GeriSeyahat Anıt çınarların gölgesinde kabak kemaneler çalınır keçeler dövülür
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Anıt çınarların gölgesinde kabak kemaneler çalınır keçeler dövülür

Anıt çınarların gölgesinde kabak kemaneler çalınır keçeler dövülür

Tire, İzmir’e yaklaşık 80 kilometre uzaklıkta bir ilçe. Tarihi bir yerleşim. Hitit, Frig, Roma, Aydınoğulları ve Osmanlıların tabaka tabaka oluşturduğu bir mirasın üstünde oturmuş, pek çok uygarlığı yaşamış, bin yılların ötesinden geliyor. Kente tarih içinde “Ulemalar yatağı”, “Eski taht şehri”, “Rum’un meşhur kenti” gibi tanımlamalarda bulunulmuş; Evliya Çelebi ise onun için “Şehr-i muazzam” sözünü kullanmış.

Tire yeşilin yurdudur. Günümüz insanının “Yeşil Tire” damgasını vurması boşuna değildir. Güme Dağları’nın kuzey eteklerinde, türlü zenginlikleri bağrında barındırarak sere serpe uzanır. Kestane, ceviz, kiraz gibi nice bereket ağacı o yamaçları süsler. Aşağılara inildikçe zeytinlikler ve incir bahçeleri çoğalır. Aşağıdaki Küçük Menderes Ovası, yeşil gözler güzelliğinde size bakmaktadır.
İzmir’den Tire’ye ulaşmak için karayolunu kullanmak en doğrusudur. Garajdan bir Tire otobüsüne atladığınızda yaklaşık 1,5-2 saatte Tire’de bulursunuz bendinizi. Kendi aracınızla gidecekseniz, İzmir-Aydın karayolundan Ödemiş sapağından saparak ya da İzmir-Aydın otobanı Tire-Selçuk kavşağından sapıp Belevi’den Tire’ye yönelmeniz gerekir.
Belevi-Tire yolu daha cazip, güzellikleri önünüze sermekte cömert bir rotadır. Yol boyunca karşınıza çıkıveren ve birçoğu anıtsal değer oldukları için koruma altında bulunan çınarlar bile bu yolu seçmek için yeterlidir.
Yeşilin yurduna giden yol,
yeşil güzellikler içinden geçer ki,
tarihe adım adım yaklaştığınızı da o çınarlar duyurur size.

DAĞIN, OVANIN BEREKETİ TİRE PAZARI’NDA KÖPÜRÜR

Küçük Menderes Havzası’nda günler öyle pazar, pazartesi, salı diye adlandırılmaz. Özellikle Ödemişliler günleri pazarlara göre adlandırır, ona göre anıp buluşma günleri saptarken kullanır. Girey, Pazar günüdür. Gocabazar, Ödemiş pazarının; Bellembolu Beydağ’ın, Keles ise Kiraz’ın pazarının olduğu günün adıdır. Tire pazarı salıları kurulur. Yörede “salı” yerine “Tire bazarı” sözü kullanılır.
Tire pazarı alabildiğine geniş, zengin çeşitliliği ve ürün bolluğu ile çevredeki en önemli pazarların başında gelir. Tire’nin köyleri dahil bütün halkının çok rağbet ettiği bu pazara, Kuşadası’ndan, Selçuk’tan turistler de gelmektedir. 
Bu pazarda sebze meyveden giysiye, keçeden semere, urgandan yorgana, tencere tavadan bisiklete, motosiklete kadar her şey satılır. Dağın ve ovanın bereketi tezgâhları adeta köpürtür. Yeşil başta olmak üzere akla ziyan bin bir rengin cümbüşü kaplar ortalığı. Sanki burası pazar değil, bir şenlik yeridir.
Ben de bu yazıyı hazırlamak amacıyla gittiğimde, Tire’yi, Tireli yerel tarihçi, araştırmacı dostum Munis Armağan’la birlikte, öyle bir pazar gününde gezdim. Boydan boya pazarı dolaştığımız gibi pek çok ara ya da arka sokağa girdik. Bedestenler, kervansaraylar, eski hanlar, yapılar, camiler, türbeler gördük. Aydınoğlu  Mehmet Bey’in oğlu Süleyman Şah’ın mezarını, İslam bilgini İbn-i Melek’in türbesini ziyaret ettik.
Oralarda ve Tire’nin bazı yerlerinde gördüğüm ulu çınarlardan sonra dikkatimi çeken ulu serviler oldu. Tire’de yıllarca öğretmenlik yapmış öykücü, Mahmut Özay’ın “O Mübarek Serviler” öyküsü, Yunan işgali döneminde, işgal kuvvetlerinin egemenliklerinin sembolü bayraklarını Tire’ye hâkim bir tepedeki ulu serviye asma çabasının, mücadelesinin akim kalmasını anlatır. “O mübarek serviler”e tırmanıp bayrak asmaya çıkan asker düşüp ölmektedir ve bu bir anda bir söylenceye dönüşerek kulaktan kulağa yayılır ve tüm yörede duyulur.

