Son Güncelleme:
Dübe’den Kara Deniz Gölü’ne
Kaçkar geçişinin dördüncü gününde kuzey batı doğrultusundaki Dübe Yaylası’na doğru yola çıktık. Girdiğimiz vadide her yer çim, çiçek kaplıydı. Doğu Karadeniz’de temmuz - eylül arasına “çürük aylar” deniyordu. Ansızın yağmur bastırıyor, bazen günlerce sürüyordu.
Biz üçüncü günde henüz yağmurla karşılaşmamış, aksine neredeyse bulutsuz bir havada yolun yarısını geçmiştik. 3,5 kilometrelik patikayı yaklaşık bir saate yürüyüp, 2565 metrede irtifadaki Dübe’ye geldiğimizde, evlerin görüntüsü bizi şaşırttı. Taş duvarlar içindeki basık taş yapılar, evden çok savaş alanındaki siperleri andırıyordu. Şiddetli kıştan, fırtınalardan korunmak için bir dağ yamacına, basık yapılmıştı yaylanın evleri. Yol arkadaşlarım fotoğraf çekerken, çevrede hiçbir hayat belirtisinin bulunmadığı yaylada gezintiye çıktım. Bir kase yoğurt gözümde tütüyordu. Epeyce turladıktan sonra, diplerde bir evin kapısında yaşlı bir teyzeyle karşılaştım. Yaz boyunca yürüyüşçüler geçtiği için yabancılara alışıktı. Biraz sohbet ettik. Yaylada yoğurt ya da peynir satan var mı, diye sorunca içeri girdi, yassı bir tekerlek şeklinde, tütsülenmiş peynir getirdi. Bir dilim kesip vermesini beklerken, gazeteye sarıp, tümünü uzattı. Sonraki 15 dakikamız tutkulu bir tango gösterisi gibi geçti. Ben cebimden çıkardığım parayı teyzenin iskemlesine bırakıyordum, o parayı kapıp cebime sokuşturuyordu. Sonunda pes ettim, mahcup bir şekilde peyniri çantama koyup, defalarca teşekkür ettim, dönüp arkadaşlarımın arasına katıldım.
Karadeniz sahil şeridine paralel uzanan sarp Kaçkarlar’ın güneyiyle kuzeyini bağlayan iki koridordan biriydi Naletleme Geçidi. Dübe’den sonra 4,5 kilometrelik patikamız, bin metre yükselip bizi 3260 metreki geçide ulaştıracaktı. Bu kısacık yol bir türlü bitmek bilmedi. Eşyalarımızı taşıyan katırlar önden gitmişti. Birçok arkadaşımıza sırtlarındaki günlük çanta bile fazla gelmeye başlamıştı. Doğa sevgisiyle yollara düşen, astımlı bir yürüyüş arkadaşımın çantasını da yüklendim. Yer yer ayakkabımın battığı yumuşak zeminde rehberin peşine takılıp, kan ter içinde geçide vardım. Yola çıkalı 3,5 saat olmuştu.
Rehberimiz geçitte mezarı andıran alanı gösterip, hüzünlü bir öykü anlattı. Ayder tarafından iki aşık genç bir yaz günü ailelerinden kaçıp, Yusufeli üstünden farklı bir hayata adım atmak istemiş. Fakat bu geçitte yaz günü tipiye yakalanıp ölmüştü. Geçidin adı buradan geliyordu.
BULUTLARIN ŞAFAK ŞOVU
Kesif sis içinde çok dik bir patikadan indik. Katırların semerleri bu yokuşta koptuğu için Kolankıran adı takılmıştı yola. 3,5 kilometre daha yürüyüp, geniş bir çayıra vardığımızda, katırlarla karşılaştık. İki akşam Kara Deniz Gölü’nün altındaki bu düzlükte kalacaktık. Biraz kendimi topladığımda ilk fark ettiğim, yerdeki sarı zambaklardı. Çadırımı zambakların üstüne kurmamak için epeyce tur attıktan sonra anladım ki, tüm düzlük göz alabildiğine zambak kaplıydı. Ateş başında akşam yemeğimi yedim, hemen çadıra koşup uzandım. Çadırın kapısından göz alabildiğine sarı zambak görülüyordu.
