımda iki seçeneğim vardı: Ya asfalt yoldan gidecektim ya da dağlardan geçecektim. Tabii ki dağ yolunu seçtim. Bunlar günde 3-5 arabanın geçtiği, sakin yollar.
Bisikletle seyahat ederken en büyük problem ne? Ya da en önemli konu diyelim...
- Su... Normalde içtiğinizin onlarca katı su içmeniz gerekiyor. Onun bir hesabı da var, saatte birkaç litreye kadar çıkabiliyor. İçtiğiniz suyu anında kaybediyorsunuz. Bu işin önemli yanı, problem ise o kadar suyu üzerinde taşımak. Onun için mümkün olduğunca az taşıyıp, geçilen her yerden su almak lazım.
Kaç kilometrelik bir etaptı bu?
- Antalya’ya kadar yaklaşık 170 kilometre. Yanımda minimum eşya vardı. Yağmur yağmayacağını varsayarak çadırımın sadece iç tarafı, yemek için gerekli malzeme, bir şort, bir tişört.
İlk durağınız neresi oldu?
- Kovada Gölü’nde durdum, gece de orada kaldım. Çok ilginç bir göl orası. Herkesin bildiği, hadi gidelim dediği bir yer değil. Ama o bölgeye gitmişken, mutlaka uğranması lazım. Amerika’da olur ya, gidersiniz, balık tutar, huzur içinde oturur, yüzersiniz. Aynen öyle. Gerçi o bölgede çok göl var, hepsi de birbirinden güzel. Kovada Gölü’nden sonra milli park başlıyor, Antalya’ya, Beşkonak’a kadar devam ediyor.
Orada tek başınıza ne yediniz, nasıl uyudunuz?
- Yanımdaki malzemelerle yaptım yemeğimi, çadırımı kurdum, gayet de güzel uyudum.
İkinci gün nereye gittiniz?
- Şimdi hatırlayınca komik geliyor ama o gün bayağı bir heyecanlı geçti. Antalya’ya gitme planıyla başladım pedal çevirmeye. Yaklaşık 90 kilometrelik bir etaptı planlarıma göre. Ama bütün gün tırmandım durdum. Bir de bisiklete binenler iyi bilir, yokuşlar hep uzundur, inişlerse kısacık. Sonra tipik Türkiye halleri başladı: Mesela bir yerde üç yol ayrımı var ama hiçbirinde tabela yok. Yolda sekiz kişi görüyorsam, sekizi de başka bir şey diyor... Bir baktım, saatler geçmiş, hálá tırmanıyorum, hava serinledi, doğa değişti. Bayağı yüksek bir noktadayım herhalde dedim. Yolda gördüğüm insanlar da azaldı, saatte 1-2 kişi görmeye başladım. O saatlerde Antalya’da olmayı planlarken, nerede olduğumu bile bilmediğim bir noktadaydım. Hava karardı, ben sonunda kaybolduğumdan emin olup, bir köy bulmayı bile ummaz bir halde, geceyi geçirebileceğim bir yer aradım. Sonunda bir yerde yattım, aç biilaç, yorgunluktan bayılmak üzereyim. Nasıl uyuduğumu bile hatırlamıyorum. Sabah uyandığımda bir baktım, bir mezarlıktayım, o bulamadığım köylerin biri de herhalde 100 metre ötede.
BİSİKLETLİ UZAYLI
Köydekiler şaşırmıştır sizi görünce...
- E tabii, düşünsenize bisikletli, uzaylı gibi bir adam geliyor. Önce köyün bakkalında çikolata gofret, ne varsa yiyor, sonra da ‘Burası neresi, Antalya nerede’ gibi sorular soruyor. Ben meğerse yanlış bir yola sapmışım, düz gidebileceğim yerde sola dönüp, bayağı bir ters gitmişim. O maceradan sonra Aspendos’un alt tarafından sahile çıktım ve ana yoldan Antalya’ya kadar gittim. Oradan da otobüse binip İstanbul’a döndüm.
