Ersin KALKAN
Son Güncelleme:
Çin uygarlığının doğduğu yere yolculuk
Yıllardır her yılbaşı, "bu yıl içinde mutlaka Çin’e gitmeliyim" diye düşünmüş, niyetlenmiş ve kendime vaatlerde bulunmuştum. Bir türlü kısmet olmadı. Hiç bilmediğim, bir kerecik bile görmediğim Sarı Nehir hakkında bir hikaye bile yazmış, Yangze Irmağı üzerine hayallere dalmıştım. Uzun yıllardır yasaklı olan bu bölge Çin kültürünün ve tarihinin ana rahmiydi. Ve ben bu vadiyi çok ama çok merak ediyordum. Bugüne kadar, oradan beni ilgilendirecek bir haber de çıkmamıştı. Önceleri, başka ülkelere yaptığım gibi kendi başıma çekip gideyim diye düşündüm. Ancak, birkaç yıl önce dış dünyaya açılan söz konusu bölgeye bireysel gezi yapılamıyor, bir acente aracılığıyla gidilebiliyordu.
2006’nın Kasım’ında internette sörf yaptığım bir anda google’a "Yangze’ye yolculuk" başlığını not düşüp çıkacak hitleri bekledim. Kısa bir taramadan sonra aradığımı buldum. Turkosmos adındaki bir seyahat acentesi, yeni yıl ve bayram programına Çin’i almış ve güzergahına Yangze Nehri’ni de koymuştu. Türkiye’den bu bölgeye gezi yapan iki seyahat acentesinden biri olan Turkosmos, 27 yıllık geçmişi olan, kültür turları konusunda deneyimli, güvenilir bir acenteydi. 29 Aralık’ta başlayacak olan yolculuk tam 14 gün sürecekti. Gözümü karartıp karar verdim.
Bu yolculuğa çıkmadan önce, Çin üzerine yazılmış çok sayıda kitap okudum. Fakat, itiraf edeyim ki, bu yolculuğu tamamladığımda bu muazzam ülke hakkında hiç ama hiçbir şey bilmediğimi anladım. Yolculuğun bir noktasında günlerdir Yangze Nehri’nde dolaşan gemimiz bir gece yarısı sakin bir limana demir atmıştı. Yıldızlı gökyüzünün altında sakin sulara bakıp düşünüyordum. Çinlilerin, "Ancak durgun su, yıldızları yansıtır" diye bir sözü vardır. Öyle bir geceydi yani. İşte o anda Çin hakkında, bölgenin ve dünyanın tarihi, hayatın sırları, insanlığın serüveni hakkında çok az bilgiye sahip olduğumu fark ettim. İnanmayacaksınız belki ama o gece, ansızın cahilliğimin ayırdına varmam beni son derece mutlu etti. Demek ki öğreniyordum... Ertesi sabah, rehberimiz Osman Takaoğlu’na gece düşündüklerimi anlatıp, "Dünya derin bir kuyu, dibini bulmak imkansız" dedim. O da Çinlilerin bir atasözüyle cevapladı bu sayıklamalarımı: "Derin olan kuyu değil kısa olan iptir..."
Dünyada uygarlıkların doğum yeri olarak kabul edilen üç bölge var. İnsanlığın göçebe toplumdan yerleşik hayata geçerek ilk kentleri kurduğu bilinen Pakistan’daki Indüs Vadisi, Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki Mezopotamya ve Sarı Nehir ile Yangze Irmağı arasında bulunan Çin Uygarlığı. Batı merkezli tarih felsefesi aksini söylese de aslında hiçbiri diğerinden üstün değil. Geçmişi binlerce yıl öncesine uzanan Çin uygarlığı yaklaşık 4 bin yıllık kayıtlı geçmişe sahip. Araştırmacılar Pekin’in güneybatısında 400 bin yıl önce yaşadığı anlaşılan Pekin Adamı’nı buldular. Ayakları üstünde yürüyen, basit aletler kullanan, ateşi nasıl yakacağını bilen Pekin Adamı’nın, sıkı bir tarih kurma serüveni iseMÖ 2100 yıllarında başlamış ve ilk Çin hanedanlığı kurulmuş. Tarih boyunca ipek, barut, pusula, porselen, çini, şeker, kağıt gibi insanlık için kıymetli keşifleri yapan ve tüm sırları elinde tutan büyük Çin Uygarlığı Batılı sömürgecilerin her daim iştahını kabartmış bir bölge.
