GeriSeyahat BLOG DE PARIS-2
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
BLOG DE PARIS-2

BLOG DE PARIS-2

Konum yok, aklımı yazıya verecek vaktim ve zaten aklım da yok. Başladık bir kere ‘Blog de Paris, Monşer!’ diye, devam ediyorum sizinle sohbet etmeye. Cumartesi gününe kadar buradayım. Henüz, bir bistroya oturup alelacele ‘çay ve kruvasan’la kahvaltı etmek dışında, Paris’ten tanıdık olarak görebildiğim:

- Metronun kendine has pis kokusu
- Taksi şoförlerinin abus çehresi
- Trafik, kırmızı ışıklar, yaya geçitleri
- Karanlık, boğucu, nemli bir hava
- Şehrin uğultusu
- Bilgisayarımın ekranı…

*

 

Dedim ya sabah erken kalkacağım diye…

 

Salı sabahı saatimi, daha doğrusu cep telefonumu, 3.50’ye kurup yattığımda saat gece yarısını geçmişti, yazılar ancak bitti.

 

Nedense, böyle sabahın köründe kalkacaksam eğer, gece adam gibi uyku girmez gözüme. Yarım saatte bir uyandım. Az uyudum zaten, ondan da bir halt anlamadım.

 

Sabah 4.45’te, Fransız Televizyon Grubu’nun (3 büyük devlet kanalının bulunduğu dev bina) kapısına dayandım. Güvenlikçiler (Allah’tan bir gün önceden haberleri vardı, yoksa vururlardı beni) hayret ettiler tabii.

 

France2’nin (en büyük devlet kanalı) haber müdürün tepesine dikildim sabahın 5’inde. Memnuniyetini fazlasıyla belli etti. Televizyonun haber toplantısına girdim, 6.30’a kadar montaja vs girdim.

 

Bunları size niye mi anlatıyorum? Bilmem. Eve döndüğümde ne anlatacaksam, sizinle de paylaşıyorum işte.

 

Sonra, 2 saat boyunca, Fransa’nın en çok reyting yapan sabah programını, Tele Matin’i içeriden, platodan izleme imkânım oldu. Ayak altında gezinme pahasına. Menşuuuur William Lemergy’yi iş üstünde gördüm böylece. Ayaküstü sohbet bile ettim.

 

Saat 9’dan beri de, bir yandan haberimi yazıp, geçmeye çalışıp, (Ankara’da bir saldırı olmuş, haberim yok, internet kilitti bir aralar), oradan oraya koşturuyorum ama… ben, ben miyim, emin değilim. Serdar’ın ruhu da olabilirim…

 

Ayakta uyuyorum ayakta… Ruh gibiyim!

 

*

 

Şu anda saat 4, Paris’i bilenleri çatlatayım biraz, iki tarafı yere kadar camlı bir salondayım. Önünden tam şu anda (başı bağlı kadınlar gördüm üstünde) bir ‘bateau mouche’ geçiyor. (Sen Nehri’nin üzerindeki gezinti tekneleri) Sen’in üstündeyim sanki. Sağımda Özgürlük Anıtı, (biliyorsunuz Paris’te bir kopyası var, bir adacıkta), karşımda da Eyfel Kulesi. Ve kucağımda… dizüstü bilgisayarım var elbette, Allah’ın ahlâksızları, ne olacaktı ya?

 

Ev sahibim, kerahat vaktini hatırlayıp, içecek bir şey verir diye umuyorum! J

 

Ama asıl, şu anda - söylesem mi acaba, utanıyorum ama - bir fantezi var aklımı sürekli çelen:

Ayakkabılarımı bir çıkarabilsem! Kara sular indi be!

 

*

 

Dün, Hürriyet’in Paris temsilcisi Muammer Elveren dostumla çok ilginç bir röportaj yakaladık. Paris Ermeni cemaatinin en ilginç tiplerinden biri, Jean-Claude Kebabdijan, Ermeni Diasporası Araştırma Merkezi’nin kurucusu ve başkanı. (Kebapçıyan ama adına yakışır biri değil. Ben Barselonalı bir Kebapçıyan tanımıştım, 150 kiloydu. İki günlüğüne İstanbul’a gelirdi, sadece kendisinin bildiği sokak aralarındaki küçük kebapçılara gider, günde 3-4 övü n tıkınırdı…)

 

Eğer (Danıştay’a bir saldırı düzenlemiş meczup bir avukat, gazetelerde yer sıkıntısı vardır şimdi) Hürriyet doğru dürüst yayımlayamazsa, yarın veya öbür gün okuturum size söyleşimizi. Sizi kızdıracak şeyler söylüyor elbet ama ilginç notlar var cümlelerinin arasında.

 

*

 

Heeeyt, Allah’tan başka şey isteseymişim, dualarım kabul oldu. Aslan ev sahibim elinde demli bir çayla geldi.

 

Eee, kusura kalmayın, satıyorum sizi dostlar!..

 

False