HAFSA’NIN ACI ÖYKÜSÜ

Yazar Mahmut Özay’ın, Tire’de öğretmen olarak bulunduğu o genç yıllarında kaleme aldığı Tire’ye ait öykülerden biri de, “Yıldırım Han Zevcesi Tireli Hafsa Hatun”dur. Meraklısı bunları Mahmut Özay’ın 2007’de Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Deli Manda“ kitabından okuyabilir.
Aydınoğlu İsa Bey’in kızı Hafsa Hatun, Yıldırım Beyazıt’la evlenmiş ve saraya gelin gitmiştir. Yıldırım Han’ın Tire’ye gelişi sırasında kendisine şerbet sunan Hafsa’yı görüp beğenmesiyle olup bitmiştir her şey.  Yıldırım Beyazıt’a nikâhlanan ve törenle uğurlanan Hafsa Hatun, kendini bu yolculuğun sonunda sarayda bulacaktır.  Hafsa’nın Tire’de kalan arkadaşlarının onun için uydurdukları tekerleme şöyle: Hafsa Hatun / Bir cebi altun / Bir cebi gümüş... / Çamaşır yümüş / Bahçeye sermiş / Muradına ermiş. / Çat çatan ağacı / Çöp çatan ağacı / Kırmızı lale / Kılbıdan ağacı...
Osmanlı’nın başkenti henüz Bursa’dır. Hassa Hatun Bursa’yı sever beğenir, memleketi Tire’yi andırması sayesinde bu şehre daha çabuk ısınmıştır. Tire’yi ise “Küçük Bursa” diye anar. Sert tabiatlı olduğu, hızlı kararlar verip öyle davrandığı için “Yıldırım” diye anılan Han ile bir sorunu yoktur. Onun sevecen, şefkatli biri olduğunu söylemektedir. Hakan ona tutkundur ama Hafsa da hizmette kusur etmez ve her hareketiyle Yıldırım’ın gözüne girer. Hafsa Hatun’un gözünde tütmektedir ya; keyifli bir günde Yıldırım’a Tire’yi ve “beybaba”sını özlediğini söyler. Memleketini görmek için izin ister. Yıldırım bunu hemen kabul eder. Sefer hazırlığı yapılır ve “tiz” yola düşülür.
Bir an önce Tire’ye varmak isteyen Hafsa Hatun, kestirme yol olan
Bozdağ’ı aşarak Ödemiş’e ulaşan dağ yolunu seçer. Hafsa, tipiye yakalandıkları bu yaman yolculukta üşütüp hastalanır. Çok uğraşılır, çabalanır ama kurtarılamaz, Tire’de ölür. Geriye, bir genç ölümün acı öyküsü ve mutluluğun yarım masalı kalır.