Bu iki parkurlu bir gezi demiştiniz. İkinci parkur nerede başladı?
- Bu defa da atladım İzmir’e gittim. O sahili, Ege hallerini çok seviyorum. Antalya parkurunda fiziki zorluklar vardı karşımda, bu seferdeyse insan halleri, yaşanan olaylar keyif kattı seyahatime.
İzmir’den nereye gittiniz?
- Dilburnu’ndan başlayarak Köyceğiz’e kadar gittim. Söke, Marmaris, Milas, Bodrum, Bafa Gölü’nden geçtim. Herakleia (Bafa Gölü) o kadar güzel ki, orada birkaç gün kaldım. Göl kenarına kurdum kampımı. Bodrum çok kalabalık, sevimsiz, karmakarışık, kabus gibiydi. Zaten o seyahatten beri Bodrum’a gitmedim. Marmaris’te de sadece bir gece kalıp, Köyceğiz’e gittim.
Köyceğiz nasıldı?
- Köyceğiz’i çok seviyorum. Dalyan, İztuzu ve Köyceğiz bence Türkiye’nin en güzel yerleri. Doğa olarak da Türkiye’nin bir numarasıdır diyebilirim. Doğadan beklediğiniz her şey var orada: Göl var, bataklık var, deltası var, denizi var, tarihi var... Çok çok özel bir yer. İnsan kendini Brezilya’da Amazon ormanlarında gibi hissediyor. Oranın havası da çok cazip benim için. İstanbul’da havalar soğumaya başlamışken, oralar sıcak, geceler yumuşak. Orada Ekincik Koyu diye bir koy da var, çok güzeldir ama bu seyahatte gitmedim.
Bu seyahatten nasıl döndünüz?
- Birkaç haftadır yollardaydım ve artık pilim bitmişti. Zamanım da kalmamıştı. 400 kilometre gibi bir yol kat ettim. Antalya parkuruyla birleşince toplam 600 kilometreye yakın yol gitmiş oldum. Bu tip seyahatlerde günde 60 kilometre yol almak iyi, çok zorlarsanız 100 kilometre de yapılır. Seyahat uzadıkça, mesafeler arttıkça kilolar veriliyor. Bu seyahat dönüşünde beş kilo vermiştim.
En sevdiği 3 yer
Doğu Karadeniz (Kaçkarlar, Ayder)
Ege (Dalyan, İztuzu Köyceğiz)
Assos
seyahatte ne okuyor
Genelde seyahatte kitap okumuyor, çünkü vakti olmuyor.
ne dinliyor
MP3 çalarını hiç yanından ayırmıyor. İçinde Meral Uğurlu Fasıl’dan, Deep Purple’a, en sevdiği Rachmaninov’a kadar her şey var.
ne yiyor, ne içiyor
Yerel tatları deniyor, yemek konusunda hiçbir sıkıntısı yok. Midesi sağlam, yenilebilir gözüken her şeyi yiyor. Sabahları işkembeciye gitmeyi seviyor, vejetaryen değil ama mümkünse kebap-döner yemiyor.
ne giyiyor
Yanında bir sürü şey götürse bile bir tek şeye takılıyor ve hep onu giyiyor. Gittiği yerde turist gibi gözükmeyi, kıyafetiyle ilgi çekmeyi sevmiyor.
neyle seyahat ediyor
Eskiden bisikletti, sonra motosiklet oldu, şimdi bir karavan-minibüs aldı. ‘Bundan sonrasını siz düşünün’ diyor.
nerede kalıyor
Beş yıldızlı otellerden uzak durmaya çalışıyor. Basit, sakin, yerel hayata dahil olabileceği otelleri tercih ediyor.
kimle seyahat ediyor
Yeşil Bisiklet’in sahibi Gürsel Akay ve kızıyla.
çantasının olmazsa olmazları
Harita, Victorinox çakı takımı, fotoğraf makinesi, MP3 çaları ve ses kaydedicisi. Asla almadıkları ise ilaç vesaire.