GeriSeyahat ASKERE ‘VURMA’ EMRİ
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
ASKERE ‘VURMA’ EMRİ

ASKERE ‘VURMA’ EMRİ

… diyordu Milliyet’in başlığı. “Kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik kampanya çerçevesinde hazırlanan filmler kışlalarda askerlere gösterilecek”. Niye asker kışlası seçilmiş, anlıyorum ama… askerliğin ‘şiddete karşı kampanya’ yürütmek için ideal bir ortam olduğunu sanmıyorum.

“Kadından sorumlu Devlet Bakanlığı tarafından başlatılan, kadına karşı şiddete son verilmesine yönelik kampanya çerçevesinde kışlalara gönderilen eğitim filmlerinde er ve erbaşlara, kadın dövmenin yasal sonuçları hakkında uyarı yapılıyor. Altı ayrı eğitim filminden oluşan sette, ‘Şiddet bulaşıcıdır’ - ‘Çağdaş Köle’ - ‘Aydınlığa Bir Adım’ - ‘Baş Belası Başlık’ - ‘Yere Batsın Böyle Töre’ - ‘İmam Nikâhı’ başlıklarıyla sergilenen oyunlarla askere, ‘kadına vurmayın’ mesajı veriliyor.” (Saliha Çolak’ın haberi - Milliyet, 19 şubat)

 

*

 

Her zeminde, her yerde bu tür kampanyalar faydalı. Desteklenmeli. Zararı olmaz en azından.

 

Kışla da, herhalde, evlilik yaşındaki genç erkeklerin toplu bulunduğu ve her Türk erkeğinin yolunun düştüğü için seçilmiş olmalı.

 

Ama ‘kadına karşı şiddet’ kampanyasının kışla ortamında yürütülmesi pedagojik ve psikolojik açıdan yerinde bir karar mıdır? Herhalde uzmanlar bir sakınca görmemiş olmalılar.

 

Benim iki açıdan tereddüdüm var.

 

Biri askerlik denilen ‘şeyin’ tabiatıyla ilgili. Diğeri tatbikatıyla.

 

Askerlikte insana ‘vatanı savunmak için karşıdakini (= düşman) yok etme sanatı’ öğretilir. En kaba tarifiyle askerlik budur. Ölmemeyi ve öldürmeyi...

 

Kışlada erbaş ve erlere aşılanmaya çalışılan ‘vatan sevgisi’ de öyle hümanist mümanist değil, adı üstünde, tamamen militaristtir.

 

Eşyanın tabiatı gereği.

 

Kars’ta, Hafızpaşa Kışlası’nda yaptığım askerlik sırasında, Tabur Komutanı Efendi Binbaşımın (şimdiki Efendi Kara Abim, Allah sağlık afiyet versin!) bana söylediklerini hiç unutmam.

Terhisime yakın, işleri halefime devrettikten sonra, on beş yirmi gün kadar ortalarda gezindim. Bir ara, tabur komutanı yazıcıların odasına girdiğinde, beni bir masaya oturmuş askerle sohbet eder buldu. Ses etmedi. Sonra bir fırsatını bulup beni uyardı:

 

- Askerle yüz göz olma Serdar!

- Zaten artık bitti, gidiyorum komutanım…

- Tamam ama, askerin huyunu bozarsın. Şunu asla unutma: emrin altındaki erbaş ve er, evli midir, anası babası çoluğu çocuğu var mıdır, hastası mı vardır, borcu harcı, bir sıkıntısı mı vardır, mutlaka bilmen gerekir. Çünkü bu, askerin askerliğini etkiler. Ama o kadar, askerin ailesini tanımayacaksın, çocuğunu sevip okşamayacaksın, erata askerliğin ötesinde yakınlık duymayacaksın…

- Niye komutanım?

- Oğlum sen yarın, bir emrinle bu adamı ölüme göndereceksin! Birinin evde yaşlı annesi var, öbürünün sütte çocuğu var, bir diğerinin senedi var… sen nasıl emir verirsin?

Ben, tamamen amatör, askerliğe hiç bu gözle bakmamıştım.

Şükürler olsun bu dersi tatbik etmem gerekmedi, tek kurşun atmadan terhis oldum hatta yıllar var ki çağdışıyım.

 

Diyeceğim şudur ki, kışla - evet, evlilik yaşındaki Türk erkeklerinin topluca en kolay ulaşılacağı yerdir ve her Türk erkeğinin yolu mutlaka kışladan geçer ama… askerlik, gücün ve şiddetin en iyi ve en etkili şekilde kullanılması sanatıdır. Kışla bir ‘hoşgörü ortamı’ değildir.

 

Aynıca, ki bu ikinci tereddüt sebebim… Nasıl söylesem?

 

Kışla, üstün asta pek de hoş davranmadığı bir ortamdır. (Benim de bu konuda günah çıkarmam lazım! Bir vicdan azabım var çünkü…)

 

Lafı en kestirmeden söyleyeyim:

 

Beş dakika önce mesela ‘parke’sinin düğmesini iliklemedi diye çavuştan ağzının ortasına iki tokat yemiş askere, (akşam yemeğinden sonra yemekhanede toplayıp gözleri uykudan kapanırken) ‘Kadına el kalkmaz, ayıptır, günahtır’ demek…

 

Bilemem böyle bir kampanya ne kadar tutarlı ve etkilidir?

False