GeriSeyahat Dünyadan dört sıcak tatil adresi
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Dünyadan dört sıcak tatil adresi

Dünyadan dört sıcak tatil adresi

Türkiye’nin kışa teslim olduğu şu günlerde Güney Yarımküre’de yazın en güneşli, sıcak günleri yaşanıyor. Kardan, kıştan bıktıysanız sıcak coğrafyalarda bir haftalık bir yolculukla özlediğiniz yazı yaşayabilir, boşalan akülerinizi doldurabilirsiniz.

SAYGON (VİETNAM)
Nehirde tekne turuna çıkın Ben Thanh’ta hayata karışın

Eskiden içinden geçen nehirle aynı adı taşıyan Saygon’un adı, daha sonra Fransız işgalini bitiren efsanevi liderin ismiyle değiştirilmiş. Ho Chi Minh, aslında Vietnam Komünist Partisi’nin kurucusu. 1946’dan öldüğü 1969’a kadar Demokratik Vietnam Cumhuriyeti’nin başkanı olmuş. Gerçek adı Ngyen Sinh Cung. Ho Chi Minh ise, lidere takılan adlardan sadece biri, kelime anlamı “ışığı getiren.”
Vietnam’ın kalbi, ekonomik ve kültürel başkenti olan bu şehre Fransızların taktığı isim ise Perle D’Orient, yani Doğu’nun İncisi. Ülkenin bu en büyük şehrinin resmi nüfusu altı, tahmin edileni ise sekiz milyon. Şehir adeta mobiletlerin istilasına uğramış. Otomobil pahalı olduğundan, her üç kişiden birinin motosiklet sahibi olduğu şehirde karşıdan karşıya geçmek yürek işi. Aynı anda yüz binlerce mobiletli sürekli kornalarına bastıkları araçlarıyla, şehrin sokaklarını istila edip, inanılmaz bir hava ve gürültü kirliliği yaratıyor.
O mobiletler neye yaramıyor ki. Bazen dört kişilik aile itiş tıkış pazar gezmesine çıkıyor, bazen de bir domuz seyahat ediyor mezbaha öncesinde...
Şehirde görülecekler arasında Fransız yadigarı Notre Dame (Meryem Ana) Katedrali ve hemen yanında da içinde Ho Chi Minh’in kocaman bir resminin olduğu postane binası var. Postanede okuma yazma bilmeyenler için arzuhalciler bulunuyor ve ücreti karşılığında kağıda döküyorlar cümleleri. Opera, Komite Binası, Birlik Sarayı, hediyelik eşyalar bulabileceğiniz Çin Mahallesi, şehrin turistik noktalarından.
Önündeki parkta halkın sabah ruh ve vücut sağlığı için Tai chi sporunu yaptığı Ben Thanh Pazarı ise geç saatlere kadar açık ve her türlü malın satıldığı bir yer. Ayrıca sokakta yapılan yemeği denemek isteyenler için de ideal bir mekan. Siz gene de makul bir restoran istiyorsanız, nehir manzaralı Caprice’i, Seasons Szechuan’ı ya da Sheraton Oteli’nin en üst katındaki Level 23’ü deneyin. Fiyatları merak ediyorsanız: Pırasa çorbası 6, biftek 20, somon 16 dolar.
Saygon Nehri’nde yemekli tekne turları da var. Ortalama gelirin ayda 50 dolar civarında olduğu ülkenin barlarında bira fiyatları beş dolar civarında. Şehrin en iyi kulüpleri Gossip, 119, Apocalypse Now ve Catwalk. Otellerin çoğunda casino mevcut. Sheraton, Renaissance Riverside, New World, Caravelle ve Legend şehrin iyi otellerinden. Metro olmayan şehirde taksiler çok ucuz ama şoförler taksimetre açma konusunda çok isteksiz.

