Serhan YEDİG
Son Güncelleme:
Ayağımda orkideler, başımda bulutlar
Kışın tortusundan kurtulmak, ruhumu ormanların yeşiliyle yıkamak, hafızamdaki tüm bina, cadde, sokak görüntülerini silmek istiyordum. Bir haftam vardı. Gürcistan sınırındaki Camili Köyü’ne gittim. Karçal Dağı’nın eteklerindeki, Avrupa’nın en yaşlı ormanlarından, Edrene ve Çugat’ın kıyısında yürüdüm.
Yıldız Gölü’nün buzlu sularında yüzdüm. Temmuz sıcağında kavrulan İstanbul görüntüleri ikinci gün siliniverdi hafızamdan. Akşam başımı yastığa koyduğumda gözlerimin önünden orman gülleri, orkideler, zambaklar, asırlık gürgenler geçiyordu.
“Burası güneşin günde, hatta bazen saatte altı kez doğup battığı tek yer herhalde” diyor rehberim İsmail, Edrene Ormanı’nın kıyısından geçerken. Haksız sayılmaz. Yaklaşık 1500 metre irtifada yürürken altımızdaki vadilerden sis, üstümüzdeki tepelerden yağmur bulutları geliyor sürekli. Gri bulutlar hışımla çevremizdeki orman kaplı dağlara çarpıp yağmurunu bırakıyor, yok oluyor; güneş ortaya çıkıyor. Sis üstümüzü kaplıyor, bir süre serpinti içinde ilerleyip, yine güneşe kavuşuyoruz. Kimi zaman ikisi birleşip, iyice ıslatıyor bizi. Avrupa’nın en yaşlı, balta girmemiş, el değmemiş ormanlarından ikisi bu sayede hayatta kalıyor. Çayırları rengarenk bir kilim gibi kaplayan, 15 günde bir yerini farklı türlere bırakan çiçekler bu sayede açıyor.
Gürcüler, Karçal Dağları’nın eteklerindeki avuç içini andıran, dört dağ uzantısıyla vadilere ayrılan bölgeye bu özelliğini yansıtan Macaheli ismini vermiş. Türkçeye Maçahel olarak aktarılmış. 1921’de ortasından sınır geçince 12 köy Sovyetler Birliği’nde, altı köy Türkiye’de kalmış. Vadilerden ikisinde UNESCO’nun dört yıl önce “biyosfer rezervi” ilan ettiği, koruma altındaki, Edrene ve Çugat ormanları bulunuyor. Boz ayı, geyik, karaca dahil nesli tükenmek üzere olan çok sayıda canlının yaşadığı iki ormana bölge halkı bile girmeye çekiniyor. Camili Köyü’nden 12 yaylaya çıkan patikalar bu ormanları çeviren sırtların üstünde. Bölgedeki yürüyüş turlarında genellikle Karçal eteklerindeki Karagöl’den başlayıp, 2300 metre irtifadaki Beyazsu Yaylası’na uzanıyor, 300 metre irtifadaki Camili’de tamamlanıyor.
Biz TEMA Konukevi’nin işletmecisi Nuri Köse ve TEMA Rehberi Yunus Bıyıklı’nın önerileri doğrultusunda, iki kişilik kendi turumuzu planladık. Önce Beyazsu Yaylası’na çıkıp Edrene’nin kıyısından aşağıya yürüdük, sonra Camili çevresini dolaştık, gücümüzü toplayıp son gün Çugat’ın kıyısından Fındık Yaylası’na tırmandık. Dönüşte otostopla, safari benzeri bir yolculuğun ardından Mereta’nın tepesini aşıp, alabalık dolu dereleri izleyerek Meydancık’a indik.