ÇİN MUTFAĞI MEVZUU
Sekiz buçuk saatlik uçak yolculuğundan sonra yerel saatle 15.00 civarında Pekin’e (Onların deyimiyle Beijing’e) indik. Beijing Çince’de "kuzeyin başkenti, kuzeyin yıldızı, kuzeydeki kent" anlamına geliyor. Pekin ismini Fransız sömürgecileri döneminde yabancı tüccarlar kullandığından Çinliler bu isme ifrit oluyor. Bence de haklılar ama Beijing’i kullanmak kafa karıştıracağı için bu yazıda zorunlu olarak Pekin demeye devam edeceğiz.
Sıcaklığın eksi 5 derecelere kadar düştüğü şehirde her yer karla kaplıydı. İlk akşam yemeği için zarif bir lokantaya gittik. Hazır yeri gelmişken size herkesin üzerine türlü çeşit yorumlar yaptığı şu meşhur Çin mutfağı hakkındaki izlenimlerimi toptan nakletmek ve bu mevzuyu bir kalemde kapatmak istiyorum: Dünyanın belli başlı metropollerinde Çin yemeklerini afiyetle gövdeye indiren bendeniz bu mutfağın tutkunlarından biriyim. Bu acayip ve karmaşık mutfak hakkında iki tevatür dolaşıp durur. Biri yılanlar, çıyanlarla ilgili diğeri de çubuklarla...
Çinlilerin ne bulurlarsa yedikleri doğru. Ama Osmanlı’dan yaklaşık 1400 yıl önce büyük bir imparatorluk ve görkemli bir kültür oluşturmuş olan Çinlilerin mutfak kültürleri böcek, yılan, çıyan gibi sözümona aşağılamalarlageçiştirilemeyecek kadar zengin ve olağanüstü. Yemeği bir şölen gibi yaşayan Çinlilerin, "yemeklerle beslenmek ilaçlarla beslenmekten evladır" diye bir atasözü var. Düğünlerde, bayramlarda, doğum günlerinde, cenazelerde, baharı karşılarken, sonbaharda ayrı yemekler yiyorlar. Yemekte çift rakamların uğur getirdiğine inanılıyor. Tavuk, ördek, kırmızı et, sebze ve mutlaka balık. Balık, ailenin zengin olduğunu ve "fazlası var" demek istediğini gösteriyor. Yemeklerin yanında ya da üstünde çoğunlukla türlü çeşit soslar bulunuyor.
Fakat, kahvaltıları bence biraz sorunlu. Bizim için sabah kahvaltılarının vazgeçilmezleri olan zeytin, domates, peynir, tereyağı, bal ve reçel gibi yiyecekleri Çinlilere sabah sabah yedirmek mümkün değil. Kendileri yemedikleri gibi misafirlerine de ikram etmiyorlar. Tabii biraz ayıp ediyorlar. Kahvaltıda yaprak ciğer yiyen bizim Adanalılar ve sabahın köründe mumbar gibi ağır yemeği gövdeye indiren Siirtliler, Çin kahvaltısına pek yabancılık çekmezler. Çünkü onlarda da günün bu vaktinde, muz ve nilüfer çiçeği yapraklarına sarılarak haşlanmış et yiyorlar. İçine karides ve kıyma konulan atıştırmalıkları da ikram ediyorlar. Buharda pişirilmiş içli çörek, bol yağda kızarmış hamur ve unla yapılmış çeşitli yiyecekler de sunuyorlar. Çay mevzuunda da biraz kusurlu davranıyorlar! Onlarda, envai çeşit çay bulunuyor ama bizim siyah çayımızdan yok.
TEKİN BİR ŞEHİR: PEKİN
Şu Çinliler ne yaparlarsa kendilerine yapıyorlar. Yabancılara pek dokunmuyorlar. Özellikle Pekin’de yabancıya yönelik suçlar çok az. Çünkü cezası misli misli ağır. Bu yasa, biraz da töreden kaynaklanıyor. Çinliler, bir muhite gelmiş misafire yapılan haksızlığı tüm topluma karşı yapılmış kabul ediyorlar. Geçmişlerinde yabancılardan çok çekmiş olan bu muazzam insanlar yine de, hiç tanımadıkları misafirlerine sevgi ve saygıyla yaklaşıyorlar. Çinlilerin, "Kalbinde yeşil bir dal bulundurursan şakıyan kuşlar gelir" diye bir sözleri var.
Pekin’deki ilk durağımız Tiananmen Meydanı. Burası dünyanın en büyük meydanı. 44 hektarlık bir alanı kapsıyor ve yaklaşık bir buçuk milyon insanı alabilecek genişlikte. Meydanın adı tian, an ve men olarak üç karakterden oluşuyor. "Tian" cennet, "an" huzur, "men" ise kapı anlamına geliyor. Topyekün çevirisi ise "huzurlu cennetin kapısı." Dikdörtgen şeklindeki bu dev meydanın kuzey kenarı Yasak Şehre, yani imparatorların sarayına açılıyor. Batısında Mao’nun mozolesi var. Doğusunda bulunan müzenin önünde ise bir dijital gösterge bulunuyor. Geriye doğru işleyen bu dijital saat, 2008 olimpiyatlarına kaç yıl, kaç gün, kaç saat ve dakika kaldığını gösteriyor.