AMERİKALILARIN SIĞMADIĞI CU CHI TÜNELLERİ

Tay Ninh yakınındaki Cu Chi Tünelleri’ni mutlaka görmelisiniz. Ben Duoc’taki bu tünellerin uzunluğu yaklaşık 200 kilometre ve Vietnam Savaşı esnasında, gerillalar tarafından Amerikalılara karşı kullanılmış. Kapadokya’daki yeraltı şehirlerini hatırlatan tüneller ufak tefek Vietnamlılar’a göre yapılmış, obez Amerikalılar geçememiş. Bir Amerikan tankının da bulunduğu bölgede gerillaların kullandığı inanılmaz bubi tuzaklarını da görüyorsunuz. Eğer meraklıysanız, gerçek silahlarla kurşun başına bir dolar vererek atış da yapabiliyorsunuz! Vietnam Savaşı esnasında 3 milyon 140 bin Amerikalı orduda görev almış. Bunların 58 bini hayatını kaybetmiş. Bugün Washington D.C.’de bulunan Vietnam’ın ‘V’si şeklindeki bu anıt savaşta ölenlerin anısına yapılmış. Savaşın ABD’ye resmi maliyeti 165 milyar dolar olmuş. Ekonomiye getirdiği yükün resmi rakamın en az iki katı olduğu söyleniyor.
Ölen ya da yaralanan toplam Vietnamlı sayısı tam dört milyon! Bu işten en kârlı Rusya ve Çin çıkmış. Savaşta Amerikalılara karşı Kuzey Vietnam’ı destekleyen iki ülke sadece silah yardımı yaptıkları için insan kayıpları sıfır. Bütün bunların sonunda ne mi oldu? Savaşta 3689 uçak, 4857 helikopter, 15 milyon ton cephane ve benzerini heba eden Amerika Vietnam’dan çıkınca, Kuzey Vietnamlılar Nisan 1975’te Vietnam’ı tamamen ele geçirdi.
İnsanların ait olduklarını hissettikleri dinin ibadet mekanında dini vecibelerini yerine getirmenin şart olduğuna inanmayanlardanım. Tanrı hissettiğiniz yerdedir felsefesinden yola çıkarak yaklaşık 600 bin kadar Çin kökenlinin yaşadığı China Town’daki (Çin Mahallesi) bir tapınakta tütsü yakıyorum. Barışın egemen olduğu bir dünyayla ilgili dileğim, duaların ve dumanların arasından gökyüzüne ulaşıyor. Fransız döneminden kalma bir kafede, bir fincan lezzetli Vietnam kahvesinin tadını çıkarıyorum. Etraf şubatın ilk haftasındaki Çin yılbaşısı dolayısıyla çiçek bahçesine dönmüş durumda. Bu yıl tavşan yılı olduğu için etraf tavşan şeklindeki hediyelik eşyalardan geçilmiyor. Renklere dalıp gitmişken düşünüyorum: Aslında Vietnam değişik kültürlerden taşıdığı izlerle sürprizleri çok bir ülke ve tüm güzelliklerini dış dünyaya açma çabası içinde...

ANGKOR (KAMBOÇYA)
Angkor Wat’ta gündoğumu başkadır

Son yıllarda, gezginlerin görülecek yerler listesinde baş sıralarda bulundurdukları Kamboçya geçmişte Kızıl Khmerler ’den ve diktatör Pol Pot’dan çok çekmiş. Burası öyle bir ülke ki nüfusunun beşte biri iç savaşta ölmüş. Kamboçya’daki en ilginç yer Angkor Wat. “Wat” Khmer dilinde tapınak anlamında kullanılıyor. Bangkok ’dan bir saatlik bir uçak yolculuğu sonucunda ulaşacağınız Siem Reap şehrinin yakınında bulunan Angkor’un etrafında 50 kadar tapınak var. Siem Reap’ta turizm yeni yeni gelişiyor ve şehrin ana caddesi yeniden inşa edilmiş otellerle dolu. Vietnam gibi Kamboçya’yı da uzun yıllar sömüren Fransızların ve Çin mimarisinin etkilerinin görüldüğü sokaklardaki insanlar sizi “Sour Sdey” (Merhaba) diye karşılıyor. Halkın yüzde 95’inin Theravada Budizmi’ne inanan Khmer’lerden oluştuğu Kamboçya, 13 milyon nüfuslu ve devletin başında kral bulunuyor.
UNESCO tarafından dünya kültürel mirası listesine alınan Angkor Wat, akıllara zarar bir kompleks. Khmer İmparatorluğu’nun eseri olan bu bölgeyi ve tapınakları gezmek için bir kaç gün rehberle dolaşmanız lazım. İnsanoğlu inancı için neyi var neyi yoksa seferber etmiş ve ortaya taşı şiire dönüştüren eserler çıkmış. Arkeolojik açıdan bakıldığında, Peru ’daki Machu Pichu, Mısır ’daki Piramitler ya da Hindistan’daki Tac Mahal kadar önemli olan Angkor tapınaklarının özelliği az bilinmesi ve turizmin olumsuz etkilerinden şimdilik mimimum seviyede etkilenmesi. Angkor, kutsal kent, başkent anlamında kullanılıyor. Aynı zamanda 9 ile 12. yüzyıllar arasındaki imparatorluğun adı. Angkor bir döneme askeri, ekonomik ve kültürel güç olarak damga vurmuş. Bölgede bu kadar çok tapınak varken tavsiyem Angkor Wat’ı muhakkak ziyaret etmeniz, vakit kalırsa diğerlerini gezmeniz.