BATUM’UN IŞIKLARINI GÖRDÜK
Borçka-Beyazsu arasındaki 53 kilometrelik dağyolu arazi araçlarına bile kök söktürecek kadar zorlu. Turizm gönüllüsü İsa Atar’ın 2001 model Ford minibüsüyle, taşların üstünden sekerek üç saatte çıktık. Tarifeli minibüs seferi ise salı, perşembe günleri yapılıyor. İsa Atar’ın babası, emekli bankacı Hızır Bey, birkaç yıl önce TEMA’nın desteğiyle yaylanın yegane pansiyonunu inşa etmiş. İki odalı, 10 yataklı pansiyonun arkasında, yaklaşık bir kilometre uzaklıkta Karçal’ın zirvesi yükseliyor. Çevredeki tepeler, golf sahasını andıran kısa çimlerle kaplı. Yüksekteki vadilerin buzullardan süzülen su, yeraltından aşağılara ulaşıp, Beyazsu’da ansızın güçlü bir pınar olarak yeryüzüne çıkıyor. Bol sulu rakı rengindeki kaynak, köylünün yaptırdığı türbini döndürüp tüm köye elektrik sağlıyor. “Çocukluğumda bu yaylaya yüzlerce hayvan getirilirdi. Şimdi sadece emekliler ve tatilciler geliyor, hayvan sayısı çok azaldı” diyor Hızır Atar. Şansımıza hava açık. Rize’den Gürcistan’a uzanan yaklaşık 200 kilometrelik alandaki dağları, ormanları kuşbakışı görüyoruz. Hatta hava biraz kararınca Batum’un ışıkları beliriyor uzaktan. Sonra elimizi uzatsak tutacakmışçasına yakın yıldızlar ve Samanyolu.
Ertesi sabah erkenden Yıldız Gölü’ne doğru yola çıkıyoruz. Kılavuzumuz 59 yaşındaki Hızır Atar ve kuzeninin Gürcistan’dan gelen eşi Dali (51). Toplam 1,5 kilometrelik patika, yayladan 400 metre yükseğe tırmanıyor. Bir kısmını çığ yok etmiş. Dağgüllerini, uçuruma dönüşen buzulları geçip 3 saatte nefes nefese göle ulaşıyoruz. Turkuvaz renkli, yaklaşık 100 metre çapındaki göl, zirvedeki buzullardan gelen suyla besleniyor. Sularıyla alttaki düzlükte 10’ar metre iki küçük göl daha oluşturmuş. Ön cephesindeki cayır büyüleyici çiçeklerle kaplı. Orkide, dağgülü, zambak, kekik... 15 yıl önce Kaçkar’ın eteğinde, çevresi buzul kaplı Büyükdeniz Gölü’nde donmadan 15 dakika yüzmeyi başarmıştım. Aynı güvenle atladığım Yıldız’da soluğum kesildi. İlk girişte 4, ikinci girişte yaklaşık 6 dakika dayanabildim. Tüm yorgunluğumu sulara bırakıp çıktığımda cildimden adeta alev püskürüyordu.
Dönüşte, Karadeniz yönünde bulutlar belirdi. Sel suyu gibi hızla vadileri doldurup, Beyazsu’ya ulaştılar. Yaylayı ele geçirmeleri zor oldu. Dağdan esen rüzgar defalarca bulutları dağıttı. Beyazsu’ya ulaştığımızda, yayla sise teslim olmuştu. Çevreyi incelemek için kısa bir tura çıktık. Evler kestane ağaçlarından, geçme sistemiyle yapılmıştı. Koruyucu boya sürülmemiş, sadece bazı evlerde kalas araları köpükle doldurulmuştu. Bu nedenle evler havadardı, hepsinde soba yakılıyordu. Geçmişte çatıları kaplayan ağaç kabukların yerine artık oluklu sac tercih ediliyor, evlerin zeminleri betonlanıyordu. Evleri incelerken sislerin içinden, İngilizce konuşan bir çocuk sesi belirdi. Seke seke yanımızdan geçerken Amerikan aksanıyla çocuk şarkıları söyleyen Gönül (8), Borçka’da özel bir ilköğretim okulunun öğrencisiydi.
DAĞDA LONGOZ OLUR MU
Ertesi gün, İsa Atar çantalarımızı minibüsle Camili’ye gönderdi. 16 kilometrelik iniş yürüyüşümüz kesif siste başladı. Yaklaşık 20 metreydi görüş mesafesi. Gorgit’e kolayca ulaşırsınız, demişlerdi. Rehberimiz İsmail, bizi orada bekliyordu. Fakat heyelan olmuş, patikanın 50 metresi kaybolmuştu. Dağgülleri ve dev eğreltiotlarının arasında iki tur atıp iyice ıslandığımız halde patikayı bulamayınca İsmail’i aradık, gelip bizi aldı.
