Dünyanın en lüks treniyle Cape Town'a
Tanzanya’dan Güney Afrika’ya uzanan 5742 demiryolu hattında dünyanın en lüks treni sefer yapıyor. Orient Ekspres ruhunu yaşatan bu nostaljik tren parasına kıyan meraklı gezginleri 14 günde, aslanların, fillerin özgürce dolaştığı parkların içinden, dünyanın en yüksek şelalesinin kıyısından geçiriyor.
Demiryolları dünyamızı değiştiren en önemli araçlardan. Bugün internet nasıl yeni ufuklar sağlıyorsa, demiryolları da 19’uncu yüzyılda benzeri sonuçlar üretti. 1830’da Liverpool ile Manchester arasındaki ilk uzun hattın açılışı insanoğluna bambaşka bir geleceği müjdeliyordu. Demiryolu köyleri birleştirip kasaba, sonra kent yaptı. Yeni kentler yarattı. Edebiyatta, müzikte, sinemada derin izler bıraktı. Temmuzun ikinci yarısında 35 kişilik Türk gezgin grubuyla “Afrika’nın Gururu” adlı dünyanın en lüks treniyle arüsselam ile Cape Town arasındaki beş ülkeyi katettik. Tanzanya, Zambiya, Zimbabve, Botsvana ve Güney Afrika’yı neredeyse baştan sona geçtik. 14 günlük gezide UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki 3 yer görülüyor: Selous Ulusal Parkı, Victoria Şelalesi ve Batı ve Doğu Cape Bölgesi Flora Alanı. Buna isterseniz Cape Town açıklarındaki Robben Adası’nı dördüncü yer olarak ekleyebilirsiniz.
PARKTA TRENLİ SAFARİ
Gezi Tanzanya’nın Darüsselam (Dar es Salaam) kentinden başlıyor. Çinliler’in 1976’da tamamladığı Tazar kırmızı halıda şampanya ikramıyla karşılanıyoruz. Öğleden sonra Tanzanya’nın UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Selous Ulusal Parkı’ndan geçiyoruz. Kara raçlarının giremediği parkta tren yavaşlıyor. Dört saat seyir vagonundan doğal yaşamı gözlemliyoruz. Uzaktan zürafalar, Afrika mandası sürüleri görülüyor. Trendeki İngilizce ve Türkçe seminerlerde kıtayla ilgili pek çok ayrıntı anlatılıyor: Coğrafyası, tarihi, Büyük Rift Vadisi, kaşifler, güzergâhımızdaki ülkelerin durumu, sömürgeciler, elmas imparatorluğu, ulusal kurtuluş mücadeleleri, Apartheid, Nelson Mandela, Steve Biko...
VICTORIA ŞELALELERİ’NİN MUZİP SUAYGIRILARI
Üçüncü gün trenden çıkıp otobüsle 30 kilometre uzaklıktaki Chisimba Şelalesi’ne gidiyoruz. Beşinci gün Zambiya’nın başkenti Lusaka’dan geçmek üzereyken raydan çıkan trenin yolu kapadığı haberi geliyor. Macera başladı. Tamiratın bir gün süreceği söyleniyor. Oysa bizim o gün Victoria Şelalesi’nde olmamız lazım. Hemen çözüm üretip uçakla Lusaka’dan Victoria Falls’a uçuyoruz. Programa göre bir gece otelde konaklayacağız. Victoria Falls Hotel, 1904’te Victoria Köprüsü’nü yapan ekip için inşa edilmiş. Müthiş bir ambiyans. İngiliz sömürge mimarisi örneklerinden. Doğrudan Victoria Şelalesi Köprüsü’ne bakıyor. Uzaktan şelalelerin duman biçiminde yükselen serpintileri görülüyor. Kaşif Dr. Livingston’ın Victoria adını verdiği şelaleye yerliler Mosioa Tunya (Gürleyen Duman) diyor. UNESCO Listesi’ne de bu isimle girmiş. O gün akşamüzeri şelaleyi yaratan Zambezi Nehri’nde tekne gezisiyle güneşi atırıyoruz. Suaygırı sürüleri bize gösteri yapıyor sanki. Ağızları açık fotoğraflamaya çalışıyoruz, fakat açık yakalamak zor. Bu arada çok değişik kuş
ve timsahla karşılaşıyoruz.
TRENİMİZ OTELİN KAPISINA GELİYOR
Ertesi gün dört kilometrelik şelale parkurunda yürüyüşe çıkıyoruz. Gökkuşağı Seyir Terası’nın yanında “kadrolu görevli” gibi. Ana Şelale, Livingstone
Adası, Gökkuşağı Çavlanı, Victoria Köprüsü’nü görüyoruz. Gürleyen Duman, tek kaynaktan, en yüksekten (108 metre) akan, en geniş (1700 metre) şelale. Su nasıl bir güç, ne büyük bir yaşam kaynağı, bunu algılamak için en uygun yer Victoria... Bazı arkadaşlarımız helikopterle şelale turuna, kimileri aslanlarla el ele dolaşma gezilerine katılıyor. Akşamüzeri dağılan rayları aşan trenimiz otelimize geliyor. Tam kapının önüne. Otelden çıkıp, şampanya ve kırmızı halı eşliğinde trene biniyoruz. İnanmak zor! Botsvana‘ya girdikten bir süre sonra Francistown yakınlarında trenimiz duruyor. Bir sürpriz var: Kısa safari. Özel araçlarla gittiğimiz çiftlikte zürafaların yanı sıra “Capucino”yla tanışıyoruz. Hint kökenli hörgüçlü bu sığırların değeri damızlıklarda 100 bin doları buluyor. Çiftleştikçe para basıyor. Önündeki gıdısı kanda oksijeni ayarlıyor, derisi sıcakta serinleten, soğukta ısıtan,
sivrisinek kaçıran özelliğe sahip...
