Bozcaada'da rüzgâr ayarlı yaşam
Bozcaada, mitolojideki adıyla Tenedos... Tenes’in oğlu Tenedos’un yurdu… Türkiye’nin köyü olmayan tek ilçesi. İrili ufaklı birçok koya sahip olmasıyla her rüzgârda denize girilecek kuytu bir yer bulmaya olanak sağlıyor. Adayı, pandemi nedeniyle yazı da kışı da burada geçiren yazar, psikoterapist Tuğçe Isıyel’in rehberliğinde gezelim…
Benden Bozcaada hakkında bir yazı yazmam istendiğinde önce tereddüde düştüm, hakkında binlerce defa yazılmış olan adanın üzerine yeni ne söyleyebilirdim ki... Zaten söylenen en büyük söz yüzyıllar önce Herodot tarafından söylenmişti; “Tanrı insanlar uzun ömürlü olsunlar diye Bozcaada’yı yaratmış”. Bozcaada’da yaşamaya başladıktan sonra bu sözü daha iyi idrak eder oldum zira rüzgârının sertliği, suyunun berraklığı ve soğukluğu, bir yıl boyunca devam eden bağların ilham verici serüveni, ışığının muazzamlığı insanın bedenini öyle dinçleştiriyor, ruhuna öyle ilham veriyor ki Herodot’a katılmamak mümkün değil.
Adalar, tek başına kalabilme kapasitesiyle denize serpilmiş mahrumiyet parçaları... Anakaradan kopuk, makul ölçüde yoksunluklara gebe, rüzgârı sert bir doğa olayı... Eski zamanlarda mahkûmların, cüzzamlıların, vahşi hayvanların terk edilmesi boşuna değil. Bir cezalandırılma mekânı. Benim içinse adeta bir ana rahmi, kordonu feribot olan...
BURAYA SEVGİM AİLE MİRASI
Bozcaada’ya düşkünlüğüm bir aile mirası, henüz küçücük bir çocukken, ada bu kadar keşfedilmemişken ailece gelip giderdik adaya, üstelik sadece yazın değil, kışın da... Sonra yıllar geçti ve ben her yıl özellikle amaranda (Latince ismi limonium, deniz lavantası ya da minesi de denir) zamanı olan bahar aylarında adayı görmeden edemedim. O her seferinde beni kucaklayan, rüzgârıyla başımı okşayan bilge bir aile büyüğü gibiydi. Bana o kadar şifa veren bir yerdi ki burası, kliniğimin ismini adanın en batı ucundaki Polente Feneri’nden esinlenerek Polente Psikoloji koydum. Sonra pandemi girdi araya, hayat değişti ve ben kısmi zamanlı olarak Bozcaada’da yaşamaya başladım. Hep savunduğum bir şey vardır, bir yeri gerçekten sevmek, onun dört mevsimini bilmekle mümkün. Dolayısıyla bu yazıyı tatillerini adada geçiren biri olarak değil, adada yaşamayı çok sevmiş ve adanın kışına, güzüne meftun biri olarak yazıyorum.
MERKEZ ADETA EVİN SALONU
Seyahat yazılarında sık sık rastladığımız bir kural gibi şunu yapın bunu yapmayın önerileri insanın orayla kurduğu ilişkinin spontanlığına bir engel teşkil etse de “Herkesin Bozcaada’sı kendisine özgü” diyerek kendi deneyimlerimden bahsedip bu deneyimlerin sizi kendi Bozcaada’nıza ulaştırması için ilham vermesini diliyorum.
Bozcaada rehberinden edindiğim bilgiye göre antikçağda Leukophrys, Yunan mitolojisinde Tenedos adıyla anılan Bozcaada, stratejik konumundan dolayı çağlar boyu birçok kez istilaya uğramış ve el değiştirmiş. Nekropol sahasında yapılan kazılardan anlaşıldığı üzere adanın tarihi MÖ 3000’lere dayanıyor. Adanın bilinen ilk sakinleri Pelasglar. Daha sonra sırasıyla Fenikeliler, Atinalılar, Yunanlar, Persler, Büyük İskender, Bizanslar, Cenevizliler, Venedikliler ve Osmanlılar adaya hâkim olmuş.
Bozcaada, Türkiye’nin köyü olmayan üçüncü büyük adası. İrili ufaklı birçok koya sahip olmasıyla her rüzgârda denize girilecek kuytu bir yer bulmaya olanak sağlıyor. Şimdilerde müsilaj tehlikesiyle karşı karşıya kalsa da adanın poyrazı neyse ki her derde deva...