DUVARLARI 2 BİN KABARTMA SÜSLÜYOR

Angkor Wat, bir Hindu tapınağı olarak 12’nci yüzyılda yapılmış. Bina, üç seviyeli ve beş kuleli bir şaheser. Tapınaklardan sadece biri ama en görkemlisi olduğundan tüm bu bölgeye genelde Angkor Wat deniyor. Yapıya uzaktan baktığınızda devasa bir kartpostal gibi. Yaklaştıkça da derinlikle beraber üçüncü boyut devreye giriyor. Etrafında 1500 ve 1300 metre uzunluğunda surlar bulunan bu 65 metrelik tapınağın duvarlarını cenneti, cehennemi ve mitolojik savaşları anlatan yaklaşık 2 bin kabartma süslüyor. Kabartmalarda Hindu mitolojisi söz konusu olsa da bu bölgedeki tüm tapınaklar gibi Angkor Wat da 14’üncü yüzyıldan itibaren bir Budist ibadet merkezi olmuş, o yüzden etrafta bol miktarda Buda heykeli ve Budist rahip göreceksiniz. Angkor tam bir panayır yeri gibi, atalarının inşa ettiği bu yerlere akınlar halinde gelen Kamboçyalıların kimi piknik yapıyor, kimi de alışveriş, yeni evlenenler ise üzerlerinde gelinlik ve smokin fotoğrafçılara poz veriyor. Sabah güneş doğuşunu seyretmek istiyorsanız, tapınağın önündeki havuzun arkasında durun, ilk ışıklarla birlikte hayaller alemini andıran bir yapı gözlerinizi kamaştıracak.
Ta Prohm: İndiana Jones filmleri gibi bir atmosfere sahip bu yapı ağaçlarla bütünleşmiş bir vaziyette. Duvarların, koridorların, kapıların arasından dev ağaçlar çıkıp, gerçeküstü bir resme sokuyorlar sizi. Harrison Ford hangi köşeden çıkacak diye bekliyorsunuz. Daldan dala atlayan papağanlar da Afrika ’nın balta girmemiş ormanlarını hatırlatıyor insana. Jayavarman VII isimli kralın annesi için yaptırdığı 13. yüzyıldan kalma bu manastır çok büyük ekonomik bir güce sahipmiş ve üç binin üzerinde köyün kontrolü manastırda çalışanlara aitmiş.

37 KULELİ BAYON

Bayon, Khmer sanat ve mimarisinin en güzel örneklerinden biri. 37 kule ve hemen hemen hepsinin dört yüzünde dev boyutlarda yüzler var. Buddha ya da Jayavarman VII isimli krala ait olduğu sanılan yüzün üzerindeki yüz çok etkileyici. Duvarlardaki kabartmalarda da savaştan, horoz dövüşüne, satrançtan doğuma kadar çok ilginç sahneler var. Etrafta turuncu kıyafetli Budist rahipler dolaşıyor, içeride mumlar yanıyor ve siz gördüklerinizin ne kadarı gerçek, ne kadarı hayal fark edemiyorsunuz.
Siem Reap ’ın hemen yakınında bulunan Sap Gölü ve başkent Phnom Penh de Kamboçya ’daki ilginç yerlerden ama Angkor Tapınakları insanın aklını öylesine başından alıyor ki, diğerleri üvey evlat muamelesi görüyorlar.