1760 metre irtifadaki Gorgit, kayalık alandaki çöküntünün üstüne toprağın dolmasıyla oluşmuştu. Arkasındaki tepelerden dört derecik, şelaleler oluşturarak iniyordu. Baharda, yaylanın altındaki kaya çanağı suyla dolunca önündeki orman alanı longoza, yani bataklığa dönüşüyor, etrafı sinek basıyordu. Efeler halkı mayısta çıkıyordu bu yaylaya. Haziranda sinekler artınca (yani yayla gör ve git halini alınca) 3200 metre irtifadaki Çukunet’e göçüyor, ağustosta geri dönüyordu. Neyse ki biz yağmurda geçtik yaylayı, birkaç sivrisinek ısırığıyla atlattık.
Yayla çevresindeki çayırlar cennet bahçesi gibiydi. Zambak, orkide (Laz salebi), çiğdem ve adını bilmediğimiz çok farklı türlerde çiçek açmıştı. Bizi en şaşırtan görüntü, çayırın ortasında, beş metre çapındaki top şeklindeki kayanın tepesinde kendi toprağını oluşturup, bembeyaz çiçekler açan dağgülüydü. Bölgede otoyolun ulaşmadığı yegane yayla olduğu için Gorgit’in bu güzellikleri korunabilmişti. TEMA’nın doğaseverler için yaptırdığı, köylülerin karşı çıktığı, tamamlanmadan esrarengiz şekilde yanan misafirevinin yerine, bu yıl köylüler iki yeni pansiyon inşa etmişti. Ancak ikisi de henüz hizmete açılmamıştı.
Gorgit’ten Efeler’e inen patika, mayısta sarı ve mor, temmuzda beyaz ve pembe açan dağgüllerinin arasından geçiyordu. Dereler tahta köprülerle, bataklık ve çamur alanlar köylülerin kütükten yaptığı zemin döşemesi sayesinde rahatlıkla aşılıyordu. Ormandan geçerken boyları 50 metreyi aşan, asırlık doğu gürgenlerine, ladinlere, dev ıhlamurlara rastladık. Dev bir gürgendeki Şükrü ismini gösteren rehberimiz İsmail “Üç yıl önce, 80 yaşında öldü Şükrü Dede. Bu yazı en az 40 yıllık” dedi. Kimbilir ne kışlar, fırtınalar, çığlar atlatmış bu ağaçlar. Herbirinin müthiş öyküleri olmalıydı. Ağaçlara tapan Kafkas şamanlarını, bin yıllık sekoyaları kucaklamak için ormanlara giden Amerikalı new age tarikatlarını hatırladım. Büyük dedelerimizle yaşıt bu görkemli doğa anıtlarından her birini sevgiyle kucaklamak geçti içimden. Yolumun üstündekilere dokunup, merhaba, demekle yetindim.
11,5 kilometre sonra, Aksu Mahallesi’ndeki toprak otoyola çıktığımızda sis aralandı. Karşımızda Karadeniz’e uzanan, gürgen, ıhlamur, kestane ağaçlarıyla kaplı yemyeşil bir vadi belirdi. Yaklaşık 200 metre altımızda akan Efeler Deresi’nin sesi yukarılara kadar geliyordu. Yarım saat sonra Efeler’e vardık. Bölgedeki en eski yerleşimdi burası. Geçmişinin en az iki bin yıl öncesine uzandığı tahmin ediliyordu. Geçmişten geriye sadece yol üstündeki iki köprü kemeri kalmıştı. Buna karşın ormanlarında eski mezarlıklar, girişi kemerli mağaralar olduğunu, camisinin kilise kalıntıları üstüne inşa edildiğini öğrendik. 1213’te ölen Gürcü Kraliçesi Tamara’nın kemiklerinin gizlice buraya getirildiği rivayet ediliyordu. Köyün evleri yüzlerce metre aralıkla serpiştirilmiş, bazıları küçük öbekler oluşturmuştu. Camili’ye bağlanan 8,5 kilometrelik stabilize yol, Karadeniz’e doğru gittikçe güçlenerek akan Efeler Deresi’nin yanından kah yükseklere tırmanıp, kah suyla buluşarak ilerliyordu. Maral Deresi’yle birleştiği nokta hem Gürcistan sınırı hem de Camili köyüydü. (Haftaya Maral Şelalesi, Fındık, Mereta, Papart yaylaları, Kafkas arıları ve Bodrum’la yarışan fiyatlar.)
