Ankara’da ‘Göl Saatleri’
Ankara’nın rengi sarı, doğduğunda kulağına okunan adıysa bozkırdır. Bu sararmış fotoğraflar, oturup beklemenin pozudur sanki. Bitmeyen bir tablonun içinde hiç dinmeyen bir ruh ağrısıdır bu duyu. Zaten tam da burada ayaklarınızı bir suya batırıp çıkarmanın o hayali gelip konar başucunuza. Tanpınar, “Bozkır kendine bir serap çeşnisi vermekten hoşlanır.” derken ne kadar da haklıdır değil mi? Çünkü suyu özlemek, suya dokunmak, suyla konuşmak insanın içinde her daim tekrar eden bir nakarattır. Pek tabi İstanbul-Ankara mukayesesinde bir ‘başkentlik’ tavrı gözükse de arka fonda süren Boğaziçi’dir, bilen bilir. Anlam okumasını uzatmayalım: Cumhuriyetimizin hükümet merkezi hudutları içinde var olan su örtülerine bakalım, Ankara’nın ‘göl saatleri’ işlesin o vakit...
Mogan: Ankara’nın ‘sahil kasabası’
İsmi üzerinde kafi derecede bir uzlaşı bulunmayan Mogan’ın halktaki adı Gölbaşı evvela bunu belirtelim. Birkaç teknik özellik söyleyelim: Kıyı uzunluğu 11 km, derinliği 5 km. 226 kuş türüne ev sahipliği yapıyor burası biliyor musunuz?
Bir iki misal verelim: Sakarmeke ve Bahri. Tabi uğruna türkü yakılan Yeşilbaş ördek ve elmabaş patkayı unutmayalım ve tabi ki balıkları da analım: sazan, kadife, turna, gümüş, yayın, kerevit. Ankara-Konya karayolu üzerinde bulunan Gölbaşı’na yolunuzu düşürün bir gün buralardan geçerseniz şayet. Güzel günbatımı fotoğrafları hatıra kalacaktır size, fondaysa bir İlhan İrem şarkısı yakalayacak sizi: “Sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin/Ürkek, şaşkın, kararsız/Duyuyorum...” Şimdi gölün diğer kardeşine selam verelim...
Eymir: Sarı’nın yeşil ve maviye dönüştüğü yer
Arazisi Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne ait. ODTÜ Spor Kulübü Kürek Takımı’nın çalışma alanı olarak tasarlanmış, ilkin. Zaten göl kenarındaki kayıkhane, Eymir’in sahibi gibi çalımlı duruyor. Göl, ormanlık bir alanın ortasında yer alıyor; fakat ağaçların ardındaki kıraçlık dikkatlerden kaçmıyor. Burası da 1930’lara kadar aslında ağaçsız imiş. Ancak söz konusu duruma 1960’ta ODTÜ rektörü olan Mustafa Kemal Kurdaş müdahale eder ve özel çabalarıyla araziyi memleketi gibi yeşillendirmek için kolları sıvar. 35 yıl sonra, yani 1995’e gelindiğinde bir rüya gerçekleşmiş olur: Sarı, yeşil ve maviyle bütünleşir. Nitekim Eymir; Kemal Kurdaş ve ODTÜ Ağaçlandırma Direktörü Alaattin Egemen gayretleri ve sonuçtan ötürü Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne layık görülür.
Bozkırın ortasında bir vaha!
Bugün bozkırın ortasında yeşil bir vaha gibi duran tablonun mimarı Kurdaş ve Egemen'dir, anmadan geçmeyelim. 160 kuş türünün evi olan Eymir, son zamanlardaki çevredeki çarpık kentleşmenin tehdidi altında. Umarım Ankaralılar, kendileri için bir nimet olan göle sahip çıkarlar. Bu arada gölün kapısı, araç giriş-çıkışına kapalı. Sadece ODTÜ döner sermayeden bir yıllığa mahsus araç giriş kartı çıkarılabiliyor, ‘ille de arabayla gezeceğim ben’ diyenlere. Söz konusu uygulama yerinde olmuş; çünkü motor, egzoz ve korna sesine uzak kalıyorsunuz. Ayrıca göl etrafını turlayan sürekli ring servisler mevcut. Yorulduğunuzda böyle güzel bir alternatifiniz var, unutmayın.
