Balkanlar'ın barış kenti
Tanrı cenneti çamurdan yaparken bir parça kopup Ohrid'in üzerine düşmüş diyor Ohrid'liler. Ohrid erkekler tarafından ele geçirilmek istenen güzel bir kadın gibi. Çağlar boyu ele geçirilmiş geçirilmesine de sadece bedeni... Onun özgür ruhunu, duygularını hiç kimse teslim alamamış anlaşılan... O hep kendine özgü güzelliğini koruyup kollamış. Varlığı milattan öncelerine kadar uzanan Ohrid, yapılan araştırmalara göre ‘‘Mavi inci’’ denilen Ohrid Gölü'nün kenarında dört bin yıl önce kurulmuş. Ve şimdi 30 bin yatak kapasiteli bir turizm kenti.
Balkanlar'ın en eski kenti olan Ohrid ilk olarak Fenikeliler tarafından Lihnid adıyla kurulmuş. Daha sonra adı Sırp- Hırvat dilinde ‘‘tepedeki kent’’ anlamına gelen ‘‘vo hrid’’ kelimesinden Ohrid olarak değiştirilmiş ve ilk yapılaşma bu dönemde başlamış. M.S. 10. Yüzyıl'ın ikinci yarısında Çar Samuil'in imparatorluğunda, geçmişten gelen tüm kültürler birleştirilerek burada Makedonya Devleti kurulmuş. Ancak zaman içinde zayıflayan imparatorluk, önce 1014'de Bizans Çarı Vasilius'un, 1395'de de Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliğine geçmiş. 517 yıl Osmanlı kültürüyle kaynaşarak yaşayan Ohrid 1912 yılında Balkan Savaşı'ndan sonra Osmanlı'dan kopmuş.
Bugün Osmanlı'ya dair belki pek çok şey unutulmuş ama Makedonyalı'nın hala unutamadığı bir şey var: Osmanlı Veziri Yanyalı Tepedelenli Ali Paşa ve Frosina'nın hikayesi. Bugün hala sokaklarda çalan oldukça ünlü bir şarkı, Frosina.
III. Selim tarafından vezirliğe getirilen Tepedelenli Ali Paşa, Balkan Yarımadası'nın güneyini özerk bir şekilde yönetirken, başına buyruk hareket etmeye başlar. Osmanlı'ya karşı Sırplar'ı, Yunanlılar'ı ayaklandırır. Sonuçta padişahtan ferman çıkar. Ali Paşa'nın kellesi gidecektir. Ali Paşa Yanya'ya kaçar. Ancak Yanya'nın düşüşü Ali Paşa'nın sonu olur. Kellesi Yanya sokaklarında bir sini içinde gezdirilir.
Frosina Ohrid'li çok güzel bir kızdır. Çardakta gergef işlerken görür Frosina'yı, Tepedelenli Ali Paşa. Kendisine getirilmesi için yardımcılarını gönderir. Frosina'nın sevgilisi vardır. İtiraz eder. Hıristiyan olduğunu ve onun haremi olamayacağını söyler ama bir taraftan da çok korkar. Tam o sırada padişahtan ferman çıktığı duyulur Ali Paşa'nın kellesi için. ‘‘Müjdeler olsun Frosina Sultan'ın askerleri Ali Paşa'yı öldürdüler’’ diye devam eder şarkı.
HERŞEY ESKİSİ GİBİ
Uzun sürmüş medeniyetlerin, yarışan kültürlerin canlı şahidi olmuş gerçek bir müze kent Ohrid. Beş bini Türk olmak üzere 45 bin nüfusu olan bu kentte Makedonlar, Türkler, Arnavutlar, yüzyıllardır uyum içinde yaşamaktalar. Resmi dil Medonca. Türkçe eğitim yapmak isteyenler için sekiz yıllık okul mevcut.
