Bakırköy kartpostallarım
Taksi şoförü öfkeli, “Bayramda tatil de ne demek? Ailenle ol. Büyüklerine git.” Gelenek dediniz, bayramda bir yere gitmediniz. Paranız çıkışmadı, gidemediniz. Yollarda helak oluyoruz! Tatilden sonra tatile ihtiyacımız oluyor dediniz. Evde kaldınız. Sizi kendi şehrinizde yavaş turizme davet ediyorum. Ailenizle. Sevgilinizle. Tek başınıza. Kendi rehberiniz olun. Kredi kartınızı evde bırakın. Akbilinizle şehrinizi keşfe çıkın. Bayramda yavaş turizm adresim Bakırköy...
Bizansta imparatorların taç giydiği, yazlık saraylarının bulunduğu Hebdemon. Osmanlının ordularının dar-ül harp’e giderken Batı seferlerinin çıkış noktası Makriköy. Cumhuriyetle birlikte de, yurtta her yerin ismini Türkçeleştirme politikasıyla Bakırköy.
İstanbul’a geldiğinizi nasıl anlarsınız? Otomobille gelenler her yerde birbirine benzeyen teneke tabelalardan.
Bakırköy’ün uç noktasında, gemilerin gece bekçisi Yeşilköy Feneri’nin önünde durdum. Çimlere yayıldım. İlerde, yüzünü karaya çevirmiş Türkiye’ye inat edercesine, suyun üstüne usulce uzanan Atatürk’ün metruk Florya Köşkü.
Düşsel bir yolculuk yaptım Boğaza doğru. Rotamı çizdim. Bayramda nereye gidilir? Bakırköy Müslüman Mezarlığı’nda iki kültür abidesi yatıyor. Ziya Paşa’sından da bildiğimiz Halid Ziya Uşaklıgil.
“Sirkat çoğalıp lâfz-ı sadâkat modalandı / Nâmus tamam oldu hamiyyet yeni çıktı” (Hırsızlık çoğalıp sadakat sözü moda haline geldi, namusu bitirdik, hamiyet yeni çıktı)
Az ötede de Cenab Şahbettin.
“Rüzgâr değmez oldu artık yüzüme / Gün ışığı kapıma boş yere gelir…”
Beni cevapsız bıraktılar
Görevliyle sohbet ettim. Sevindirici haber. Gençler, özellikle kızlar, sık ziyarete gelirmiş.
Yoldan bakınca, duvarın üstünde, tarihi mezar taşlarını görmemizi engelleyen kocaman afiş.
“Hayat Kurtaran Konser! Bedük. 18 Eylül Botanik Park.”
Rum mezarlığına giremedim. Kapısı kilitli, kimse yoktu.
Geç Osmanlı mimarisi heybetli bina dikkatimi çekti.
“Neyin nesi” diye kime sorsam dışlandım. Elimdeki defter ve fotoğraf makinamdan mı çekindiler?
Ermeni okuluymuş. Yenisi yapılınca metruk kalmış.
Okulun yanındaki Surpastvazazan Kilisesi görevlisine sordum “Neden beni cevapsız bıraktılar” diye.
“Ya tipini beğenmediler bizi korumak istiyorlar, ya da bizi sevmiyorlar.”
Kanuni fillerini tutarmış
Bir sonraki durağım Zuhurat Baba Türbesi.
Rivayete göre, İstanbul’un fethinde Bizanslılar suları zehirleyince askerlere içebilecekleri pınarı bulmuş. Yüze yakın kadın. Ku’ran’dan okuyor, adak adıyor, namaz kılıyor, Zuhurat Baba’ya yaklaşmak, ellerini türbenin herhangi bir yerine değdirmek için itişiyorlar. “Sen ne biçim Müslümansın?” diye bağırış çağırış. Ardından kadınlar arasında kavga koptu birisi mum yakınca.
Fildamı. Ne olabilir? Merak ettim. Soruyorum. Duymuşlar ama nerde olduğunu bilmiyorlar. Biri, “Kanuni fillerini burada tutarmış” dedi. Yeni yükselen TOKİ’ler arasına sıkışmışi Kocaman. Dünyanın en büyük Bizans sarnıçlarından. Haline terkedilmiş.
Müzeler sürprizi
Fildamına yürüyüş mesafesinde, engellilerin eğitimi ve tedavasi için kurulmuş Nakipoğlu Merkezi’nin üst katında Türkiye’de fotoğrafçıların çoğunun bilmediği, icadından bu yana yüzlerce fotoğraf makinesi ve aksesuarının sergilendiği müze. Bakırköy müzeler süprizi... Ülkede psikiyatrinin kurucusu Mazhar Osman’ın adını alan hastanenin yerleşkesinde, Paris’te orijinali bulunan Rodin’in ünlü ‘Düşünen Adam’ heykeli yakınında bir müze daha. Psikiyatrist olan babam anlatmıştı. Haksızlığa karşı şiirleriyle de ünlü Neyzen Tevfik, Bakırköy’de yatarken bile devletin sanatkarına saygısı o denliymişki istediği zaman gelir yatar, istediğinde gidermiş.
Gene yakında, Opera ve Sanat Merkezi’nde, Milano’da La Scala prima donnalarından dünyaca ünlü soprano Leyla Gencer’in müzesi sonbaharda açılmayı bekliyor.
Aslı Erdoğan nöbeti
Akıl hastenesinden yoluma devam ettiğimde bir kalabalık. Çoğu kadın. Onlar da, Türkiye’nin gene dünyaca ünlü yazarlarından, Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde yatan Aslı Erdoğan için toplanmışlar. Beni aralarına aldılar. Basın açıklaması yaparken duvarların arkasından varlığımızı farkeden kadın mahkumların bir an sesi yükseldi. Aniden kesildi. Bakırköy’ün Ebuziyya Caddesi’nde sabah gördüğüm alış-veriş çılgınlığı devam ediyordu akşam ayrılırken.
Bir dükkânda yazı. “Ne alırsan al, beş TL.”
Son, durağım Florya sahilinde yeşillikler içinde Rönepark.
Neşe içinde rengârenk tavus kuşları, bembeyaz hindiler ve tek bir tavşanın peşinde çocuklar, çocuklar ve çocuklar...