Sabah şafak sökerken bir başka soluk kesen manzara, belki de tüm Kaçkar geçişinin en etkileyici anı bizi bekliyordu. Sis açılmış, yaklaşık 5 kilometre genişliğinde, aşağılara kadar onlarca kilometre uzanan dev bir vadi çıkmıştı ortaya. Biz bu vadinin başlangıcında, 2840 metrede, balkon gibi asılı duran bir düzlükteydik. Gün ışımaya başladığında aşağılarda beyaz bulutlar belirdi. Bulutlar, açılan baraj kapaklarından köpürerek fışkıran nehir sularını andırırcasına yavaş yavaş vadiyi doldurdu. Yükselip, balkonumuzun kenarına kadar geldi. İşte o anda çevredeki tepelere çarpan bulutlar dikkatimi çekti. Karadeniz’in hırçın dalgaları gibi tepelere çarpıyor, parça parça oluyor, kimi zaman helezon çizerek büyük bulut kitlesine katılıyordu. Zambaklarla dolu bir platoda sırt üstü yatıp, sadece bu anı yaşamak için dağları aşmaya değerdi.
Kahvaltıdan sonra küçük bir sırtın ardındaki Kara Deniz Gölü’ne gittik. Çevresindeki kar kümeleri tamamen erimemişti. Ama biz mayolarımızı giymiştik, yüzmeye kararlıydık. Önce ayağımı soktum suya. Üşümenin dayanılmaz ağrıya dönüşmesi sadece 20 saniye sürdü. Cesaretim kırılmıştı. Ya o anda atlayacaktım ya da vazgeçecektim. Bir kez daha bu fırsatı yakalayamayacağımı düşünüp, kendimi suya attım. Sonraki 90 saniye çok zor geçti. Üçüncü dakikada ısındım, suda sırt üstü yatıp gökyüzünü seyretmeye başladım. O anda anladım ki bu kadar soğuk suya girmenin özel bir tekniği vardı. Baş ve ayak parmaklarını suyun içinde tutmamak gerekiyordu. Vücudun diğer bölümleri kendini ısıtmayı başarıyordu. Yaklaşık 10 dakika sonra sudan çıktığımda vücudumdan adeta alev çıkıyordu. Ama müthiş rahatlamış, dinçleşmiştim.
MUHLAMA ÜSTÜ HAYAT DERSİ
Kara Deniz Gölü’nde meteor keyfini yaşayamadık. Bulutlar balkonumuza kadar çıkmış, yayla kesif bir sisle kaplanmıştı. Ertesi sabah yürüyüşün son günüydü. Katırlar, Yusufeli’ne dönmüş, biz sırt çantalarımızla başbaşa kalmıştık. Yüklenip yola düştük. 2300 metre irtifadaki Yukarı Kavrun Yaylası’na doğru indikçe bitki örtüsü gürleşiyor, çiçeklerin çeşitleri artıyordu. Yolda bir yayla evine uğrayıp soluklandık. Güleryüzlü köylü kadın ışık hızıyla bir sürahi ayran yapıp, hepimize ikram etti. Para teklifimizi ısrarla geri çevirdi. Ertesi gün şunu fark edecektim: Bu tok gözlülük, misafirperverlik dağlardan aşağı indikçe azalıyor, Ayder’de neredeyse kayboluyor, sahil şeridinde ise yerini kurnazlığa bırakıyordu. Küçük bir sahanda, ayaküstü hazırladığı muhlama için Hilton fiyatı isteyen köylüye, hesabı ödedikten bir süre sonra, sohbet arasında fiyatların neden bu kadar yüksek olduğunu sorduğumda aldığım cevap tuhaftı: “Turist para yemek için tatile çıkar. Bak ben tatile çıkıyor muyum, hep çalışıyorum!”
Aşağı Kavrun’a vardığımızda, İstanbullu yaylacıların kafe, restoran, pansiyon hizmeti verdiği kıl çadırda birer çay içtik. Çantaları traktörle gönderip, sekiz kilometre ilerideki Ayder’e yürüyerek indik. İyi ki yürümüşüz. Hayatımda ilk kez “Alice Harikalar Diyarında” türü çizgi romanlarda rastlanacak türde dev kırmızı üzerine beyaz puantiyeli mantarlarla karşılaştım. Tatlı tabağı büyüklüğündeki mantarların çok zehirli olduğu, bozulma aşamasında çok çirkin koku yaydığısöyleniyordu.
İki bin metreye indiğimizde başlayan orman, gittikçe sıklaştı. Suyu aşağılara indikçe gürleşen dereyi izleyen toprak yoldan Ayder’e vardığımızda gerçek bir doğa cennetiyle karşılaştık. Tepelerden çağlayanlar yaparak inen dereleri, mor dağ gülleri, gözalabildiğine uzanan ormanlarıyla tam bir harikalar diyarıydı. Gece kalacağımız iki katlı ahşap evin, sedirli odalarına eşyalarımızı bıraktık. Mayolarımızı kapıp Ayder Kaplıcası’nın yolunu tuttuk. Altı gün sonra banyoya kavuşacak, şehir hayatından vücudumuzda kalan son elektriği de burada bırakacaktık.
