Bu manzarada üşümek bile bir zevk
Buzulların büyüleyici mavisi, derin bir sessizlik, usta komedyenleri kıskandıracak penguenler, soğuğa meydan okuyan kuşlar, denizaslanları... Tüm bu güzellikleri TV’de izlemek yerine yerinde yaşamak için her yıl binlerce gezgin Arjantin’in güney ucundaki Ushuaia’dan kruvaziyerlerle yola çıkıyor. Okyanus aşıp Antarktika’ya ulaşıyor. Okurumuz Levend İskit “Üşüdüm ama değdi, üşümek de güzelmiş” diyor.
Başkent Buenos Aires’ten uçağımız bir saat rötarla kalkıyor. Antarktika gemimizin kalkacağı Ushuaia’ya inişte yolcuların yarısının bavulu uçaktan çıkmıyor. Benimki de... Otele gönderecekler. Neyse ki Arjantin Havayolları’nın sürprizleri konusunda önceden uyarılmıştık. Ushuaia’ya en az bir gün önce gitme önerisini dikkate almıştık. Gemiye bavulsuz binmek ciddi problem olabilirdi.
KÜÇÜK GEMİ AVANTAJI
Gemimiz Ushuaia 80 kişilik. Antarktika kıyılarında aynı anda en fazla 100 kişinin karaya çıkmasına izin veriliyor. Büyük gemilerdekiler küçük gruplar halinde, kısa süreliğine karaya çıkabiliyor. Küçük gemiyle tur bu açıdan avantajlı. Çünkü yolculuğun en heyecan verici yönü penguen, deniz aslanları ve kuşlar arasında dolaşmak, onlara izin verildiği kadar yaklaşmak. Büyük gemiler ise dalgada daha az sallanıyor, kamaraları daha lüks, geniş.
Limandan ayrıldıktan 12 saat sonra adaların arasından okyanusa açılıyoruz. Güney Amerika ile Antarktika arasındaki 900 kilometrelik bölge Drake Boğazı. Bu geçiş yolculuğun en ürkütücü bölümü, çünkü dünyanın en sert denizlerinden biri. Biz şanslıyız. Güneşli, rüzgarsız havada geçiyoruz. Kaptan “Son birkaç yıldır ilk kez bu kadar güzel havaya rastlıyorum” diyor. Albatros ve petrel kuşları karadan çok uzakta bile gemiye eşlik ediyor. Biyoloğumuz da bize bilgi veriyor.
BAVULDAKİ SÜRPRİZ PAKET
Antarktika yakınlarındaki Shetland Adaları’na planlanandan önce varınca, ikinci günümüzde Aitcho’da ekstra karaya çıkış fırsatı yakalıyoruz. Penguenler gerçekten çok sempatik hayvanlar. Paytak yürüyorlar. Erkekler diğer dişilerin yuvasından minik çakılları çalıp gururla eşine takdim ediyor. Hepsi birbirinin yuvasından çakıl çaldığı için devamlı meşguller. Dişiler bir taraftan yavrularını besleyip, yırtıcı kuşlardan koruyor, çakıl hırsızlarına ciyak ciyak bağırıyor, diğer yandan erkeği çakıl getirdikçe pırlanta almışcasına gururla, özenle yuvasına yerleştiriyor. Onları izledikçe evde penguen beslemek istiyor insan. Sonraki günlerde de her karşılaşmamızda keyifle izledim, buraya geldiğim için ne kadar şanslı olduğumu düşündüm.
Gemideki en komik hikaye, bir yolcunun erişkin alt bezi stokuydu. Karaya çıktığımızda tuvaletinin gelebileceğini düşünüp, tedbir alıyormuş. Son akşam gülerek itiraf etti...