“Burası güneşin günde, hatta bazen saatte altı kez doğup battığı tek yer herhalde” diyor rehberim İsmail, Edrene Ormanı’nın kıyısından geçerken. Haksız sayılmaz. Yaklaşık 1500 metre irtifada yürürken altımızdaki vadilerden sis, üstümüzdeki tepelerden yağmur bulutları geliyor sürekli. Gri bulutlar hışımla çevremizdeki orman kaplı dağlara çarpıp yağmurunu bırakıyor, yok oluyor; güneş ortaya çıkıyor. Sis üstümüzü kaplıyor, bir süre serpinti içinde ilerleyip, yine güneşe kavuşuyoruz. Kimi zaman ikisi birleşip, iyice ıslatıyor bizi. Avrupa’nın en yaşlı, balta girmemiş, el değmemiş ormanlarından ikisi bu sayede hayatta kalıyor. Çayırları rengarenk bir kilim gibi kaplayan, 15 günde bir yerini farklı türlere bırakan çiçekler bu sayede açıyor.
Gürcüler, Karçal Dağları’nın eteklerindeki avuç içini andıran, dört dağ uzantısıyla vadilere ayrılan bölgeye bu özelliğini yansıtan Macaheli ismini vermiş. Türkçeye Maçahel olarak aktarılmış. 1921’de ortasından sınır geçince 12 köy Sovyetler Birliği’nde, altı köy Türkiye’de kalmış. Vadilerden ikisinde UNESCO’nun dört yıl önce “biyosfer rezervi” ilan ettiği, koruma altındaki, Edrene ve Çugat ormanları bulunuyor. Boz ayı, geyik, karaca dahil nesli tükenmek üzere olan çok sayıda canlının yaşadığı iki ormana bölge halkı bile girmeye çekiniyor. Camili Köyü’nden 12 yaylaya çıkan patikalar bu ormanları çeviren sırtların üstünde. Bölgedeki yürüyüş turlarında genellikle Karçal eteklerindeki Karagöl’den başlayıp, 2300 metre irtifadaki Beyazsu Yaylası’na uzanıyor, 300 metre irtifadaki Camili’de tamamlanıyor.
Biz TEMA Konukevi’nin işletmecisi Nuri Köse ve TEMA Rehberi Yunus Bıyıklı’nın önerileri doğrultusunda, iki kişilik kendi turumuzu planladık. Önce Beyazsu Yaylası’na çıkıp Edrene’nin kıyısından aşağıya yürüdük, sonra Camili çevresini dolaştık, gücümüzü toplayıp son gün Çugat’ın kıyısından Fındık Yaylası’na tırmandık. Dönüşte otostopla, safari benzeri bir yolculuğun ardından Mereta’nın tepesini aşıp, alabalık dolu dereleri izleyerek Meydancık’a indik.
BATUM’UN IŞIKLARINI GÖRDÜK
Borçka-Beyazsu arasındaki 53 kilometrelik dağyolu arazi araçlarına bile kök söktürecek kadar zorlu. Turizm gönüllüsü İsa Atar’ın 2001 model Ford minibüsüyle, taşların üstünden sekerek üç saatte çıktık. Tarifeli minibüs seferi ise salı, perşembe günleri yapılıyor. İsa Atar’ın babası, emekli bankacı Hızır Bey, birkaç yıl önce TEMA’nın desteğiyle yaylanın yegane pansiyonunu inşa etmiş. İki odalı, 10 yataklı pansiyonun arkasında, yaklaşık bir kilometre uzaklıkta Karçal’ın zirvesi yükseliyor. Çevredeki tepeler, golf sahasını andıran kısa çimlerle kaplı. Yüksekteki vadilerin buzullardan süzülen su, yeraltından aşağılara ulaşıp, Beyazsu’da ansızın güçlü bir pınar olarak yeryüzüne çıkıyor. Bol sulu rakı rengindeki kaynak, köylünün yaptırdığı türbini döndürüp tüm köye elektrik sağlıyor. “Çocukluğumda bu yaylaya yüzlerce hayvan getirilirdi. Şimdi sadece emekliler ve tatilciler geliyor, hayvan sayısı çok azaldı” diyor Hızır Atar. Şansımıza hava açık. Rize’den Gürcistan’a uzanan yaklaşık 200 kilometrelik alandaki dağları, ormanları kuşbakışı görüyoruz. Hatta hava biraz kararınca Batum’un ışıkları beliriyor uzaktan. Sonra elimizi uzatsak tutacakmışçasına yakın yıldızlar ve Samanyolu.