Ohrid'liler; eski gelenekleri, çok iyi korunmuş doğası ve kültürel mirası ile kıskanılacak kadar güzel olan bu yaşamı, ödünç olarak almışlar kendilerinden önceki kuşaktan, gelecek kuşağa ödünç vermek üzere. Bu nedenle Ohrid'liyi UNESCO da ödüllendirmiş, dünya kenti ilan etmiş burayı ve korumaya almış. Bu şu anlama geliyor; Ohrid'de istediğiniz yerde istediğiniz inşaatı yapamıyorsunuz, şehir planı çok ciddi bir biçimde uygulanıyor.
İstanbul'da çoktan varlığını unuttuğumuz eski merdivenli, Arnavut kaldırımlı sokaklar Ohrid'de 500 yıl önce nasıl yapılmışsa aynen muhafaza ediliyor.
Ohrid'linin akşam vakti piyasa yaptığı çarşı yolu, Çar Samuil döneminden kalma.
Bu çarşı yolunun tam ortasında asırlık bir çınar var, çevresi alçak taş bir duvarla çevrilmiş. Yaşlılar günün her saatinde burada toplanıp sohbet ediyor. Sanki çınarla özdeşleşmiş gibiler. Ve hemen yakınında 500 yıllık Zeynel Abidinpaşa medrese ve camii yeralıyor. Bu meydanda bir an duraklayıp etrafınıza baktığınızda Osmanlı'nın bir zamanlar buradan geçtiğini fark ediyorsunuz. Akşam vakti göl kenarındaki bir lokantada ya da kahvede oturduğunuzda, karşı kıyı İstanbul Boğazı'nı anımsatıyor size. Ama hangi İstanbul'u? Bahçelerinde mavi-pembe ortancaların açtığı, kayıkhaneleri ve ufacık iskeleleriyle asırlık at kestaneleri arasına gizlenmiş yalıların olduğu, ıhlamurların, erguvanların, çınarların henüz kesilmediği İstanbul'u elbette.
Ohrid'de Hıristiyanlığın ilk dönemlerine ait pek çok kilise de var. En ünlüleri St. Sofya ve St. Kliment kiliseleri. Bir de Makedonyalı yönetmen Milcho Manchevski'nin ‘‘Yağmurdan Önce’’ filmindeki cenaze sahnesinin çekildiği St. Stefan kilisesi.
VİZE VE AYAKBASTI YOK
Ohrid Gölü'nün üçte ikisi Makedonya'ya, üçte biri ise Arnavutluk'a ait. Ohrid'in aynı zamanda içme suyu kaynağı da olan bu göl, çevresindeki pek çok kaynaktan devamlı olarak besleniyor. Bunlardan biri ‘‘Soğuk Su’’, tertemiz, etrafı sazlarla kaplı, içinde kuğuların, bir de renk renk minicik kayıkların dolaştığı bir kanal. Kayıkla dolaşırsanız size kuğular da eşlik ediyor bu gezintide. Göl büyük bir titizlikle korunmuş; dibi yer yer çimen yeşili ve mor renkte yosun benzeri bir bitki ile kaplı. Suyunun ısısı yaz ve kış hiç değişmiyor: 12 derece.
Ohrid gölünün civarındaki bir başka ilginç yer de Struga kasabası. Struga Arnavutluk sınırına en yakın bölgede kurulmuş minicik bir kasaba. Ohrid Gölü'nün suyu Struga'dan bir kanalla Kara Dirim nehrine akıyor. Kanalın her iki tarafı ağaçlarla, çiçek ve çimlerle çevrilerek yürüme yolu olarak düzenlenmiş. Ayrıca gölün kenarında pırıl pırıl kumuyla doğal plajlar uzayıp gidiyor.
Ohrid yüzyılların geleneğini devamlılık içinde günümüze getiren bir kent. Dünyanın dört bir köşesinden gelen turistler tarafından ziyaret ediliyor. Çünkü aynı zamanda 30 bin yatak kapasiteli bir turizm kenti. Hemen hepsi göl kenarında olan ve beş yıldız kalitesindeki otellerde kişi başına (yarım pansiyon) 30-50 mark arası bir fiyata konaklayabiliyorsunuz. Ve Ohrid ziyaret edenlerde çok güzel anılar bırakıyor. Üstelik ne vize, ne de ayak bastı parası gerekiyor.