Paylaş
Bir kadının potansiyeline ulaşabilmesi için, ekonomik bağımsızlığı (tek taşımı kendim aldım) ve kendine ait bir alanı olması gerekirdi.
Çağlar boyu eğitimden ve toplumsal hayattan uzak tutulmaları, onları finansal olarak erkeklere bağımlı hale getirmişti.
Ayrıca seslerini duyuracak, fikirlerini söyleyecek yasal güçleri de olmamıştı.
Halbuki bir kadının yazabilmesi için, bağımsız olması şarttı.
Woolf, bunu 1929’da yazdı. Neredeyse 100 yıl önce.
Bugün ülkemde, kadınların bırak eğitim ve yaşam alanı, kendine ait bir nefesi bile kalmaması beni çok üzüyor.
Duyduğumuz hikayeler uzak diyarların acı dolu hikayeleri değil, yanı başımızda.
Yanı başımızda ölüyor küçük Narin’ler ve gencecik kızlar.
Sanki eski çağların kurban verilen ilkel törenlerinde ve törelerindeyiz.
Bütün kadınlar ve anneler tedirginiz.
Sokaklar böyleyse, ücra köyler böyleyse, bunlar kabul edilip geçilen şeylerse, nasıl büyüteceğiz burada çocuklarımızı, kızlarımızı, nasıl güvenle var olacağız diyoruz.
Soruyoruz, ama kime bu soru?
Boğazımızda düğüm gibi bir soru.
Biz, kadınların hür ve güçlü oldukları bir toplumun hayalini kuranlar, kendilerini güvende hissettikleri şehirlere gıpta edenler, kız çocuklarının muhakkak eğitim görmesini isteyenler, kadının toplumun en büyük dönüştürücüsü olduğunu bilenler, kadın cinayetleri bitsin diyenler sesimizi nasıl duyulur hale getireceğiz?
Belki de bazen bir gazetenin köşesine bunları yazarak, belki bazen şarkılarda haydi kızlar siz çok güçlüsünüz diyerek, belki bazen birbirimizin yanında olup, başarılarımızı alkışlayarak, belki bazen ihtiyacı olana el uzatarak, omuz vererek, kalbi açarak... Ablalık ederek, annelik ederek, arkadaşlık ederek...
Bazen de bugünkü gibi Ayşenur ve İkbal’in yasını tutarak, isyan ederek.
Kendine ait bir oda, yüz yıl sonra kendine ait bir nefese kadar küçülmesin diyerek.
Paylaş