EŞYALARINIZI KATIR TAŞISIN SİZ ÇEVRENİN KEYFİNİ ÇIKARIN
Kaçkar geçişi yapan tur firmaları, yürüyüşçülerin eşyalarını ve kamp malzemelerini katırlarla taşıyor. Katılımcılar sadece anlık ihtiyaçları için yürüyüş çantası bulunduruyor. Turlarda yemek ücrete dahil. Artvin’e çadır götürmek istemiyorsanız, firmalar çift kişilik çadırda konaklama imkanı da sunuyor. Kaçkar geçişi turlarının tümü, isteğe bağlı olarak Kaçkar zirve tırmanışını içeriyor. Yanınıza almanız gereken malzemeler, rotalar, katılımcı izlenimleri dahil ayrıntılı bilgiyi firmaların web sitelerinde bulabilirsiniz. En kapsamlı bilgi, trans Kaçkar turlarını 18 yıl önce başlatan firmalardan Ogzala’nın web sitesinde: (www.ogzala.com)
Karadeniz sahil şeridine paralel uzanan sarp Kaçkarlar’ın güneyiyle kuzeyini bağlayan iki koridordan biriydi Naletleme Geçidi. Dübe’den sonra 4,5 kilometrelik patikamız, bin metre yükselip bizi 3260 metreki geçide ulaştıracaktı. Bu kısacık yol bir türlü bitmek bilmedi. Eşyalarımızı taşıyan katırlar önden gitmişti. Birçok arkadaşımıza sırtlarındaki günlük çanta bile fazla gelmeye başlamıştı. Doğa sevgisiyle yollara düşen, astımlı bir yürüyüş arkadaşımın çantasını da yüklendim. Yer yer ayakkabımın battığı yumuşak zeminde rehberin peşine takılıp, kan ter içinde geçide vardım. Yola çıkalı 3,5 saat olmuştu.
Rehberimiz geçitte mezarı andıran alanı gösterip, hüzünlü bir öykü anlattı. Ayder tarafından iki aşık genç bir yaz günü ailelerinden kaçıp, Yusufeli üstünden farklı bir hayata adım atmak istemiş. Fakat bu geçitte yaz günü tipiye yakalanıp ölmüştü. Geçidin adı buradan geliyordu.
BULUTLARIN ŞAFAK ŞOVU
Kesif sis içinde çok dik bir patikadan indik. Katırların semerleri bu yokuşta koptuğu için Kolankıran adı takılmıştı yola. 3,5 kilometre daha yürüyüp, geniş bir çayıra vardığımızda, katırlarla karşılaştık. İki akşam Kara Deniz Gölü’nün altındaki bu düzlükte kalacaktık. Biraz kendimi topladığımda ilk fark ettiğim, yerdeki sarı zambaklardı. Çadırımı zambakların üstüne kurmamak için epeyce tur attıktan sonra anladım ki, tüm düzlük göz alabildiğine zambak kaplıydı. Ateş başında akşam yemeğimi yedim, hemen çadıra koşup uzandım. Çadırın kapısından göz alabildiğine sarı zambak görülüyordu.
Sabah şafak sökerken bir başka soluk kesen manzara, belki de tüm Kaçkar geçişinin en etkileyici anı bizi bekliyordu. Sis açılmış, yaklaşık 5 kilometre genişliğinde, aşağılara kadar onlarca kilometre uzanan dev bir vadi çıkmıştı ortaya. Biz bu vadinin başlangıcında, 2840 metrede, balkon gibi asılı duran bir düzlükteydik. Gün ışımaya başladığında aşağılarda beyaz bulutlar belirdi. Bulutlar, açılan baraj kapaklarından köpürerek fışkıran nehir sularını andırırcasına yavaş yavaş vadiyi doldurdu. Yükselip, balkonumuzun kenarına kadar geldi. İşte o anda çevredeki tepelere çarpan bulutlar dikkatimi çekti. Karadeniz’in hırçın dalgaları gibi tepelere çarpıyor, parça parça oluyor, kimi zaman helezon çizerek büyük bulut kitlesine katılıyordu. Zambaklarla dolu bir platoda sırt üstü yatıp, sadece bu anı yaşamak için dağları aşmaya değerdi.