Ertesi sabah erkenden Yıldız Gölü’ne doğru yola çıkıyoruz. Kılavuzumuz 59 yaşındaki Hızır Atar ve kuzeninin Gürcistan’dan gelen eşi Dali (51). Toplam 1,5 kilometrelik patika, yayladan 400 metre yükseğe tırmanıyor. Bir kısmını çığ yok etmiş. Dağgüllerini, uçuruma dönüşen buzulları geçip 3 saatte nefes nefese göle ulaşıyoruz. Turkuvaz renkli, yaklaşık 100 metre çapındaki göl, zirvedeki buzullardan gelen suyla besleniyor. Sularıyla alttaki düzlükte 10’ar metre iki küçük göl daha oluşturmuş. Ön cephesindeki cayır büyüleyici çiçeklerle kaplı. Orkide, dağgülü, zambak, kekik... 15 yıl önce Kaçkar’ın eteğinde, çevresi buzul kaplı Büyükdeniz Gölü’nde donmadan 15 dakika yüzmeyi başarmıştım. Aynı güvenle atladığım Yıldız’da soluğum kesildi. İlk girişte 4, ikinci girişte yaklaşık 6 dakika dayanabildim. Tüm yorgunluğumu sulara bırakıp çıktığımda cildimden adeta alev püskürüyordu.
Dönüşte, Karadeniz yönünde bulutlar belirdi. Sel suyu gibi hızla vadileri doldurup, Beyazsu’ya ulaştılar. Yaylayı ele geçirmeleri zor oldu. Dağdan esen rüzgar defalarca bulutları dağıttı. Beyazsu’ya ulaştığımızda, yayla sise teslim olmuştu. Çevreyi incelemek için kısa bir tura çıktık. Evler kestane ağaçlarından, geçme sistemiyle yapılmıştı. Koruyucu boya sürülmemiş, sadece bazı evlerde kalas araları köpükle doldurulmuştu. Bu nedenle evler havadardı, hepsinde soba yakılıyordu. Geçmişte çatıları kaplayan ağaç kabukların yerine artık oluklu sac tercih ediliyor, evlerin zeminleri betonlanıyordu. Evleri incelerken sislerin içinden, İngilizce konuşan bir çocuk sesi belirdi. Seke seke yanımızdan geçerken Amerikan aksanıyla çocuk şarkıları söyleyen Gönül (8), Borçka’da özel bir ilköğretim okulunun öğrencisiydi.
DAĞDA LONGOZ OLUR MU
Ertesi gün, İsa Atar çantalarımızı minibüsle Camili’ye gönderdi. 16 kilometrelik iniş yürüyüşümüz kesif siste başladı. Yaklaşık 20 metreydi görüş mesafesi. Gorgit’e kolayca ulaşırsınız, demişlerdi. Rehberimiz İsmail, bizi orada bekliyordu. Fakat heyelan olmuş, patikanın 50 metresi kaybolmuştu. Dağgülleri ve dev eğreltiotlarının arasında iki tur atıp iyice ıslandığımız halde patikayı bulamayınca İsmail’i aradık, gelip bizi aldı.