Ben bu meydana, 1989’daki o korkunç olaylardan sonra bir daha asla ısınamadım. Hani özgürlük isteyen insanların üzerinden tanklarla geçildiği, yüzlerce gencin kurşunlanarak katledildiği o korkunç olaylardan söz ediyorum. Her esen rüzgar, o cesur insanların meydanın granitlerine sinmiş çığlıklarını önüne katıp kulaklarımıza taşıyor.
Aralıklarla yağan kara ve sıfırın çok altlarında seyreden soğuğa rağmen Mao’nun mozolesinin bulunduğu binanın önünde yüzlerce kişilik bir kuyruk var. Fotoğraf çekmek yasak ama ben yine de siz göresiniz diye, iki arada bir derede merdivenlere doğru uzanan bu kuyruğu görüntülemeyi beceriyorum. Gençler krizantem çiçekleri bırakıyor Mao’nun mumyasının bulunduğu mozolenin önüne.
ZALİMİN TAŞ ASKERLERİ
Pekin’den Xian’a yani Türkçe söyleyişiyle Şian’a bir saat uçuşla ulaşılıyor. Burası Çin’in bir başka uygarlık alanı. Meşhur Terra Cotta Savaşçıları’nın merkezi. Bu şehir aynı zamanda yüzyıllar boyu imparatorluğa başkentlik yapmış, tam anlamıyla bir Çin efsanesi. Günümüzde Shaanxi Eyaleti’nin başkenti. Yarı nemli bir muson iklimine sahip ama kışları çok soğuk oluyor. Şehir, asırlar içinde oluşturduğu kültürel derinlikten dolayı farklı dönemlere ait binlerce arkeolojik eseri bünyesinde barındırıyor. Bunların en büyüğü ise Terra Cotta askerlerinin kalıntıları.
Toprak altından çıkarılan binlerce asker heykelini mutlaka belgesellerde izlemiş ya da bir yerlerde fotoğraflarını görmüşsünüzdür. Dünyanın, bu yeraltı heykel ordusundan 1974’e kadar haberi yoktu. Xi Yang köyündeki bir çiftçi ailesi bir sabah su kuyusu açmak için tarlalarını kazdıklarında tesadüfen ortaya çıktılar. Önce birkaç parça olduğu sanıldı ama kazı genişletilince ortaya muazzam bir olay çıktı. Yüzlerce asker, savaş arabası ve at heykelleri vardı toprağın altında. Terra Cotta’dan yani pişmiş topraktan yapılan bu heykellerin sayısının 10 bin civarında olduğu önesürülüyor, şu ana kadar 500’ü açığa çıkarılmış.
UZUNLUĞU KIYILARIMIZ KADAR
Otobüsle bir buçuk saat yol aldıktan sonra Çin Seddi’nin sınırları içine girdik. Aslında Çin Seddi’nin uzunluğu konusunda hem Çin’de hem de dünyada ortaya atılmış farklı rakamlar var. Yüzyıllar içinde yapılan bu büyük kale, zamanla tahribata uğramış ve yer yer yıkılmış. Şu andaki uzunluğunun 7300 kilometre olduğu öne sürülüyor. Eklerle birlikte tam uzunluğunun 10 bin kilometreye ulaştığı iddia ediliyor. Türkiye’nin kıyılarının uzunluğunun 8333 kilometre olduğunu düşünürsek, bu kalenin boydan boya tüm kıyılarımızı kaplayacak uzunlukta olduğunu anlarız. Gittiğimizde Çin Seddi de yer yer buz tutmuş olduğundan surların üzerinde fazla yol alamadık. Aşağıdakiler çıkmak için, çıkanlar ise inmek için bir hayli efor sarf etmek zorunda kalıyordu. Kayarak üstüme devrilen sekiz on kişiyi aştıktan sonra bir noktaya kadar gelebildim.