ZAMAN DONMUŞ GİBİ

Dün ile günü bir arada yaşamak isterseniz, günün birinde Tire’ye yolunuzu düşürmelisiniz. Tire’nin tarihten bugüne sağ salim çıkabilmiş camilerini (Yeni Cami, Tahtakale Camii, Hüsamettin Camii, Burmalı Minare) türbelerini; hamam, kervansaray, bedesten, kapalıçarşı gibi yerlerini bir bir dolaşmalısınız.
Kalaycıların, semercilerin, saraçların yanına uğrarsanız yüz yıldır değişmemiş görüntüler elde edebilirsiniz. Zaman mı donmuştur, görüntü mü; anlayamazsınız. Ancak az ötede ve günümüzde Avrupa’ya yeni buluşlarla elde ettiği ürünlerini satan keçeci Arif Cön’ün dükkânına girdiğinizde bencileyin sıcak çayınızı yudumlarken, bir yabancıyla pazarlığa tanık olabilirsiniz. Yörenin en ünlü kabak kemaneleri de Tire’de yapılır. Kemaneler, boyunlarından asılmış, alacısını beklemektedir. Bir zamanlar burada yaşayan Yahudilerden kalma Karambol oyununu, onun için yapılmış özel alanında seyredebilir, öğrenip oynayabilirsiniz de.
Ha, buraya gelmişken, “Tire köfte” yemeden gitmek hiç olmaz. Uzun şişlere dizilip pişirilmiş yuvarlak, tereyağlı (yoğurtlu ya da soslu da yenilebilen) köftenin tadı damağındızda kalacaktır. Merkeze dört kilometre uzaklıkta, yüksek bir yerde bulunan Kaplan Köyü’ne ve orada da Lütfü’nün yerine
giderseniz, doğal ürünlerden yapılmış ev yemekleri (özellikle ot yemekleri) yiyebilir ve Ege lezzetlerine ulaşabilirsiniz. Ama keşkek yemeden oradan ayrılmamanızı bilhassa öneririm.
Tire, yeşilin yurdu olduğu kadar, tarihin ve başka güzelliklerin, Ege tatlarının da yurdudur.
Tertemiz bir nefesi içinize çekmek istiyorsanız; Tire’ye yolunuzu düşürmelisiniz.

BALIM SULTAN ÇINARI’NI NÜFUS MEMURU KURTARDI

Belevi’den Tire’ye giderken yol boyunda göreceğiniz anıt çınarlardan başka bir de bir ince köy yolundan sapıp ulaşacağınız Balım Sultan Çınarı vardır. Söylenenlere bakılırsa, Rodos Seferi sırasında Kanuni Sultan Süleyman buralardan geçerken, bu çınarın altında konaklamıştır. Çınarın bugüne ulaşması, yurttaş bilinci ve sorumluluğuna örnek bir öyküdür. Ben bunu, Tire’deki eğitimci dostlarımdan Yüksel Göçmen’den 12 yıl önce dinledim. Sizlere aktarmak istiyorum.
Kökünü birkaç kişinin kucaklayabildiği anıtsal Balım Sultan Çınarı’nı geçmişte biri kesmeye kalkışır. O dönemde Tire’de nüfus memuru olarak çalışan, sonradan Tire Müzesi’ni kuracak olak Faik Tokluoğlu haberi alınca hemen şikayetçi olur. Tedbir aldırıp kesimi durdurur ve adamı mahkemeye verir. Mahkemede hâkim sorar: Bu çınarın kesilmemesi için dava açmışsın. Buna neden gerek duydun? Ne özelliği var?
Tokluoğlu: Efendim, der, bu tarihi bir çınardır. Kanuni Sultan Süleyman, Rodos Seferi için buralardan geçerken bu çınarın altında oturmuş, eğleşmiştir.
Hâkim, bir nüfus memurunun, karşısında bilgiçlik tasladığını sandığından mı nedir, alaylıca sorar:
-Canım der, nereden biliyorsun? Sen gördün mü?
Tokluoğlu’nun yanıtı çok çarpıcıdır:
-Hâkim Bey, ben görmedim ama tarih gördü...

False