1760 metre irtifadaki Gorgit, kayalık alandaki çöküntünün üstüne toprağın dolmasıyla oluşmuştu. Arkasındaki tepelerden dört derecik, şelaleler oluşturarak iniyordu. Baharda, yaylanın altındaki kaya çanağı suyla dolunca önündeki orman alanı longoza, yani bataklığa dönüşüyor, etrafı sinek basıyordu. Efeler halkı mayısta çıkıyordu bu yaylaya. Haziranda sinekler artınca (yani yayla gör ve git halini alınca) 3200 metre irtifadaki Çukunet’e göçüyor, ağustosta geri dönüyordu. Neyse ki biz yağmurda geçtik yaylayı, birkaç sivrisinek ısırığıyla atlattık.
Yayla çevresindeki çayırlar cennet bahçesi gibiydi. Zambak, orkide (Laz salebi), çiğdem ve adını bilmediğimiz çok farklı türlerde çiçek açmıştı. Bizi en şaşırtan görüntü, çayırın ortasında, beş metre çapındaki top şeklindeki kayanın tepesinde kendi toprağını oluşturup, bembeyaz çiçekler açan dağgülüydü. Bölgede otoyolun ulaşmadığı yegane yayla olduğu için Gorgit’in bu güzellikleri korunabilmişti. TEMA’nın doğaseverler için yaptırdığı, köylülerin karşı çıktığı, tamamlanmadan esrarengiz şekilde yanan misafirevinin yerine, bu yıl köylüler iki yeni pansiyon inşa etmişti. Ancak ikisi de henüz hizmete açılmamıştı.
Gorgit’ten Efeler’e inen patika, mayısta sarı ve mor, temmuzda beyaz ve pembe açan dağgüllerinin arasından geçiyordu. Dereler tahta köprülerle, bataklık ve çamur alanlar köylülerin kütükten yaptığı zemin döşemesi sayesinde rahatlıkla aşılıyordu. Ormandan geçerken boyları 50 metreyi aşan, asırlık doğu gürgenlerine, ladinlere, dev ıhlamurlara rastladık. Dev bir gürgendeki Şükrü ismini gösteren rehberimiz İsmail “Üç yıl önce, 80 yaşında öldü Şükrü Dede. Bu yazı en az 40 yıllık” dedi. Kimbilir ne kışlar, fırtınalar, çığlar atlatmış bu ağaçlar. Herbirinin müthiş öyküleri olmalıydı. Ağaçlara tapan Kafkas şamanlarını, bin yıllık sekoyaları kucaklamak için ormanlara giden Amerikalı new age tarikatlarını hatırladım. Büyük dedelerimizle yaşıt bu görkemli doğa anıtlarından her birini sevgiyle kucaklamak geçti içimden. Yolumun üstündekilere dokunup, merhaba, demekle yetindim.
11,5 kilometre sonra, Aksu Mahallesi’ndeki toprak otoyola çıktığımızda sis aralandı. Karşımızda Karadeniz’e uzanan, gürgen, ıhlamur, kestane ağaçlarıyla kaplı yemyeşil bir vadi belirdi. Yaklaşık 200 metre altımızda akan Efeler Deresi’nin sesi yukarılara kadar geliyordu. Yarım saat sonra Efeler’e vardık. Bölgedeki en eski yerleşimdi burası. Geçmişinin en az iki bin yıl öncesine uzandığı tahmin ediliyordu. Geçmişten geriye sadece yol üstündeki iki köprü kemeri kalmıştı. Buna karşın ormanlarında eski mezarlıklar, girişi kemerli mağaralar olduğunu, camisinin kilise kalıntıları üstüne inşa edildiğini öğrendik. 1213’te ölen Gürcü Kraliçesi Tamara’nın kemiklerinin gizlice buraya getirildiği rivayet ediliyordu. Köyün evleri yüzlerce metre aralıkla serpiştirilmiş, bazıları küçük öbekler oluşturmuştu. Camili’ye bağlanan 8,5 kilometrelik stabilize yol, Karadeniz’e doğru gittikçe güçlenerek akan Efeler Deresi’nin yanından kah yükseklere tırmanıp, kah suyla buluşarak ilerliyordu. Maral Deresi’yle birleştiği nokta hem Gürcistan sınırı hem de Camili köyüydü. (Haftaya Maral Şelalesi, Fındık, Mereta, Papart yaylaları, Kafkas arıları ve Bodrum’la yarışan fiyatlar.)