Yapmadan Dönme...
“Peki, bu göllerde ne yapılır?” diye merak ediyorsanız. İşte size birkaç maddede Ankara'nın ‘Göl Saatleri’ rehberi:
Manzaralı bir kahvaltı: Eğer günün erken saatlerinde gelmişseniz martı değil; ama ördek sesleri eşliğinde içindeki işletmelerde mükellef bir kahvaltı yapabilirsiniz.
Bisiklet turu yapın: Şahsî bisikletiniz ile gelmediyseniz şayet; hemen girişteki bisiklet kiralama noktasından temin edebilirsiniz. Bu arada müşteriye İstanbul Adalar’dakinden daha kaliteli bisikletler veriliyor. Sonrasında ise basın pedala ve ağaçlara selam vere vere yolun keyfini çıkarın.
Yürümeye övgü: Eğer David le Breton gibi Yürümeye Övgü’de bulunmak ve “Yürümek ruh yetmezliği yaşamaktır. Daha doğrusu ruh yetmezliği yaşayıp kendini kendinden dışarı atmaktır. Kendine katlanamadığın noktada kendinle barışmak için kendini yollara vurmaktır.” diyenlerdenseniz o halde göl kıyısını yavaş yavaş adımlayın.
Bot keyfi: Yine bot kiralamak da mümkün. Sınırları çizilmiş bir alanda sevdiklerinizle su üstünde pedal çevirebilir, kürek çekebilirsiniz.
Başkent’te balık-ekmek: Karnınız acıktıysa ekmek arası çeşitliliği zengin. Ama göz kamaştıranı balık-ekmek kuşkusuz. Hem bir deneyin bakalım, Ankara’da balık-ekmek yemek nasıl oluyormuş.
Bağ evinde çay zamanı: Gölde bir bağ evi bulunuyor. Özel işletmenin sahibi olduğu mekânda güzelliği çayla birleştirin. Ama gölün diğer yakasındaki büfelerin iskemleleri üzerinde de vaktiniz varsa çay yudumlayın, kitabınızı okuyun.
Karagöl’de ne oldu?
Ankara’nın çevre ilçelerinde doğal ve baraj gölleri listesi epey kabarık. Fakat naçizane tavsiyem: Mogan ve Eymir haricinde Karagöl’ü de listenize ekleyin. Turşusuyla meşhur Çubuk ilçesi sınırlarında yer alan bu göl, sükûnet bahçesi. Ama beklentilerinizi yüksek tutmayın; çünkü Gölbaşı ve Eymir gibi görece ‘konfor’lu bir yer değil burası. Ama bol kurbağa sesi eşliğinde ‘pastoral senfoni’ sizi bekliyor. Bu arada başlığa cevap mahiyetinde olsun, gölle ilgili ahali arasındaki rivayet şu: İmparatorluğun kara/nlık sayfalarından 1402 Ankara Savaşı, en kötü lise tarih kitaplarından hatırdadır. Söylencenin söylediği dördüncü Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid, ordusunu Çubuk ovası sahasına konuşlandırır. İşte Karagöl, Osmanlı askerlerinin su ihtiyacını karşılamış, böyle bir tevatür var. Bu arada Timurlenk’in ordu komutanı İsen Buga’nın şehrin tek havaalanı Esenboğa olarak varlığını sürdürmesi harbin mi, Fetret Devri’nin mi sürdüğünü söylüyor bize, ne dersiniz?
Bitirirken; ana başlığa uzanalım ve Ahmet Haşim’in zaman parçalarına ayırdığı o meşhur şiirindeki öğleden sonra’sıyla veda edelim: “İçer gümüş kıyılardan remîde âhûlar/Ve onların sesi eyler bütün sükûtu harâb/Eder bu da’veti, durgun sulardan, istiğrâb/Gürültüsüz ve uzak mâi diğer âhûlar...”