Bozcaada’nın merkezi, Rum ve Türk mahalleleri olarak vakti zamanında ikiye ayrılmış, bu sokaklar da yıllar içinde değişime uğrayarak birçok ev, pansiyona ve otele dönüştürülerek turistlere konaklama için hizmet vermeye başlamış. Bu sokak aralarında minik minik birçok kafeye rastlayabilirsiniz. Rum Mahallesi’nin sembol binalarından adeta yaşayan bir müze olan Rengigül Konukevi’nde kahvaltı yapmayı pas geçmemenizi öneririm. Merkez dışındaki bağ evleri de özellikle yaz aylarında konaklamak için iyi bir tercih olabilir. Adanın merkezi herkesin birbirine selam verdiği, ayaküstü sohbetlerin yapıldığı bir evin salonu gibi. Bakkala diye çıktığınızda evinize dönmeniz saatler sürebiliyor. Meşhur mavi gözlü kargaları ve kedileri de adanın en özel canlıları... Sizi önce onlar karşılıyor ve en son onlar uğurluyor.
Tuğçe Isıyel (üstte) ulaşım için bisiklet kullandığı adayı kışın da görmemizi öneriyor. Ada iki mahalleden oluşuyor: Rum Mahallesi ve Türk Mahallesi. Yıllar içinde restore edilen evler birer birer kafe, lokanta veya pansiyona dönüşmüş. Turizm gelişse de mimarisi, yel değirmenleri ve her şeyden önemlisi ‘ada ruhu’ korunmuş.
ÜZÜM BAĞLARI MEŞHUR
Ada en çok bağlarıyla ve şarapçılığıyla ön plana çıkıyor çünkü dört mevsim devam eden meşhur ada rüzgârı üzümleri besliyor. Adaya özgü dört üzüm türü var. Kırmızı olarak kuntra ve karalahna; beyaz olarak çavuş ve vasilaki. Bozcaada’da şarapçılık uzun yıllar sadece Rumlar tarafından yapılmış. Türklerin dini sebeplerden dolayı mesafeli durdukları şarap üretim işine, 1925’ten itibaren girdikleri görülüyor. Günümüzde altı şarap üreticisi var adada. İlk Müslüman şarap üreticisi olan Yunatçılar’ı (Çamlıbağ), kuruluş yıllarına göre sırasıyla Ataol, Talay, Corvus, Gülerada ve Amadeus takip ediyor. Ada üzümlerinden yapılan şarapları için Tenedion Wine House adresini zihninizde tutmanızı öneririm.
Adadaki Tuzburnu ve Polente adlı iki deniz feneri, rüzgâr eşliğinde her gün güneşi karşılıyor ve uğurluyor. Etkileyici gündoğumları ve günbatımları için adadan daha iyi bir yer bilmiyorum. Adanın her mevsim değişen ışığı, sizi kendisine her an hayran bırakmaya hazır.
Bozcaada 2000 yılından beri kendine yetecek elektrik enerjisini Batı Burnu’na kurulu rüzgâr türbininden karşılıyor. Batı tarafındaki rüzgârgülleri ve merkezden yürüyerek kolayca ulaşılan yel değirmenleri adanın sembolleri ve mutlaka görülesi. Bu ufak gezintilere adanın rüzgârına karışan kekik kokusu da eşlik ediyor. Merkezdeki Meryem Ana Kilisesi, gitgide azalan Rum nüfusu nedeniyle sadece özel günlerde hizmet veriyor. Adada en sevdiğim yerlerden biri olan Ayazma Manastırı, Ayazma’daki Rum Ortodoks cemaatine ait, Rum azize Aya Paraskevi adına yapılmış ve onun adını taşıyor. 1734’te Manolaki Manolidis tarafından yapılan manastır, sadece özel günlerde ibadete açılıyor. 26 Temmuz’da kutlanan Rumların Aya Paraskevi günü manastırın ibadete açıldığı günlerden biri. Söylendiğine göre Bozcaada’da zamanında 36 manastır varmış. Günümüzde bunlardan sadece iki tanesi ayakta, diğerleri ne yazık ki yıkık durumda. Manastırın bahçesindeki restoran benim en sevdiğim yeme-içme mekânlarından biri. Bir diğeriyse yine Ayazma’daki Vahit’in Yeri; manzarası, meze çeşitliliğiyle harika bir ziyafet imkânı sağlıyor.