YASAK ŞEHRİN 8886 ODALI SARAYI
Pekin’deki Yasak Şehir, Çin inancına göre Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi, hatta yarısı sayılan imparatorların evi. 720 bin metrekare alanda kurulmuş. Sarayda 8886 oda var. Tıpkı Topkapı Sarayı’nda olduğu gibi her imparator kendi adına bir bölüm eklemiş. İmparator ailesinden başka kimse giremediği için adına Yasak Şehir denmiş. Sarayın etrafı altı metre derinliğinde hendekler ve 10 metre yükseklikteki duvarlarla çevrili. Kubilay Han, Pekin’i kuşattığında ahaliye üç gün içinde teslim olurlarsa kente dokunmayacağını ilan ediyor. Ama Pekinliler direniyor ve yeniliyor. Kubilay Han, Pekin’i aldıktan sonra kenti yerle bir ediyor. Ve "artık buradayım, gitmiyorum" diyor. "Unutmayın, gelenler korkmayanlardır. Korkanlar zaten gelmediler" diyerek tüm Yasak Şehir’in yıkılmasını emrediyor. Yıkımın ardından yeni bir proje çizdirerek, aynı yerde muazzam bir saray yaptırıyor. Bu saray, daha sonra Afyon Savaşı döneminde, istilacı Batılı güçler tarafından bir kez daha yıkılıyor. Yeniden yapılıyor. Mao döneminde, müzeye dönüştürülerek halka açılıyor. Restorasyon çalışmaları iki yıl içinde tamamlanacak ve tamamen yeni bir Yasak Şehir ortaya çıkacak.
UYGARLIĞIN EN ZARİF ESERİ
Çin Uygarlığı’nın en zarif eseri Yazlık Saray’da da yer yer restorasyonlar sürüyor. Ülkenin Yasak Şehir ve Çin Seddi’nden sonra en yoğun turist çeken destinasyonu burası. 290 hektar alana kurulmuş. Yapımına 1750’de başlanmış. 19. yüzyılda Qing Hanedanı’nın efsanevi imparatoriçesi Zi Xi’nin izlerini sarayın her yanında görmek mümkün. Ziyaretimiz sırasında, saray arazisinin yüzde 75’ini oluşturan göl donmuştu ve çok güzel bir manzara vardı.
Yangze Irmağı’ndaüç gün üç gece
Chonqgink’de Yangze Irmağı’nda bizi bekleyen gemiye transfer oluyoruz. Victoria Cruises adındaki yolcu gemisi tambir beş yıldızlı otel ayarında. Gecenin ilk yıldızlarıyla birlikte yola çıkıyor. Üç gün üç gece sürecek serüven başlıyor. Turkosmos seyahat acentesi, nehir yolculukları konusunda uzman belli başlı firmalardan biri; birçok Fransız, İtalyan, İngiliz ve Kanadalı tur şirketi nehir yolculuğunu tercih eden müşterilerini Turkosmos’a transfer ediyor (Daha ayrıntılı bilgi almak için, acentenin telefon numaraları olan 0212 219 36 50 - 0216 464 46 71’e ya da www.turkosmos.com adresine başvurabilirsiniz). Firmanın rehberleri Nil, Amazon, Ganj, Sarı Nehir ve Yangze gibi önemli ırmaklar hakkında engin bir bilgi birikimine sahip. Yemekten sonra kaptan grupları toplantı odasına alarak, Yangze Irmağı ve çevresini yarım saat kadar anlattı. Kaptandan sonra toplantı salonunda kalan bizim gruba rehberimiz Osman Takaoğlu, nehir hakkında yaklaşık bir buçuk saat kadar ayrıntılı bilgi verdi. Çıkışta gemi kaptanı Takaoğlu’na, "Yahu bu kadar uzun bir zaman yolculara ne anlattın" diye soru yöneltince Takaoğlu, "Siz resmi tarih hakkında bilgi verdiğiniz için kısa kestiniz. Ben daha objektif bir tarihten söz ettiğimden uzun sürdü" dedi.
Yangze Irmağı’nda çok yere uğradık ama beni en çok Üç Boğazlar ve Hayalet Şehir çarptı. Nehrin önemli menbalarının bulunduğu ve daralarak derin kanyonlara açılan üç boğaz var. Bizim gemi büyük olduğundan bu boğazlara giremiyor. Belirli bir noktaya geldiğimizde Victoria Cruises’den inerek bizimkinin yarısı ebadında başka bir gemiye geçtik. Bir saatlik yolcuktan sonra kanyon daha fazla daralmaya ve dikleşmeye başladı. Bu sefer başka bir iskelede durup çok sayıda geleneksel küçük tekneye binerek boğazların derinliklerine doğru yol aldık. Ormanlarla kaplı kanyonlarda binlerce maymun daldan dala zıplayarak bizi karşıladı. Çin hükümeti, nesli tükenmeye yüz tutmuş Yangze maymunlarının yaşadığı bu bölgeyi milli park ilan etmiş. Ağaç kesenler 12 yıl hapisle cezalandırılıyor. Bu yüzden, Üç Boğazlar bölgesi klasik Çin suluboya resimlerinde olduğu gibi, binlerce yıl öncesinin fotoğraflarını veriyor bize.