AFRİKA’NIN BEŞ BÜYÜĞÜ BİR ARADA
Dokuzuncu günün sabahı Botsvana’nın başkenti Gaborone’de indik ve iki günlüğüne trenimizi terk ettik. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde iki gece
kalacağımız Madikwe Hayvan Parkı’na gittik. Beş yıldızlı otele yerleştik. Dört kez safariye çıkacağız. Otelin önündeki gölet bile gözlem alanı. Buffalo, fil, babun maymunları, gergedan, farklı kuşlar, sürüngenler geliyor. Çok şanslıyız. İlk safaride aslan görüyoruz. Büyük bir kuduyu avlamış,
bir kısmını yemiş. Şiş göbeğiyle gerine gerine yatıyor. Pençesi avının üzerinde. Bizi umursamıyor. Ardından büyük bir Afrika mandası
sürüsü görüyoruz. İmpala, kudu, antilop, geyikler... Her yerdeler. Kuşlar da: bülbül, kanarya, şahin, kartal, iri gagalı “hornbill”, devekuşu,
ağaçkakan... Savannada değişik bitkiler, fillerin kırdığı ağaçlar arasında araçla dolaşırken bir de benekli sırtlan görüyoruz.
75 bin hektarlık Medikwe, Güney Afrika’nın beş büyük hayvan parkından biri. Sapa bir yerde olduğu için az geziliyor, doğallığını koruyor.
“Afrika’nın Beş Büyüğü”, yani fil, buffalo, gergedan, aslan ve leopar çok aramadan görülebiliyor.
ELMAS MADENİNDE
11’inci gün otobüslerle Zeerust’taki trenimize dönüyoruz. Yine kırmızı halı ve şampanyalarla karşılanıyoruz. Krugersdrop’a hareket ediyoruz. Ertesi
gün Centurion’da inip Pretoria’yı geziyoruz: Öncüler Anıtı, Kilise Caddesi, Kilise Meydanı, Çarşı, 1911-1931 yıllarında Yeni Delhi’yi inşa eden iki mimardan biri olan Herbert Baker’ın eseri Birlik Binası... Ardından Rovos Rail’in 240 dönümlük özel istasyonundaki tarihi lokomotif ve vagonları inceliyor, trenler hakkında bilgileniyoruz. 13’üncü gün ünlü elmas kenti Kimberley’e iki kilometre kala sağda Kamfers Dam’de pembe flamingoları
görüyoruz. Afrika’nın nadir sulak alanlarından biri bu. 23 bin flamingo yaşıyormuş. Uzaktan bakınca pembe ada gibi görünüyorlar. Ardından Kimberley’de
Büyük Çukur ile Müze’yi geziyoruz. Elmasın serüvenine tanık oluyoruz. 50 bin kişinin açtığı tarihi elmas madeni çukurunu fotoğraflıyoruz. Genişliği 463, derinliği 240 metreymiş bir zamanlar... 14,5 milyon karatlık (2,7 kg) elmas bulunmuş.
SON SÜRPRİZ
Son sabah trenimiz Matjiesfontein’e gelmeden duruyor. Köye doğru beş kilometrelik yürüyüşe katılmak isteyenleri indiriyor. Matjiesfontein,
Victoria Çağı’nın tarihi köyü. Girişimci Jimmy Logan otel, lokanta açıp köyü tanıtmış. “Bir Afrika Çiftliğinin Öyküsü” adlı kitabıyla üne kavuşan sosyal reformcu ve feminist Olive Schreiner de bir süre bu köyde yaşamış. Buradan William Gladstone, George Bernard Shaw’la yaptığı yazışmalar köyün adını dünyaya duyurmuş.
Artık dönüş yolundayız. Birdenbire her şey değişiyor. Dağlar, tepeler, ovalar başlıyor. Tabii uzun tüneller de. Bunlardan biri 13,5 kilometre...
Worcester’e geldiğimizde UNESCO Listesi’ndeki Doğu ve Batı Kap Bölgesi Flora Alanı da başlıyor. Müthiş güzel manzaralar. Her taraf yemyeşil.
Geniş bağlar, şaraphaneler. Ve Cape Town Garı... Trenden iniyoruz. Bu kez bizi trenin sahibi eşiyle karşılıyor. Hepimizin elini sıkıyorlar. Dışarıyı çıkıp bavullarımızın gelmesini, otobüslere konmasını beklerken, bir de ne görelim dünyanın en büyük işleyen tren koleksiyonu (7’si buharlı, 16 lokomotif ve 84 tarihi yolcu vagonu) sahibi, eşiyle bavullarımızı taşıyan personeline yardım ediyor. Yani “ubuntu” yapıyor... Bu yolculuk başından sonuna sürpriz dolu!..