ROM İÇİP KENDİMİ BUZLU SULARA ATTIM
Lock Roy’a vardığımızda noel günüydü. Ada 1904’de keşfedilmiş. Bölgede araştırmalar 1944’de başlamış. İngilizler, savaşta Alman denizaltılarını izlemek için adaya gelmiş. Savaş bitince istihbarat istasyonunu yıkıp, uluslararası anlaşmalara göre atıkları bölge dışına çıkarmaları gerekiyormuş. Binayı müzeye dönüştürmeyi tercih etmişler. Personel yazın beş ay geliyor, rehberliğin yanı sıra binanın tüm bakımını yapıyor. Geniş bir gentoo penguen kolonisi de çevrelerinde yaşıyor. Adadaki balina iskeleti bu hayvanların büyüklüğünü hatırlatıyor.
Kıtadaki son günümüzde gezi lideri günlük brifingde şansımızın bu gezide çok çok iyi olduğunu hatırlatıyor. Olağan, zorlu koşullara dönüş sinyali veriyor. Programa göre, yanardağ krateri Kaldera’da karaya çıkılacak. Volkanik aktiviteyle ısınan sularda yüzülecek. Fakat rüzgarın hızı saatte 50 kilometreyi aşınca gemi üç saat ilerideki Half Moon Adası’na yöneliyor. Burada hava güneşli, rüzgar yok. Eski bir balina avcısı teknesi kalıntısının yanında karaya çıkıp penguen ve deniz aslanlarının fotoğrafını çekiyoruz. Sessizliğin keyfini çıkarıyoruz. Havlular gelince soyunuyorum. Genç Amerikalıların rom shot önerilerini memnuniyetle yuvarlayıp, çakıllar üzerinde penguen yürüyüşüyle denize koşturuyorum. Kendimi çok daha kötüsüne hazırladığım için ayağımı suya değdirince ilk şoku atlatıyorum. Balıklama daldığım anda yüzlerce buz kristalinin vücuduma saplanması gibi bir hisle kasılıyorum. Yüzerek ısınma çabam da sonuçsuz kalınca kendimi kıyıya attıyorum. Sanki vücuduma batan iğneciklerin sayısı binleri buluyor. İlk botla gemiye geri dönüp, ılık duş alınca zıpkın gibi oluyorum.
FIRTINA DÖNÜŞTE VURDU
Dönüş vakti geldi. Drake Boğazı’na yaklaşan fırtınaya yakalanmamak için erken yola çıkıyoruz. Sonraki 2 günde, 9-10 metrelik dalgalarla sallanan gemide yürümek, oturmak ve hatta yatakta yuvarlanmadan yatmak başlıbaşına bir spora dönüşüyor. Garsonlar bu sporun ustası. Zaten çoğunluk kamarasına kapanmış, yemek salonu neredeyse boş. Nihayet kuzeydoğumuzdaki adaların korumasına giriyoruz, dalgalar 4-5 metreye düşüyor. Yemek salonu kalabalıklaşıyor. Biralar açılınca durumun normale döndüğü anlaşılıyor. Gemiden ayrılırken, bir haftada dost olan yolcular birbirine aynı temennide bulunuyor: “Birlikte Kuzey Kutbu seyahati yapma dileğiyle...”
SEZON EKİMDE AÇILIYOR
Antarktika, Kuzey Kutbu’ndan çok daha soğuk. 1983 Temmuzu’nda Rus Vostok istasyonunda kaydedilen 89.2 santigrad bir dünya rekoruydu. Bunda irtifanın önemli payı var. Adanın denizden ortalama yüksekliği 3 bin metreyi buluyor. Antarktika’ya yaz ekimde geliyor, marta kadar sürüyor. Bu dönemde kıyılarda sıcaklık 15 dereceye kadar yükseliyor. 24 saat boyunca güneş batmıyor.
BAVULUNUZDA BULUNSUN
- Üstüste giyebileceğiniz en az iki çift termal çorap.
- Termal içlik (alt, üst).
- Su geçirmez pantolon.
- Güneş veya kar gözlüğü.
- Su geçirmez mont.
- Boyunluk.
- Biri yedek, iki çift eldiven.
- Sırtçantası (ipod ve walkmen karaya çıkışlarda yasak)