Hayaletler Şehri ise bir tapınaklar külliyesi. Geçmişi 1600 yıl öncesine kadar uzanıyor. Yirmiden fazla tapınaktaki ana tema ölümden sonraki hayat. Daha doğrusu cehennem. İbadet yerleri, öteki dünyada günahkarların nasıl cezalandırılacağına dair yüzlerce tasvir ve heykelle dolu. Bu tapınağın bir kısmı Üç Vadi Barajı’nın suları altında kalmış. Ama Çinliler, sular yükselmeden önce dört yıl çalışarak tapınağı parça parça söküp tepeye taşımışlar. Hasankeyf’i gözden çıkaranlara duyurulur...
Nehirdeki yolculuğumuzun son iskelesi, resmi kayıtlara göre 25 milyar dolar harcanarak inşa edilen Üç Vadi Barajı. Dünyanın en büyük barajı olduğu kabul ediliyor.
Bu yolculuğa çıkmadan önce, Çin üzerine yazılmış çok sayıda kitap okudum. Fakat, itiraf edeyim ki, bu yolculuğu tamamladığımda bu muazzam ülke hakkında hiç ama hiçbir şey bilmediğimi anladım. Yolculuğun bir noktasında günlerdir Yangze Nehri’nde dolaşan gemimiz bir gece yarısı sakin bir limana demir atmıştı. Yıldızlı gökyüzünün altında sakin sulara bakıp düşünüyordum. Çinlilerin, "Ancak durgun su, yıldızları yansıtır" diye bir sözü vardır. Öyle bir geceydi yani. İşte o anda Çin hakkında, bölgenin ve dünyanın tarihi, hayatın sırları, insanlığın serüveni hakkında çok az bilgiye sahip olduğumu fark ettim. İnanmayacaksınız belki ama o gece, ansızın cahilliğimin ayırdına varmam beni son derece mutlu etti. Demek ki öğreniyordum... Ertesi sabah, rehberimiz Osman Takaoğlu’na gece düşündüklerimi anlatıp, "Dünya derin bir kuyu, dibini bulmak imkansız" dedim. O da Çinlilerin bir atasözüyle cevapladı bu sayıklamalarımı: "Derin olan kuyu değil kısa olan iptir..."
Dünyada uygarlıkların doğum yeri olarak kabul edilen üç bölge var. İnsanlığın göçebe toplumdan yerleşik hayata geçerek ilk kentleri kurduğu bilinen Pakistan’daki Indüs Vadisi, Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki Mezopotamya ve Sarı Nehir ile Yangze Irmağı arasında bulunan Çin Uygarlığı. Batı merkezli tarih felsefesi aksini söylese de aslında hiçbiri diğerinden üstün değil. Geçmişi binlerce yıl öncesine uzanan Çin uygarlığı yaklaşık 4 bin yıllık kayıtlı geçmişe sahip. Araştırmacılar Pekin’in güneybatısında 400 bin yıl önce yaşadığı anlaşılan Pekin Adamı’nı buldular. Ayakları üstünde yürüyen, basit aletler kullanan, ateşi nasıl yakacağını bilen Pekin Adamı’nın, sıkı bir tarih kurma serüveni iseMÖ 2100 yıllarında başlamış ve ilk Çin hanedanlığı kurulmuş. Tarih boyunca ipek, barut, pusula, porselen, çini, şeker, kağıt gibi insanlık için kıymetli keşifleri yapan ve tüm sırları elinde tutan büyük Çin Uygarlığı Batılı sömürgecilerin her daim iştahını kabartmış bir bölge.
ÇİN MUTFAĞI MEVZUU
Sekiz buçuk saatlik uçak yolculuğundan sonra yerel saatle 15.00 civarında Pekin’e (Onların deyimiyle Beijing’e) indik. Beijing Çince’de "kuzeyin başkenti, kuzeyin yıldızı, kuzeydeki kent" anlamına geliyor. Pekin ismini Fransız sömürgecileri döneminde yabancı tüccarlar kullandığından Çinliler bu isme ifrit oluyor. Bence de haklılar ama Beijing’i kullanmak kafa karıştıracağı için bu yazıda zorunlu olarak Pekin demeye devam edeceğiz.
Sıcaklığın eksi 5 derecelere kadar düştüğü şehirde her yer karla kaplıydı. İlk akşam yemeği için zarif bir lokantaya gittik. Hazır yeri gelmişken size herkesin üzerine türlü çeşit yorumlar yaptığı şu meşhur Çin mutfağı hakkındaki izlenimlerimi toptan nakletmek ve bu mevzuyu bir kalemde kapatmak istiyorum: Dünyanın belli başlı metropollerinde Çin yemeklerini afiyetle gövdeye indiren bendeniz bu mutfağın tutkunlarından biriyim. Bu acayip ve karmaşık mutfak hakkında iki tevatür dolaşıp durur. Biri yılanlar, çıyanlarla ilgili diğeri de çubuklarla...