SYDNEY (AVUSTRALYA)
Yoldan çıkaran şehir

Sydney, benim gibi bir İstanbul aşığına alternatif olabilecek, her gördüğümde büyülendiğim, yoldan çıktığım tek şehir. Sydney, yavrularını keselerinde taşıyan kanguruların, uyuşturucu içeren okaliptus yaprakları yemekten kafayı bulmuş koalaların, devekuşundan sonra yaşayan en büyük kuşlar olan emuların, bumerangların ve trajik öykülü Aborjinlerin ülkesi, Avustralya’nın da gözbebeği. Aslında Avustralya’nın en önemli iki şehri Sydney ve Melbourne ama aralarındaki rekabeti ortadan kaldırmak için olsa gerek, Canberra’yı ülkenin başkenti yapmışlar!

PODYUM GİBİ PLAJ

Sdyney denince ilk akla gelen, kimilerinin zarif bir yelkenliye, bazılarının ise rahibeler grubuna benzettiği, tüm Sydney ve Avustralya resimlerinin olmazsa olmazı, opera binası. Kentin bağrına girinti ve çıkıntılarla sokulan körfezi sayesinde, sabah işe gitmeden önce evinizin önünden denize girebileceğiniz, sörf yapabileceğiniz bir şehir. Şehrin çok sayıdaki plajlarından en ünlüsü ise Bondi. Plaja gittiğinizde kendinizi mayo defilesinde gibi hissediyorsunuz. Deniz, kum, ortam ve etraftakiler çok güzel. Hiç sıkılmadan bütün günü geçirebilirsiniz. Yalnız güneşe dikkat edin. Avustralya ve Yeni Zelanda güneş ışıklarının en tehlikeli olduğu ülkelerden. Yüksek korumalı güneş kremi ve şapka olmadan ortalıkta dolaşmayın, mutluluğu şemsiye altında arayın.
Avustralya’ya gelen ilk Avrupalıların indiği Rocks ve Circular Quay restoranların, hafta sonu pazarların kurulduğu, kafelerinde güneşin tadını çıkaracağınız yerler. Darling Harbour adı gibi çok sevgili bir yer. Akvaryumdan alışveriş merkezine, en iyi balık restoranlarından Imax tiyatrosuna her şeyi bulabileceğiniz, güzel manzaralı bir liman. Circular Quay veya Darling Harbour aynı zamanda Sydney körfezi turları yapan teknelerin kalktığı yerler. Gözünüz yükseklerdeyse, her yılbaşı kutlamasına başrol oyunculuğu yapan Sydney Liman Köprüsü ’nün en tepesine çıkıp kabloların üzerinde yürüyebilirsiniz. (www.bridgeclimb.com)

DÜNYANIN YAŞAYAN EN BÜYÜK CANLISI

Avustralya’nın en yüksek kulesi olan 300 metrelik AMP Centrepoint Tower, gece hayatının ve alışverişin merkezi Oxford Caddesi, Hyde Park, botanik bahçeler, şık bir alışveriş merkezine dönüştürülen Queen Victoria binası bu dört milyonluk şehrin size sunduğu imkanlardan sadece bazıları. Sydney’in yanı başındaki The Blue Mountains, dağ havası almak isteyenler, trekking yapanlar için ideal. Uçakla gidebileceğiniz Cairns veya Port Douglas’dan ulaşabileceğiniz Büyük Mercan Kayalıkları ise 2 bin kilometre boyunca devam eden ve dünyanın yaşayan en büyük canlısı kabul edilen inanılmaz bir doğal güzellik.