Kahvaltıdan sonra küçük bir sırtın ardındaki Kara Deniz Gölü’ne gittik. Çevresindeki kar kümeleri tamamen erimemişti. Ama biz mayolarımızı giymiştik, yüzmeye kararlıydık. Önce ayağımı soktum suya. Üşümenin dayanılmaz ağrıya dönüşmesi sadece 20 saniye sürdü. Cesaretim kırılmıştı. Ya o anda atlayacaktım ya da vazgeçecektim. Bir kez daha bu fırsatı yakalayamayacağımı düşünüp, kendimi suya attım. Sonraki 90 saniye çok zor geçti. Üçüncü dakikada ısındım, suda sırt üstü yatıp gökyüzünü seyretmeye başladım. O anda anladım ki bu kadar soğuk suya girmenin özel bir tekniği vardı. Baş ve ayak parmaklarını suyun içinde tutmamak gerekiyordu. Vücudun diğer bölümleri kendini ısıtmayı başarıyordu. Yaklaşık 10 dakika sonra sudan çıktığımda vücudumdan adeta alev çıkıyordu. Ama müthiş rahatlamış, dinçleşmiştim.
MUHLAMA ÜSTÜ HAYAT DERSİ
Kara Deniz Gölü’nde meteor keyfini yaşayamadık. Bulutlar balkonumuza kadar çıkmış, yayla kesif bir sisle kaplanmıştı. Ertesi sabah yürüyüşün son günüydü. Katırlar, Yusufeli’ne dönmüş, biz sırt çantalarımızla başbaşa kalmıştık. Yüklenip yola düştük. 2300 metre irtifadaki Yukarı Kavrun Yaylası’na doğru indikçe bitki örtüsü gürleşiyor, çiçeklerin çeşitleri artıyordu. Yolda bir yayla evine uğrayıp soluklandık. Güleryüzlü köylü kadın ışık hızıyla bir sürahi ayran yapıp, hepimize ikram etti. Para teklifimizi ısrarla geri çevirdi. Ertesi gün şunu fark edecektim: Bu tok gözlülük, misafirperverlik dağlardan aşağı indikçe azalıyor, Ayder’de neredeyse kayboluyor, sahil şeridinde ise yerini kurnazlığa bırakıyordu. Küçük bir sahanda, ayaküstü hazırladığı muhlama için Hilton fiyatı isteyen köylüye, hesabı ödedikten bir süre sonra, sohbet arasında fiyatların neden bu kadar yüksek olduğunu sorduğumda aldığım cevap tuhaftı: “Turist para yemek için tatile çıkar. Bak ben tatile çıkıyor muyum, hep çalışıyorum!”
Aşağı Kavrun’a vardığımızda, İstanbullu yaylacıların kafe, restoran, pansiyon hizmeti verdiği kıl çadırda birer çay içtik. Çantaları traktörle gönderip, sekiz kilometre ilerideki Ayder’e yürüyerek indik. İyi ki yürümüşüz. Hayatımda ilk kez “Alice Harikalar Diyarında” türü çizgi romanlarda rastlanacak türde dev kırmızı üzerine beyaz puantiyeli mantarlarla karşılaştım. Tatlı tabağı büyüklüğündeki mantarların çok zehirli olduğu, bozulma aşamasında çok çirkin koku yaydığısöyleniyordu.
İki bin metreye indiğimizde başlayan orman, gittikçe sıklaştı. Suyu aşağılara indikçe gürleşen dereyi izleyen toprak yoldan Ayder’e vardığımızda gerçek bir doğa cennetiyle karşılaştık. Tepelerden çağlayanlar yaparak inen dereleri, mor dağ gülleri, gözalabildiğine uzanan ormanlarıyla tam bir harikalar diyarıydı. Gece kalacağımız iki katlı ahşap evin, sedirli odalarına eşyalarımızı bıraktık. Mayolarımızı kapıp Ayder Kaplıcası’nın yolunu tuttuk. Altı gün sonra banyoya kavuşacak, şehir hayatından vücudumuzda kalan son elektriği de burada bırakacaktık.
EŞYALARINIZI KATIR TAŞISIN SİZ ÇEVRENİN KEYFİNİ ÇIKARIN
Kaçkar geçişi yapan tur firmaları, yürüyüşçülerin eşyalarını ve kamp malzemelerini katırlarla taşıyor. Katılımcılar sadece anlık ihtiyaçları için yürüyüş çantası bulunduruyor. Turlarda yemek ücrete dahil. Artvin’e çadır götürmek istemiyorsanız, firmalar çift kişilik çadırda konaklama imkanı da sunuyor. Kaçkar geçişi turlarının tümü, isteğe bağlı olarak Kaçkar zirve tırmanışını içeriyor. Yanınıza almanız gereken malzemeler, rotalar, katılımcı izlenimleri dahil ayrıntılı bilgiyi firmaların web sitelerinde bulabilirsiniz. En kapsamlı bilgi, trans Kaçkar turlarını 18 yıl önce başlatan firmalardan Ogzala’nın web sitesinde: (www.ogzala.com)