Çinlilerin ne bulurlarsa yedikleri doğru. Ama Osmanlı’dan yaklaşık 1400 yıl önce büyük bir imparatorluk ve görkemli bir kültür oluşturmuş olan Çinlilerin mutfak kültürleri böcek, yılan, çıyan gibi sözümona aşağılamalarlageçiştirilemeyecek kadar zengin ve olağanüstü. Yemeği bir şölen gibi yaşayan Çinlilerin, "yemeklerle beslenmek ilaçlarla beslenmekten evladır" diye bir atasözü var. Düğünlerde, bayramlarda, doğum günlerinde, cenazelerde, baharı karşılarken, sonbaharda ayrı yemekler yiyorlar. Yemekte çift rakamların uğur getirdiğine inanılıyor. Tavuk, ördek, kırmızı et, sebze ve mutlaka balık. Balık, ailenin zengin olduğunu ve "fazlası var" demek istediğini gösteriyor. Yemeklerin yanında ya da üstünde çoğunlukla türlü çeşit soslar bulunuyor.
Fakat, kahvaltıları bence biraz sorunlu. Bizim için sabah kahvaltılarının vazgeçilmezleri olan zeytin, domates, peynir, tereyağı, bal ve reçel gibi yiyecekleri Çinlilere sabah sabah yedirmek mümkün değil. Kendileri yemedikleri gibi misafirlerine de ikram etmiyorlar. Tabii biraz ayıp ediyorlar. Kahvaltıda yaprak ciğer yiyen bizim Adanalılar ve sabahın köründe mumbar gibi ağır yemeği gövdeye indiren Siirtliler, Çin kahvaltısına pek yabancılık çekmezler. Çünkü onlarda da günün bu vaktinde, muz ve nilüfer çiçeği yapraklarına sarılarak haşlanmış et yiyorlar. İçine karides ve kıyma konulan atıştırmalıkları da ikram ediyorlar. Buharda pişirilmiş içli çörek, bol yağda kızarmış hamur ve unla yapılmış çeşitli yiyecekler de sunuyorlar. Çay mevzuunda da biraz kusurlu davranıyorlar! Onlarda, envai çeşit çay bulunuyor ama bizim siyah çayımızdan yok.
TEKİN BİR ŞEHİR: PEKİN
Şu Çinliler ne yaparlarsa kendilerine yapıyorlar. Yabancılara pek dokunmuyorlar. Özellikle Pekin’de yabancıya yönelik suçlar çok az. Çünkü cezası misli misli ağır. Bu yasa, biraz da töreden kaynaklanıyor. Çinliler, bir muhite gelmiş misafire yapılan haksızlığı tüm topluma karşı yapılmış kabul ediyorlar. Geçmişlerinde yabancılardan çok çekmiş olan bu muazzam insanlar yine de, hiç tanımadıkları misafirlerine sevgi ve saygıyla yaklaşıyorlar. Çinlilerin, "Kalbinde yeşil bir dal bulundurursan şakıyan kuşlar gelir" diye bir sözleri var.
Pekin’deki ilk durağımız Tiananmen Meydanı. Burası dünyanın en büyük meydanı. 44 hektarlık bir alanı kapsıyor ve yaklaşık bir buçuk milyon insanı alabilecek genişlikte. Meydanın adı tian, an ve men olarak üç karakterden oluşuyor. "Tian" cennet, "an" huzur, "men" ise kapı anlamına geliyor. Topyekün çevirisi ise "huzurlu cennetin kapısı." Dikdörtgen şeklindeki bu dev meydanın kuzey kenarı Yasak Şehre, yani imparatorların sarayına açılıyor. Batısında Mao’nun mozolesi var. Doğusunda bulunan müzenin önünde ise bir dijital gösterge bulunuyor. Geriye doğru işleyen bu dijital saat, 2008 olimpiyatlarına kaç yıl, kaç gün, kaç saat ve dakika kaldığını gösteriyor.
Ben bu meydana, 1989’daki o korkunç olaylardan sonra bir daha asla ısınamadım. Hani özgürlük isteyen insanların üzerinden tanklarla geçildiği, yüzlerce gencin kurşunlanarak katledildiği o korkunç olaylardan söz ediyorum. Her esen rüzgar, o cesur insanların meydanın granitlerine sinmiş çığlıklarını önüne katıp kulaklarımıza taşıyor.