CANAVARIN ADASI TAZMANYA

Tazmanya, adını 1642’de bu topraklara ayak basan ilk Avrupalı, Hollandalı denizci Abel Tasman’dan almış. Ana kara Avustralya gibi burası da önce azılı mahkumlar için cezaevi olarak kullanılmış. Bass geçidiyle ayrıldığı Avustralya’dan 200 kilometre uzakta olan, 500 bin nüfuslu Tazmanya, 70 bin kilometrekarelik yüzölçümünün neredeyse yarısına yakını koruma altında olan doğal bir cennet. Tazmanya’nın güneyinde Antartika’ya kadar, batısında da Afrika’ya kadar hiçbir kara parçası olmadığından iklimi aniden değişebiliyor. Bizdeki gibi Sibirya’dan değil ama güneyden dondurucu soğuk gelebiliyor, bazen de okyanusun ta öteki tarafından sıcak Afrika esintisi! İnsanlar Tazmanya’yı da canavarını da hayal ürünü zannediyor. Oysa ikisi de gerçek, en kötüsü ise çizgi filmlerin o meşhur canavarının çok sevimsiz oluşu: Domuzun ufağı, garip sesler çıkaran, stres altında kötü bir koku yayan, kemikleri çatır çutur parçalayan, simsiyah bir yaratık.
Tazmanya’nın başkenti Hobart, Avustralya’da Sydney’den sonra en eski ikinci şehir. Noel zamanı yapılan ve çok çetin şartlarda gerçekleşen Sydney Hobart yat yarışlarıyla gündemde olan şehir, Derwent Nehri kıyılarında, Wellington ve Nelson dağları eteklerinde hoş bir yerleşime sahip. Tarihi binaları, renkli ufak dükkanları ve lokantalarıyla Salamanca Market şehirde hoş vakit geçirilebilecek yerlerden biri.
Avustralya’daki en eski köprü olan Richmond, kanguruların, koalaların, Tazmanya canavarlarının bir arada bulunduğu Bonorong vahşi doğa parkı, Richmond hapishanesi, en eski katolik kilisesi St John’s Tazmanya’ya kadar gitmişken göreceğiniz diğer yerlerden.

HAVANA (KÜBA)
Dansı seven şeker adası

110 bin kilometrekarelik yüzölçümüyle, 11 milyon kişiye ev sahipliği yapan bu ülke, Kristof Kolomb’un günlüğünden dökülen satırlarla “Bir insan gözünün görebileceği en güzel yer.” Florida’dan sadece 180 kilometre uzaktaki adada sokaklar adeta renk cümbüşü, Avrupa’dan gelen göçmenlerin, Afrika’dan getirilen zenciler ve kızılderililerle karışmasından ortaya etnik bir mozaik çıkmış. Kübalılar sıcak ve konuşkan. Her an bir fincan kahve ya da bir kadeh rom ikram etmeye hazırlar. Müzik ve dans hayatın önemli parçası. Zaten Küba rumba, mambo, çaça ve salsanın doğduğu yer. Küçük kasabalarda bile “Casa de la Trova”lar yani dans kulüpleri var.
Etkileyici hatip, sıkı politikacı ve devrimci, Kübalıların tanımıyla “Lider Maximo” yani büyük lider Fidel artık 85’inde ama hâlâ dimdik ayakta. Fidel’in şehri Havana’da, 1982’de UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne kattığı Eski Havana’yı, 1777’de bitirilen ve Aziz Cristobal’e adanan katedralin bulunduğu Katedral Meydanı’nı, eski parlamento binası Capitolio’yu, eski başkanlık konutu olan ve 1959 devrimine kadar 22 başkan tarafından kullanılan Devrim Müzesi’ni muhakkak görün. Eski Amerikan arabalarının adeta açık hava müzesi olan Havana’da 56 model Chevrolet ile şehir turu yapın, şanınız yürüsün.
Küba’ya kadar gitmişken, purolarının tadına da bakabilirsiniz. Bugün piyasada 32 farklı çeşidi olan Küba purosunu ilkönce kızılderililer bulmuş, Kolomb’la beraber terapi amacıyla Avrupa’ya getirilmiş ama ilk içenler, puro şeytani etkiler yaratıyor diye hapsi boylamış!
Küba aslında pahalı bir ülke. En sıradan oteller 100 dolardan başlıyor. Kahvaltı 15 dolar, taksiyle 10 dakikalık yolculuk 5 dolar civarında. Bir Kübalının maaşı ise sadece 15 dolar! Havana’ya giderseniz Cafe del Oriente (Tel:8606686), El Patio (Tel:8671035), Mina Restoran (Tel:8620216) ve Ernest Hemingway’in meşhur ettiği Bodeguita del Medio yemek için tavsiye edeceğim yerlerden. Mojito, cuba libre, pina colada ve daiquiri denemeniz gereken içkilerden.
Beyzbolun milli spor olduğu, dünyanın üçüncü büyük şeker üreticisi Küba, büyük bir değişimin şafağında. Amerikan “Fast food”çular köşeleri kapmadan ve Fidel hâlâ ayaktayken gidin, seveceksiniz.

False