LODOS VE POYRAZIN GÜCÜ
Adada rüzgâr ayarlı bir yaşam var. Her gün önce rüzgâra bakılıyor. Adanın gerçek sahipleri lodos ve poyraz. Günü, haftayı, sabahı, geceyi belirleme gücüne sahipler. Sayelerinde umduğumuzu değil bulduğumuzu yaşıyoruz, dolayısıyla adada neyin ne olacağı hiç belli olmuyor. Özellikle kışın çılgın bir lodos fırtınasıyla feribot seferleri iptal edilebiliyor, poyraz evden çıkmayı imkânsız hale getirebiliyor. Anakarayla ilişkinizi çok ciddi bir mesafede tutmanız önemli, zira kışın feribot seferleri çok az yapılıyor. Olanla yetinmeyi, elindekilerle kendine konfor alanı yaratmayı ada çok güzel öğretiyor insana. Bir de hiçbir şeyi kontrol edemeyeceğinizi...
Burası beni havaya, suya, toprağa yaklaştıran bir yer olmuştur hep. Adanın en yüksek noktası olan Göztepe’de dolunayı izlemek, sabah kahvemi Shelter’da içmek, her çarşamba Bozcaada Kalesi’nin dibinde kurulan pazarda köylü üreticiden sebze-meyve alışverişimi yapmak, akşamüstü bağlarla bezeli yollarda bisiklet sürmek, Bağ Yolu Yürüyüş Rotası’nda yürümek, küçük bir koyda kitabıma gömülmek, Çınaraltı’nda oturup gelen geçeni izlemek, balık halinden taze balık, kalamar almak vazgeçilmezlerim arasında... Hele adalı dostlarımla yaptığımız denizkestaneli sahil piknikleri benim için tarifi imkânsız güzellikler... Ancak benim ada zamanım kesinlikle yaz mevsimi değil. Adanın kışı ve baharları adanın gerçek yüzünü ortaya koyuyor bana kalırsa. Yaz mevsiminde fazla telaşlı ve fazla makyajlı. Adayla sahici bir karşılaşma istiyorsanız sezon dışı görmenizi öneririm.
NEREDE KALINIR, NE YENİR-İÇİLİR?
KONAKLAMA
Kaikias Butik Otel: Adanın arka deniz tarafında, mimar bir çiftin el emeği göz nuru butik oteli.
Alesta Otel: Türk Mahallesi’nde, adaya kuşbakışı bir konumdan bakan, incelikle döşenmiş butik otel.
Rengigül Konukevi: Rum Mahallesi’nde, adanın en karakterli binalarından, bahçesi adeta ada içinde başka bir adayı vaat ediyor.
Aral Tatil Çiftliği: Ada merkezinin dışında, özellikle çocuklu ailelerin tercih edebileceği bir yer.
MEYHANE
Ayazma Manastır Restaurant: Ahtapot ve lavunya denenmeli.
Vahit’in Yeri: Kalamar ve mezeler için gidilmeli.
Şehir Restaurant: Deniz ürünleri ve mezeleri güzel.
Hasan Tefik Restaurant: Etli sarma ve Rum böreği en sevdiklerimden.
Yakamoz Restaurant: Lakerda, karidesli börek, ısırganlı salata denenmeli.
Asmaaltı Restaurant: İşletmecisi psikoloji mezunu; bu bende ayrı bir sempati sağlıyor ama humuslu patlıcanını es geçemem.
LOKANTA
Hafız’ın yeri: Zeytinyağlıları bir harika.
Trofi Bozcaada: İncecik hamurlu pizzalar için.
KAFE - BAR
Tenedion Wine House: Sokak kültürünü yaşatan bir mekân.
Orta Cafe: Adanın meydanında; soğuk çayları ve falafeliyle tanışın.,
Kedi Tapas Lounge: Adanın en çiçeği burnunda mekânı. Tasarımı ve tapas’larıyla kalbimizi fethetti.
Salhane Cafe - Bar: Arka deniz tarafında, en özel mekânlardan biri. Eskiden mezbaha olarak kullanılan yapı, restore edilmiş.
Polente Cafe - Bar: Adanın en eski eğlence mekânlarından. 49 Pizza işbirliğiyle pizza ziyafeti de sunuyor.
Sapa Bar: Sempatik tasarımı ve kokteylleriyle keyifli bir mekân.