Aralıklarla yağan kara ve sıfırın çok altlarında seyreden soğuğa rağmen Mao’nun mozolesinin bulunduğu binanın önünde yüzlerce kişilik bir kuyruk var. Fotoğraf çekmek yasak ama ben yine de siz göresiniz diye, iki arada bir derede merdivenlere doğru uzanan bu kuyruğu görüntülemeyi beceriyorum. Gençler krizantem çiçekleri bırakıyor Mao’nun mumyasının bulunduğu mozolenin önüne.
ZALİMİN TAŞ ASKERLERİ
Pekin’den Xian’a yani Türkçe söyleyişiyle Şian’a bir saat uçuşla ulaşılıyor. Burası Çin’in bir başka uygarlık alanı. Meşhur Terra Cotta Savaşçıları’nın merkezi. Bu şehir aynı zamanda yüzyıllar boyu imparatorluğa başkentlik yapmış, tam anlamıyla bir Çin efsanesi. Günümüzde Shaanxi Eyaleti’nin başkenti. Yarı nemli bir muson iklimine sahip ama kışları çok soğuk oluyor. Şehir, asırlar içinde oluşturduğu kültürel derinlikten dolayı farklı dönemlere ait binlerce arkeolojik eseri bünyesinde barındırıyor. Bunların en büyüğü ise Terra Cotta askerlerinin kalıntıları.
Toprak altından çıkarılan binlerce asker heykelini mutlaka belgesellerde izlemiş ya da bir yerlerde fotoğraflarını görmüşsünüzdür. Dünyanın, bu yeraltı heykel ordusundan 1974’e kadar haberi yoktu. Xi Yang köyündeki bir çiftçi ailesi bir sabah su kuyusu açmak için tarlalarını kazdıklarında tesadüfen ortaya çıktılar. Önce birkaç parça olduğu sanıldı ama kazı genişletilince ortaya muazzam bir olay çıktı. Yüzlerce asker, savaş arabası ve at heykelleri vardı toprağın altında. Terra Cotta’dan yani pişmiş topraktan yapılan bu heykellerin sayısının 10 bin civarında olduğu önesürülüyor, şu ana kadar 500’ü açığa çıkarılmış.
UZUNLUĞU KIYILARIMIZ KADAR
Otobüsle bir buçuk saat yol aldıktan sonra Çin Seddi’nin sınırları içine girdik. Aslında Çin Seddi’nin uzunluğu konusunda hem Çin’de hem de dünyada ortaya atılmış farklı rakamlar var. Yüzyıllar içinde yapılan bu büyük kale, zamanla tahribata uğramış ve yer yer yıkılmış. Şu andaki uzunluğunun 7300 kilometre olduğu öne sürülüyor. Eklerle birlikte tam uzunluğunun 10 bin kilometreye ulaştığı iddia ediliyor. Türkiye’nin kıyılarının uzunluğunun 8333 kilometre olduğunu düşünürsek, bu kalenin boydan boya tüm kıyılarımızı kaplayacak uzunlukta olduğunu anlarız. Gittiğimizde Çin Seddi de yer yer buz tutmuş olduğundan surların üzerinde fazla yol alamadık. Aşağıdakiler çıkmak için, çıkanlar ise inmek için bir hayli efor sarf etmek zorunda kalıyordu. Kayarak üstüme devrilen sekiz on kişiyi aştıktan sonra bir noktaya kadar gelebildim.
YASAK ŞEHRİN 8886 ODALI SARAYI
Pekin’deki Yasak Şehir, Çin inancına göre Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi, hatta yarısı sayılan imparatorların evi. 720 bin metrekare alanda kurulmuş. Sarayda 8886 oda var. Tıpkı Topkapı Sarayı’nda olduğu gibi her imparator kendi adına bir bölüm eklemiş. İmparator ailesinden başka kimse giremediği için adına Yasak Şehir denmiş. Sarayın etrafı altı metre derinliğinde hendekler ve 10 metre yükseklikteki duvarlarla çevrili. Kubilay Han, Pekin’i kuşattığında ahaliye üç gün içinde teslim olurlarsa kente dokunmayacağını ilan ediyor. Ama Pekinliler direniyor ve yeniliyor. Kubilay Han, Pekin’i aldıktan sonra kenti yerle bir ediyor. Ve "artık buradayım, gitmiyorum" diyor. "Unutmayın, gelenler korkmayanlardır. Korkanlar zaten gelmediler" diyerek tüm Yasak Şehir’in yıkılmasını emrediyor. Yıkımın ardından yeni bir proje çizdirerek, aynı yerde muazzam bir saray yaptırıyor. Bu saray, daha sonra Afyon Savaşı döneminde, istilacı Batılı güçler tarafından bir kez daha yıkılıyor. Yeniden yapılıyor. Mao döneminde, müzeye dönüştürülerek halka açılıyor. Restorasyon çalışmaları iki yıl içinde tamamlanacak ve tamamen yeni bir Yasak Şehir ortaya çıkacak.
UYGARLIĞIN EN ZARİF ESERİ
Çin Uygarlığı’nın en zarif eseri Yazlık Saray’da da yer yer restorasyonlar sürüyor. Ülkenin Yasak Şehir ve Çin Seddi’nden sonra en yoğun turist çeken destinasyonu burası. 290 hektar alana kurulmuş. Yapımına 1750’de başlanmış. 19. yüzyılda Qing Hanedanı’nın efsanevi imparatoriçesi Zi Xi’nin izlerini sarayın her yanında görmek mümkün. Ziyaretimiz sırasında, saray arazisinin yüzde 75’ini oluşturan göl donmuştu ve çok güzel bir manzara vardı.
Yangze Irmağı’ndaüç gün üç gece
Chonqgink’de Yangze Irmağı’nda bizi bekleyen gemiye transfer oluyoruz. Victoria Cruises adındaki yolcu gemisi tambir beş yıldızlı otel ayarında. Gecenin ilk yıldızlarıyla birlikte yola çıkıyor. Üç gün üç gece sürecek serüven başlıyor. Turkosmos seyahat acentesi, nehir yolculukları konusunda uzman belli başlı firmalardan biri; birçok Fransız, İtalyan, İngiliz ve Kanadalı tur şirketi nehir yolculuğunu tercih eden müşterilerini Turkosmos’a transfer ediyor (Daha ayrıntılı bilgi almak için, acentenin telefon numaraları olan 0212 219 36 50 - 0216 464 46 71’e ya da www.turkosmos.com adresine başvurabilirsiniz). Firmanın rehberleri Nil, Amazon, Ganj, Sarı Nehir ve Yangze gibi önemli ırmaklar hakkında engin bir bilgi birikimine sahip. Yemekten sonra kaptan grupları toplantı odasına alarak, Yangze Irmağı ve çevresini yarım saat kadar anlattı. Kaptandan sonra toplantı salonunda kalan bizim gruba rehberimiz Osman Takaoğlu, nehir hakkında yaklaşık bir buçuk saat kadar ayrıntılı bilgi verdi. Çıkışta gemi kaptanı Takaoğlu’na, "Yahu bu kadar uzun bir zaman yolculara ne anlattın" diye soru yöneltince Takaoğlu, "Siz resmi tarih hakkında bilgi verdiğiniz için kısa kestiniz. Ben daha objektif bir tarihten söz ettiğimden uzun sürdü" dedi.
Yangze Irmağı’nda çok yere uğradık ama beni en çok Üç Boğazlar ve Hayalet Şehir çarptı. Nehrin önemli menbalarının bulunduğu ve daralarak derin kanyonlara açılan üç boğaz var. Bizim gemi büyük olduğundan bu boğazlara giremiyor. Belirli bir noktaya geldiğimizde Victoria Cruises’den inerek bizimkinin yarısı ebadında başka bir gemiye geçtik. Bir saatlik yolcuktan sonra kanyon daha fazla daralmaya ve dikleşmeye başladı. Bu sefer başka bir iskelede durup çok sayıda geleneksel küçük tekneye binerek boğazların derinliklerine doğru yol aldık. Ormanlarla kaplı kanyonlarda binlerce maymun daldan dala zıplayarak bizi karşıladı. Çin hükümeti, nesli tükenmeye yüz tutmuş Yangze maymunlarının yaşadığı bu bölgeyi milli park ilan etmiş. Ağaç kesenler 12 yıl hapisle cezalandırılıyor. Bu yüzden, Üç Boğazlar bölgesi klasik Çin suluboya resimlerinde olduğu gibi, binlerce yıl öncesinin fotoğraflarını veriyor bize.
Hayaletler Şehri ise bir tapınaklar külliyesi. Geçmişi 1600 yıl öncesine kadar uzanıyor. Yirmiden fazla tapınaktaki ana tema ölümden sonraki hayat. Daha doğrusu cehennem. İbadet yerleri, öteki dünyada günahkarların nasıl cezalandırılacağına dair yüzlerce tasvir ve heykelle dolu. Bu tapınağın bir kısmı Üç Vadi Barajı’nın suları altında kalmış. Ama Çinliler, sular yükselmeden önce dört yıl çalışarak tapınağı parça parça söküp tepeye taşımışlar. Hasankeyf’i gözden çıkaranlara duyurulur...
Nehirdeki yolculuğumuzun son iskelesi, resmi kayıtlara göre 25 milyar dolar harcanarak inşa edilen Üç Vadi Barajı. Dünyanın en büyük barajı olduğu kabul ediliyor.